100 yıllık değil, binlerce yıllık medeniyetimiz var

Yazının başlığına bir cümle daha ilave etmek istiyorum, ‘sahip çıkmalıyız.’! Bu ülkenin kültürünü ve kadim medeniyet anlayışını kavrayabilmek için tarihimizi 1920’lerden başlatırsak, binlerce yıllık Türk tarihini ve yaklaşık 1400 yıllık İslam tarihini görmezden gelmiş oluruz. Buda Anadolu insanının kendisini inkar etmesi anlamına gelir.

İstanbul tarihle medeniyetin buluştuğu dünyanın en güzel şehirlerinden birisi. Bizans’tan hatta daha öncesindeki medeniyetlerden çok şeyler kalmış bu şehirde. Zaman içerisinde tahrip olan hatta yok olan bir çok eserden bahsetmemiz mümkün. Kayıtlarda olupta bugün yerinde yeller esen bir çok tarihi eserden söz etmemiz mümkün. Herşey zamanla yıpranıyor. İnsan yapımı eserlerde öyle. Ya yıpratılıyor yada yine insan tarafından yok ediliyor.


İstanbul’u gezmeyi seviyorum. Ama sıklıkla kullanıldığı manada bir ‘gezme’ değil bu. Ben İstanbul’un sokaklarında dolaşırken, kendimi uzaydan gelmiş bir yabancı gibi görürüm. Şaşkınlıkla, hayranlıkla bakarım sağa sola. Nasıl bakmayayım ki, kimler geldi geçti bu sokaklardan! Düşünmeden, hayal etmeden yapabilir miyim? Kimlerin eli değdi şu şadırvandaki çeşmeye. Kimler atlarını dörtnala sürdü bu sokaklarda. Fatih Sultan geçti bu şehirden, Sultan Süleyman geçti, Kanuni geçti, Aziz Mahmut Hüdayi, Beşiktaşlı Yahya Efendi geçti. Yedi tepeden birini tutmuş olan muhteşem Süleymaniye’yi görmez misin, Üsküdar’a her geleni selamlayan Mihrimah Sultan’ı selamlamadan mı geçersin? Koca Mimar hala yaşıyor İstanbul’un sokaklarında!

Bu insanların her biri devirlerine mühürlerini vurmuş, muhteşem bir hayat yaşamış ve bizlere örnek olup sonrada her fani gibi göçüp gitmişler bu dünyadan. Amacımız iyi izler bırakmak değil mi fani dünyada? Biz gittiğimizde, adımızın hayırla anılmasından daha güzel hangi  gayemiz olabilir?

İstanbul’da hala yaşamaya devam eden medeniyeti bilinçli bir şekilde keşfetmemiz gerekiyor. Bizim medeniyetimize ‘su medeniyeti’de derler. Her köşe başında görebildiğimiz çeşmeler bunun bir tezahürü.Önünden geçip gittiğimiz bir çeşmenin tarihini bilirsek, ecdadımızın insana ne kadar değer verdiğini de biliriz. Ecdaddan yadigar kalan camilerimizin üst kısımlarında ufak evcikler görürsünüz. Dikkatli bakarsanız, bunların kuşlar için yapılmış yuvalar olduğunu göreceksiniz. Sadece insana değil, hayvanlara, hatta tüm canlılara karşı merhametli bir medeniyet.

Kültürümüzü, medeniyetimizi öğrenmenin yolları elbette çok.  Ben medeniyetlerin  bize geride bıraktığı tarihi ve kültürel eserleri yerinde görüp, keşfetmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Geçtiğimiz günlerde Üsküdar’ın kültür mekanlarından Balaban Tekkesi’nde, kıymetli yazar ve kültür adamı Mehmet Nuri Yardım’ın yönettiği bir etkinlikte, Türkiye’nin en önemli ebru sanatçılarından biri olan Hikmet Barultçugil’i dinleme ve tanıma imkanı buldum. Anılarını dinledikçe, ebru sanatına yaptığı değerli katkıları öğrendikçe, böyle değerli bir ‘sanatçı’yı bugüne kadar tanımamış olmama üzüldüm. Geçen aylarda Dolmabahçe’de başbakanın toplantı yaptığı sanatçılardan biriydi Barutçugil. Türkiye’yi ve ebru sanatını tüm dünyada tanıtmış değerli bir sanat adamı.

Kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Kendi öz değerlerimizden uzak, kültürden, sanattan uzak nasıl bir medeniyet inşaa edeceğiz acaba? Slogan atarak bugüne kadar hiç bir medeniyet inşaa edilememiştir. Sadece hükümetin ve ilgili bakanlığın ortaya koyduğu politikalarla ve anlayışla da olacak bir şey değildir bu. Herşeyden önce bizim kendimizi bilinçlendirmemiz gerekiyor. Çünkü göç yolunda yaralanan leyleklerin tedavisi ve bakımı için vakıflar kurmuş bir medeniyetin çocuklarıyız biz, unutmayalım.

Üsküdar’da dinleme şansı bulduğum ebru sanatçısı Hikmet Barutçugil’in ağzından duyduğum şu enfes söz bize yol göstermeli; “batı sanatları göze, İslam sanatları ise gönle hitap eder.”  Kıymetli Prof. Dr. Nazif Gürdoğan hocam çok dile getirir, “biz hem batı hem  İslam sanatlarıyla meşgul olmalıyız. Bir yanımızda batı medeniyeti, diğer yanımızda  doğunun kadim sanatlarıyla fikri dünyamızı genişletmeliyiz. Bir elimizde Tolstoy’un kitapları varken, diğer elimizde Hz. Mevlana’nın Mesnevisi, Yunus Emre’nin şiirleri olmalı” /  Selam olsun bu güzel insanlara.

Yenigün Gazetesi / 27 Mayıs 2016