E HOCA, BU ÜZÜM NE?

Tasarruf etmek ile ilgili olarak: “Sadece yiyeceğiniz kadar alın… Alışverişe çıkmadan önce liste falan yapın” şeklindeki uyarıları duyunca, aklıma İmam-ı Azam’ın şu hikâyesi geldi:

Bir gün bir baba, İmam-ı Azam’a gelerek der ki: “Hocam, oğlum çok bal yiyor. Başka da bir şey yemiyor. Ancak paramız sürekli bal almaya yetmiyor. Oğlumu yanına getirsem, ona söyler misin artık bal yemesin. Seni dinler.”

İmam-ı Azam, babayı dinliyor ve diyor ki, “tamam ama çocuğu 40 gün sonra yanıma getir!”

“Tamam” diyor baba ve 40 gün sonra oğluyla birlikte İmam-ı Azam’ın yanına gidiyorlar. İmam, çocuğa bakıyor ve diyor ki, “bundan sonra bal yeme oğlum!”

Baba şaşırıyor. “Ne yani, bu kadar mı? Bunu söylemek için mi bizi 40 gün beklettin? Niye daha önce söylemedin ki?”

İmam-ı Azam, bu sefer babaya dönüyor ve diyor ki: “Balı ben de çok sever ve yerim. O gün bana geldiğinde de yemiştim. Ancak senden sonra 40 gün boyunca yemedim. Gördüm ki, bal yemeden de durulabiliyormuş. Ben başardıysam, çocuk da başarabilir diye düşünerek, ona öğüt verme hakkımı kendimde buldum.”

İşte böyle… Ah ah…

Hani, bu kıssadan hisseden yola çıkarak, diyorum ki: e, israf misraf öğütleri iyi güzel de, şu 3. saray tartışması da neyin nesi?

Ver talkımı, al salkımı…

Neylerse Peker eyler, eylerse güzel eyler!

Neler dönüyor şu belediyelerde, ne rezillikler… Kul hakkının âlâsı yeniliyor oralarda. Çok şükür Sedat Peker açıklıyor da öğreniyoruz. Ne acı değil mi? Millet bir “suç örgütü liderinden” medet umar hâle geldi. Peker’in, en son, Akepe’li Esenyurt Belediyesi ile ilgili peşkeş tahsis açıklamalarının ardından, Belediye, ilgili tahsisini iptal etmiş…

Ye babam ye babam… “Yiyin efendiler yiyin, aksırıncaya, tıksırıncaya kadar yiyin.” Sizin gözünüzü toprak bile doyurmaz….

Her çark, kendi Peker’ini doğurur işte böyle…

Diyarbakır’daki rezillik

Geçtiğimiz gün bir veli ile görüştüm. Diyarbakır’da yaşıyorlar. Çocuğu üniversite sınavına girdi. Anne, sınav sırasında yaşanan olayı aktardı bana. “Yok artık” dedirten bu olayı paylaşayım sizinle: Çocuk sınava girer. Sınavın başından sonuna kadar bitişik binadaki düğün salonundan müzik sesleri gelir. Sadece bir 15 dakika susar, sonra aynı şekilde devam eder… Neredeyse hayatlarını belirleyen bir sınavda çocuklarda konsantrasyon sıfır tabii… İşin ilginci, veliler bu durumdan rahatsız olur ancak kimse şikayetçi olmaz. Bizim veli, düğün salonuna gider ama muhatap bulamaz… Saçma sapan olaylar silsilesi…

İnsanın sisteme güvenememesi, hakkını aramaktan kaçınması ne kötü…

Telefondan tiksindiriyorsunuz

Katıldığım bir etkinlikte yaşadığımı anlatayım. Saygı duruşunun ardından İstiklal Marşı okunuyor… Marş okunurken bazı vatandaşlar havaya kaldırmışlar kollarını, telefonlarıyla görüntü alıyorlar. Kardeşim sen gazeteci değilsin! Ki, o bile birkaç tane görüntü alır sonra esas duruşta dinlemeye geçer… Nedir sizdeki bu çekme merakı? Mübarek, herkes canlı yayın kayıtçısı olmuş. İstiklal Marşı okurken milletvekili çekeceksin de ne olacak? Milletin başı göğe mi erecek? Saygı göster şu marşa, hakkını ver!

Öyle ki, bir tanesi iyi görüntü alayım derken üzerime kaykıldı da kaykıldı, burun buruna geldik; o da ayrı bir hikâye…

Hepsi Pulitzer ödüllük vatandaş bizimkilerin mübarek…

Öyle görgüsüzce kullanır olduk ki şu cep telefonunu… Otobüse ilk duraktan biniyor konuşuyor, son durağa geliyor hâlâ konuşuyor… Pes!

“Pes” diye diye geçiyor ömür!

Tüm bu trajikomediye koca bir ES versek, ne güzel olur…