Tam da bir ay kadar önce Turgut Özal’ın ölüm haberini gazetede okuduğun anı şimdi bile hatırlıyorum. Politikaya yeni yeni ısınmamıza rağmen önemli bir şeyler olduğunu sezmişiz sanırım. Cafe Yelken miydi oranın adı? Ilık ve güneşli, Karadeniz baharının bir günüydü.
Babamızın arkadaşı Ziver’i hatırlar mısın? Sen ortaokuldayken İskenderun gezisinde tanışmıştın. Çocuk olmana rağmen kendisine “Ziver” diye hitap etmen konusunda ısrar etmişti. Önce çok bocalamış sonra da sendeki hissini çok sevmiştin. Henüz “amca”, “abi”, “bey” olmadığın için başlamamışsındır ama sen de kendine hep MustafaCan denmesini isteyeceksin. Bu yüzden bu mektupta ben de sana öyle hitap edeceğim.
Sevgili MustafaCan
Geçmişe, şimdi işime yarayacak şekilde bakmaya; manipüle edilmiş hatıralardan başka anlamlar çıkarmaya alışkın değilim. O yüzden izninle seni bugüne davet edeyim de öyle konuşalım.
Evet evet çok da bir şey değişmedi görünürde. Cep telefonu artık herkeste var. Bir de her şeyimizi internetten halletmeye çalışıyoruz. 30 sene o kadar da uzun bir zaman değilmiş. 8 milyar insana rağmen dünya daha az insan kokuyor sanki.
Tahminim bugünlerde “beden dili” konusunda çalışıyorsun. İnsanlarla ilişkilerine yön verme, özellikle kadınlarla iletişimini yönetmede hayatını kolaylaştırmasını umuyorsun. Kolaylaştıracak da.
(Evet artık “kadın” diyoruz bayan ya da kız değil. Ohoo o konuda çok şey değişti. Ben sana politik doğruculuğu falan nasıl anlatayım şimdi.)
Sivas’ta asker öğretmenlik yaparken seninle, elleri ceplerinde, saygısızca konuştuğunu düşündüğün çocuğun aslında -5/10 derece soğukta, sadece takım elbiseyle hayatta kalmaya çalıştığını fark ettiğinde fikrin biraz değişecek. Derdinin insanlara yön vermek değil de insanları anlamakla ilgili olduğunu fark edeceksin, belki biraz da anlaşılmakla.
Bir de politikaların değil de insanların dünyayı değiştirebileceğini…
Sanat eğitimine başladın artık buradan geri dönülmez.
Rahat ol, sanatın ne olduğunu hala bilmiyoruz. Ne kadar sanat yapabileceksin çok emin değilim ama yaptığın hemen her şeyi sanatsal bir şey yapar gibi ele alacaksın.
Dünyaya çağrışımlarla bakmak, bütünü anlamaya çok vakit harcamak, emin olmadığın hemen her şeyi ertelemekten bahsediyorum. Bunlar da senin bazen süper gücün, bazen de lanetin olacak.
Şöyle diyeyim sana, nerdeyse 35 yaşına kadar ne anlattığını kimsenin doğru düzgün anladığını zannetmiyorum. Retorikle götürdün işi.
Ailenle ilişkilerin alışkın olunan kadar güçlü olmadığı için mi, yoksa özgürlük takıntından kaynaklı mı emin değilim ama, yalnızlık hissi şimdi hissettiğin gibi ömrün boyunca yanında duracak. Ramazanda iftar vakti dışarıda elleri ceplerinde yürürken, kalabalıklarla yemek yiyen insanlara bakarak kendi kendine ajitasyon yaptığın yalnızlıktan bahsetmiyorum. Gerçekten tam anlamıyla kimseyi anlayamadığını ya da kendini anlatamadığını fark ettiğin ya da hissettiğin anlardan bahsediyorum. Dostluklarından yaptığın işlere kadar hemen her şeyin en temel bağlamı bu yalnızlık hissi olacak. Bu hisse karşı tutunmak mümkün ama barışmak mümkün olmadı henüz.
Bizim gibi bir ayağını cumhuriyet çocuğu olmaya, bir ayağını kapitalist dünyanın başarılı ve kariyer sahibi insanı olma zorunluluğuna basmış insanların çelişkisini sen de dibine kadar hissedeceksin. Bu günlerde X kuşağı diyorlar bize. Evet Y kuşağı da var tabii ki. Hele bir de Z kuşağı var ki sorma gitsin.
Geçiş döneminde olma hali artık kalıcı olmuş gibi görünüyor. Hepimiz uzun ve nereye gittiği çok da belli olmayan, ya da herkesin başka bir yere gittiğini sandığı bir yolculuktaymışız gibi yaşıyoruz. Herkes kendi yolculuğunda yakalayabildiği manzaranın, en güzeli olduğu anlatısını bir başkasına satmaya çalışıyor. Buna rağmen daha az şey satın alıyoruz, artık kiralama dönemindeyiz. Evlerimizi, hayatlarımızı hemen her şeyimizi kiralayarak yaşıyoruz.
Zaman geçer biliyorsun. Yani en azından ben gayet iyi biliyorum. Kurduğun derin dostlukların bazılarının kaçınılmaz biçimde bir tür akrabalık ilişkilerine dönüştüğünü göreceksin. Bu şimdi kulağa geldiği kadar kötü bir şey değil. İyi dostluk rastgele olan bir şey değil; basbayağı yapılan, inşa edilen bir şeymiş. Yani, sırtını dayayabildiklerinle değil de yan yana yürüyebildiklerinle geleceksin bugünlere. Dostluklarda ve ilişkilerde çok işime yarayan bir şey söyleyeyim. Karşındaki insan gerçekten sana soru soruyorsa olabildiğince dürüstçe ne düşünüyorsan söyle; ama bir şeye karar vermiş ve onu anlatıyorsa, sen ne düşünürsen düşün onu destekle. Bu basit anahtar hep işe yarıyor.
Yaşamının yarısını sıradan biri olmadığını ispatlamaya çalışarak geçirdin. Sonraki yarısını ise kendini gayet sıradan biri olduğuna ikna etmeye çalışarak. Yaşlanma evresinde de bunların o kadar da önemli olmadığını anlatarak geçirirsin muhtemelen. Dışarıdan bakarak anlatıldığında her hayat sıradan ya da çok enteresan olabilir. Bu dışarıdan bakanın retorik ve hikaye anlatıcılığı becerisine bağlı. Asıl mevzu senin ne hissettiğin.
Bu bakış açıları, televizyon programlarının giriş cümleleri, misafirliğe gittiğindeki sohbete başlama cümleleri gibi anlamsız ama lazım. Hoş geldin, naber? İyidir senden?
İki önemli konuda uyarayım seni, birincisi biyoloji, özellikle evrimsel biyoloji, meğer asıl hikaye burada saklıymış. Düşünsel olarak sorguladığın hemen her şeyin temelini aldığı alan burası. Hikayelerin hikayesi, anlamların atası buradaymış.
İkincisi ise 2000 yılı, hiç de önemli bir yıl değil, hatta baya tırt. 27 yaşa ve 2000 yılına karşı gereksiz bir özenin olduğunu biliyorum, uyandırayım.
Yaşamın tümünü ama istisnasız her dakikasını eğlenceli yaşamak mümkün. Eğlenceden kastım gülmek, neşelenmek değil. Duygularımızın bizim denetimimizdeki değişimini yaşamak. Çok iddialı ve şaşırtıcı geliyor biliyorum. İnsanlar internet üzerinden ayakkabı alıyorlar diyorum şaşırmıyorsun da buna mı şaşırıyorsun?
Yok yok aşk o değil, aşk olsa duramazsın; yaşadığın olsa olsa biraz tutku, biraz hormon, biraz sahiplenme duygusu, bir tutam da yoksunluk hissi. Bu konuda şanslısın rahat ol. Zamanı var.
Senin olduğun ya da olacağın hallerin hepsinin, şimdiki beni gayet derinden etkileyeceği gerçeğini göz önüne alırsak, lütfen ne yaptıysam öyle yap.
Belki sadece biraz daha yavaş. Görerek, duyarak, koklayarak, dokunarak.
Dünya sanırım ağır çekim daha güzel.