Zaman zaman küçüklüğümü hatırlıyorum. İlkokula başladığım yılı ise hafızam daha iyi kaydetmiş.
O yıllarda oturduğumuz ev, okula uzak diye ailem beni dedemlerin yanına göndermiş ve ilkokul 1. Sınıfı orada okumuştum. Çoğunlukla dedemlerde kalmıştım. Merhum dedem ilerleyen yaşına rağmen hayli dinç bir adamdı. Unutamadığım çok şey vardır o yıllara ait. Ama kış aylarında dedemin herkezden önce kalkıp, evde bulunan incecik saç sobayı yaktığını dün gibi hatırlıyorum. Her sabah bunu yapardı. Ve okula gitmem için beni uyandırdığında sobanın üzerinde ekmek ısıtıp ona tereyağı sürdüğünü anımsıyorum. Ve hatırladığım bir diğer enstantane ise, bana neredeyse her gün harçlık verirdi. Halbuki okul dedemlerin evine yürüyerek 2 dakika mesafedeydi. Bir duvar vardı, o duvarı aşınca okulun bahçesine girmiş olurdum.
Rahmetli babama dair de hatırladığım çok şey var. Bir çok konuda hatıralarını anlatırdı. Zaten konuşmayı çok seven biriydi. 80 darbesine dair bir şeyler anlattığını hatırlarım hâlâ.
Rahmetli dedemde, babamda darbeler görmüş bir nesildi. 28 şubat günlerinde daha ufaktım, çok detaylı hatırlamıyorum.
2016’nın 15 Temmuz’unda çalıştığım yerden Çamlıca’daki evime gelmiş, yorgun olmalıyım ki, biraz uzanmak istemiştim. Yakınlarda oturan radyocu bir kardeşin telefonumu aramasıyla uyandım. Saat 22 civarıydı. “abi darbe olmuş” dedi. İnanamadım tabi. “Televizyonu aç” dediğinde gerçekle yüzleştim. Biraz sonra az önce beni arayan Mehmet Ali’yi arayarak “haydi çıkalım” dedim. Ve birlikte zaten çok yakın olan Kısıklı’ya doğru yürüdük. 15-20 kişi toplanmıştı. Konuşmalara kulak kabarttığımızda darbecilerin köprüyü kapattıklarını öğrendim.
Bir grupla beraber hızlıca köprüye doğru yürüdük. Yarım saat sonra oradaydık. Trafik tek yönlü kesildiği için Altunizade köprüden itibaren her yer araç doluydu. Araçların arasında köprüye doğru yürüdüğümüzde o acı gerçekle yüz yüze geliverdik. Ateş ediyorlardı. İnanılır gibi değildi. Halkın üzerine ateş ediyorlardı köprüyü kapatan hainler. Motorsikletli genç arkadaşlar ters istikamette sürekli yaralı taşıyorlardı. Bir yaşlı amca hemen az ilerimizde vurulunca hemen koşup onu kaldırdık. Karnından vurulmuş ve kan akıyordu. Dışarı çıkmıştı akan kan. Üzerimdeki tişört bu kandan nasibini almıştı. Amcayı motorsiklete bindirdik ve biraz daha ilerledik. Fakat 5-10 dakika aralıklarla ateş ediyorlardı. Yerlere yatıyorduk mecburen. Kafamın hemen üstünden vızır vızır kurşunlar geçiyordu. Kırmızı izler bırakarak gelen kurşunlar… Hemen yolun kenarındaki ağaçlık alana gidiyordu bu kör kurşunlar.
Saat iki civarıydı. Sivil motorsikletlerle 6 adet özel hareket polisi hemen yanımda durdu. Bellerine sardıkları kurşunları görebiliyordum. Yol kenarındaki ağaçlık alandan köprüye doğru hızla ilerlemişlerdi.
Sabaha kadar belki 20 defa yerlere yattık. Kurşunlarla vurulanlara, yaralanıp hızla hastanelere götürülenlere şahitlik ettik. Bir ara tanktan attıkları mermi ile polis tomasının vurulup yanmaya başladığını gördüm. O anlarda düşündüğüm tek bir şey vardı. Bu kadar azıtmış bir grubun başarıya ulaşması mümkün değildi. Bunların teslim alınacaklarını da düşünmüyordum doğrusu. Hepsinin yapılacak operasyonla öldürüleceklerini sanıyordum. Ama öyle olmadı. Sabaha karşı teslim oldular. Sonrasını herkes biliyor zaten.
15 Temmuz, üzerinde çok konuşulacak bir olay. Öğrenci evlerinde, evde kalanlardan bile habersizce yetiştirilen askeri öğrenciler, 15 Temmuz günü aldıkları emirle bu ülkenin insanını katletmişti. Önceki darbelerden en büyük farkı buydu. Halka ateş etmişlerdi. Öncesindeki olayları düşündüğümüzde bunu normal görüyorum. Son çırpınıştı bu. Ya var olacaklardı ya da tamamen bu ülkeden silinip gideceklerdi. Ve onlarda vuruşa vuruşa yok olmayı seçtiler. Ülkemiz tarihinin son 50 yılında var olmuş bir isim, yetiştirdiği militanlara katliam yaptırmıştı. Hem de bu isim HOCA olarak bilinen biriydi. Evet bir hocaydı ama kurduğu ağ sisteminde milyonlarca eleman yetiştirmiş ve gün gelecek bu ülke bizim olacak mottosuyla bir ömür sürmüştü. Yetiştirdiği militanlara da bunu aşılamıştı. Amaca ulaşmak için yapılacak her şey mübahtı onlar için. Öldürmek dahilmiş, bunu 15 Temmuz’da gördük.
Bilmiyorduk. Amaçları için çok şey yapabilirlerdi ama gizli odalarda yetiştirilen asker içindeki militanlarının katliam yapabileceklerini bilmiyorduk. Bunu aklımızın ucundan bile geçirmemiştik. Hasan Sabbah’ın dağ başında yetiştirdiği fedaileri, bu yüzyılda bir kere daha ortaya çıkmıştı. Haşhaşibaşı için gerekirse uçaklarla insanların üzerine füzeler atılabiliyormuş meğer. Yazımı çok uzatmak istemiyorum. Bir tek sorum var. Bu alemde elbette cezalarını çekecekler. Ya ahiretteki halleri ne olacak! Bir insanı öldürmenin alemi öldürmek olduğu gerçeğini nereye koyacaklar! Sadece bu dünyalarını değil, ahiretlerini de berbat ettiler.
O gece köprüde şunu sayıkladığımı anımsıyorum. Dedem darbeler görmüştü. Babam darbeler görmüştü. Ben ve benim çağdaşlarım da mı darbe görecekti! Direnen milyonlar sayesinde görmedik çok şükür. Bundan sonra da böyle bir şeye tevessül edilirse, yine sonuna kadar direneceğiz!