Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları’nın askeri zaferi
Mehmet Akif’in muazzam bir tahlille “tek dişi kalmış canavar” şeklinde nitelediği emperyalizm canavarı, 19’uncu yüzyıl boyunca talan ettiği dünyayı, Osmanlı Devleti, Çin ve Rusya dışında tamamen sömürgeleştirmişti. Bu zalimlerin başını topraklarında “güneş batmayan ülke ” unvanıyla İngiltere ve Fransa çekiyordu. Dünya pazarlarını paylaşmış olan emperyalist devletlere rakip olarak, 1871’de feodal parçalanmışlığı altederek milli birliklerini sağlayan İtalya ve Almanya sofrada “biz de varız” diyerek sahne aldı. Dünya hammadde pazarları üzerindeki paylaşım rekabeti ve çelişkisi öyle bir noktaya geldi ki, dünya 20’inci yüzyıla tef gibi gerilerek girdi. Emperyalist devletler, İngiltere, Rusya ve Fransa’nın oluşturduğu “İtilaf” ve İtalya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ile Almanya’nın oluşturduğu “İttifak” diye iki bloğa bölündü. İtalya savaş başladıktan sonra İtilaf devletlerine geçti. Osmanlı Devleti de İttifak devletlerine katıldı.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞININ ESAS KONUSU OSMANLI TOPRAKLARIMIZDI
Savaşın esas kaynağı, yağma ve talan sofrasına sonradan oturan ve yeniden paylaşım isteyen İttifak Devletleri’ydi. Üzerinde kızılca kıyamet koparılan, savaşın esas konusu olan topraklar da bizim topraklarımız, Osmanlı topraklarıydı. Bu sebeple bizim Kurtuluş Savaşımız 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’yla başlar. Açgözlü emperyalist haydutlar, yağma ve talan için, sömürgeleri yeniden paylaşım için savaşıyorlardı. Osmanlı Devleti vatan savaşı veriyordu. Müttefikimiz Alman emperyalizminin gizli amaçlarından biri Osmanlı topraklarının fiilen ele geçirilmesiydi. Bu gerçeği, İttihatçı Hükümet’in Erkânı-ı Harbiye Dairesi’nde birim müdürü olarak çalışan İsmet Bey (İsmet Paşa), beraber çalıştığı Alman subaylarıyla hasbihallerinde defalarca teyit ettirmişti.
KURUYAN BOZKIRI, SARAY BOSNA SUİKASTI TUTUŞTURDU
1914’e gelindiğinde ülkeler arası ilişkiler öylesine gerilmişti ki, savaş an meselesiydi. Tüm dünyada eller tetikteydi. “Kuruyan bozkırı bir kıvılcım tutuşturacak” durumdaydı. O kıvılcım da Bosna Hersek’ten geldi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahdı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna’yı ziyaretinde eşi Prenses Sophie ile birlikte bir Sırp Milliyetçisi olan Gavrilo Princip’in düzenlediği bir suikasta uğradı. “İki devleti bir arada tutan tek unsur olan Habsburg Hanedanı’nın tek veliahdı” öldürülmüştü. Avusturya Hükûmeti’nin tepkisi çok sert oldu. Bunu izleyen süreçte devletler birbirlerinin üzerine atıldılar.
Suikasttan bir ay sonra 28 Temmuz 1914 tarihinde başlayan savaş, 11 Klasım 1918 tarihinde sona erdi. Kesintisiz 4 yıl 4 ay bilfiil sürdü. O zamana kadar görülmemiş büyüklükte, yaklaşık 70 milyon askeri personel birbirini boğazladı. 9 milyon insanın hayatına maloldu.
Veliaht Ferdinand’ın öldürülmesinden bir ay sonra başlayan savaş, 6 ay sonra 19 Şubat 1915 tarihinde İtilaf Donanmasının Osmanlı Devleti’ne Çanakkale üzerinden saldırmasıyla yeni bir safhaya girdi. İtilaf Devletleri, Mehmetçiğin Balkan Savaşları yenilgisinin ezikliğini ruhundan attığı, iyi yönetildiğinde kahraman Mehmetçiğin efsaneler yaratma kabiliyetinde olduğunun ispatlandığı, gerçek kurtuluşumuz olan Milli Kurtuluş Savaşımızın önsözünün yapıldığı ve kadrolarının çeliğine su verildiği bir kahramanlık destanı olarak Çanakkale Savaşı’yla yüz geri etti. İttihat ve Terakki Hükümeti’nin Balkan Savaşları yenilgisinin tecrübesiyle orduyu yenileme ve gençleştirme, orduda reform yapma çabaları sonuç vermiş, başta Mustafa Kemal olmak üzere genç subayların önünün açılması vatan savaşında önemli bir tarihsel başarıyı gündeme getirmişti.
ÇANAKKALE TÜRKLÜK İÇİN ‘DİRİLİŞ’TİR
İtilaf Devletleri bu saldırıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul ile İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmeyi, derin bir krizin içinde debelenen ve her an bir devrimle yıkılması muhtemel olan Rus Çarlığı’na güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açarak imdadına yetişmeyi ve an meselesi olan devrimi engellemeyi, başkent İstanbul’u zaptetmek suretiyle Almanya’nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletleri’ni teslime zorlamayı ya da en azından zayıflatmayı amaçlamıştı. Ancak Mehmetçiğin granitten kayalıklarına çarparak başarısız olmuş, geri çekilmek zorunda kalmıştır. Kara ve deniz savaşları sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir. Mehmetçiğin kahramanlığı efsaneleşerek tarihe geçmiş, İtilaf devletlerinin ise süngüsü düşmüş, yenilmezlik inancı darmaduman olmuştur.
Çanakkale savaşları, savaşı sonlandırmak amacıyla çıkarılmıştı ama İtilaf Devletleri kaybedince savaşın 2 yıl uzamasına neden oldu. İtilaf devletleri önemli bir unsurunu, Çarlık Rusya’sını kaybetti. Çünkü Çar’a yardım ulaşmayınca işçi ve köylüler devrimi gerçekleştirdiler, Çarlığı yıkarak birkaç yıl sonra Kurtuluş Savaşımızda bize çok değerli desteklerde bulunan devrimci bir hükümet kurdular.
30 EKİM MONDROS’U, KURTULUŞ SAVAŞI’MIZA SADECE 50 GÜNLÜK BİR MOLA DURUMUYDU
Ancak gene de nihai tahlilde, olmayacak işe âmin diyerek iki cephede savaşan İttifak’ın lideri Almanya kaçınılmaz sonla karşılaşarak yenildi. Birçok cephede kahramanlıklar yaratan Mehmetçiğe rağmen Osmanlı Devleti de yenilmiş sayıldı. 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkesi imzalandı. Bu antlaşma, Osmanlı Devleti’nin idam fermanıydı. Ama Kurtuluş Savaşı’mıza 50 günlük bir mola verildi. Topraklarımızın yer yer emperyalistler tarafından işgal edilmeye başlanması, kaçınılmaz vatansever direnişi de doğuracaktı. Nitekim ilk kurşun, Mondros Ateşkesinden 50 gün sonra, 18 Aralık 1918 tarihinde Hatay Dörtyol’da Mehmet Çavuş tarafından Fransız askerine sıkıldı. (*1) Ve Kurtuluş Savaşı’mızın ikinci dönemi başlamış oldu. Bundan sonra Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmasını izleyen süreçte (19 Mayıs-23 Nisan sürecinde), önce devrimci kuruluşun inşası sürecinin zeminini, düzenli ordunun kurulmasına kadar Anadolu dağlarında çoban ateşleri gibi Kuvayı Milliye direnişinin harlanması oluşturdu.
ÖNCE MİLLİ BİR HÜKÜMET İNŞASI
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’ya, özel ilişkilerini kullanarak ve zekice müdahalelerle ve bu arada talihin Türk milletine bahşettiği geniş yetkilerle ayak bastıktan sonra ilk iş olarak eline filintasını alarak doğrudan Kuvayı Milliye güçlerinin başına geçmedi. O, önce milli bir hükümet kurmak için yola çıkmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs-23 Nisan sürecinin Samsun, Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara ve İstanbul’da Meclisi Mebusan safhalarını yaşayarak kuruluşu gerçekleştirdi. 23 Nisan 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi’nin açılışı yeni bir devletin kuruluşuydu. Cumhuriyetin inşasıydı. Tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bir devrim, bir ihtilaldi. Ardından Mondros’la dağıtılan Türk ordusu yeniden örgütlendi. Başıbozuk Kuvayı Milliye güçlerinin orduya katılımı sağlandı. İsyan edenler tenkil edildi. Ordumuz, bir Osmanlı ordusu değil, o dönemde “Türkiya Büyük Millet Meclisi Ordusu” namıyla adlandırıldı. Ordumuz bir devrim ordusuydu. Kurulan hükümet de “Meclis Hükümeti” ydi. Kendisi de “Türkiya Büyük Millet Meclisi Reisi” ydi. (*2)
İnönü Savaşları-Eskişehir /Kütahya Muharebeleri-Sakarya Savaşı-30 Ağustos süreci düz bir çizgide bir sabun üstünde kayarcasına ilerlemedi. İleri hamleler, ricatlar ve zikzaklarla gelişti. Ancak her aşama bir sonrakine geçerken esasen güç toplayarak ilerledi.
30 AĞUSTOS, TÜRK’ÜN 1699 ÖNCESİ ŞAHLANIŞI
30 Ağustos 1922 tarihi, 30 Ağustos Büyük Taarruzu, Türk’ün örgütlenme ve savaş kapsamında 1699 öncesindeki şahlanışıydı; tarihin ve talihinin bağrına şahan gibi atılışıydı. 300 yıldır taarruzu unutmuş olan Türk soyunun fıtratına dönüşü, gerçek karakterine bürünüşüydü.
“Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikast” ın Mehmetçiğin granitten göğsüne çarparak yıkılışının arifesine gelinmişti.
20 Ağustos 1922 akşamı büyük komutanların toplantısında Mustafa Kemal emirlerini vermeye başladı.
Asım Gündüz’e döndü:
“25 Ağustos akşamı her türlü haberleşmeye son verilecek. Limanlara giriş-çıkış durdurulacak. İstanbul ile İzmir arasındaki kara ve demir yolu ulaşımı kesilecek. Yani biz işi bitirene kadar dünyanın Anadolu’dan haberi olmayacak. Yeteri kadar uçağımız var. Çocuklar düşmanın hava keşfi yapmasını da önlesin.”
“Başüstüne.”
İsmet Paşa’ya baktı:
“Siz de ordulara yazılı emrinizi veriniz. 26 Ağustos Cumartesi sabahı düşmana taarruz edeceğiz.”
Üç yüz yıldır görülmemiş bir karar ve emirdi bu. (*3)
“Türkiya Büyük Millet Meclisi Orduları” nın 30 Ağustos askeri zaferinin fitili böyle ateşlendi.
Mehmetçiğin vatan savaşına nasıl gittiği, savaşı nasıl karşıladığı konusunda da yer yer efsanelere karışmış kahramanlık destanları vardır.
“Tümen komutanlarına taarruz edileceğini birliklerine açıklama izni verildi.
Ordu üç yıldır bugünü beklemişti.
Her acıya bu gün hayal ve ümit edilerek katlanılmıştı. Şamatasız bir kıyamet koptu. Tümenler akşam yola bir düğüne gider gibi çıktılar. Dıştan yine sessizdiler ama içlerinden sevinç çığlıkları attıkları gözlerinden belli oluyordu.” (*4)
2019’da Trump, “Türkler Öğle Yemeğine Çıkar Gibi Savaşa Çıkıyor” demişti.
Askerine ölmeyi emretmesini bilen komutanların sevk ve idaresinde Mehmetçiği dünyada yenebilecek kuvvet gerçekten bulunmamaktadır. Çanakkale’de Mehmetçik bunu kanıtladı. Koskoca İtilaf Devletleri armadasını ve ordularını yendi. Savaşın iki yıl uzamasına sebep oldu. Rus Çarlığının yıkılmasına, devrimci bir Rusya’nın doğmasına yol açtı.
26 Ağustos Büyük Taarruzunu 300 yıldır hep savunmada kalan, sürekli gerileyen bir millet gerçekleştirecekti. Ancak bu kez sevk ve idare, komuta 1699’dan önceki çağların komutanlarına benzeyen ateş gibi bir komutanın elindeydi. Askerine ölmeyi emredebilecek kudrette bir komutan… Bu konuda Çanakkale’de fıtratını da kanıtlamış bir komutan…
O tip komutanların nesli Türk Ordusunda devam etmektedir. Ölmeyi emredebilen komutanlar, 15 Temmuz ABD/ FETÖ darbe girişimini önledi. ABD/ NATO generallerini hapislere tıktı.
15 Temmuz ABD/FETÖ darbe girişiminin bastırılması, 100 yıl sonra cereyan eden yeni bir Büyük Taarruz’dur. 100 yıl önce arkasında İtilaf Devletleri bulunan Yunan ordusunu yenmiştik. 100 yıl sonra gerilemekle birlikte dünyanın en büyük emperyalisti ABD’nin FETÖ Gladyosunu yenerek generallerinin hapislere tıktık.
Eski Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı koruma astsubayı Ömer Halisdemir’e:
“Ömer, Semih Terzi vatan hainidir; onu, karargâha girmeden öldür. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı ele geçirmesini önle. Yalnız bunda şahadette var Ömer. Allah yardımcın olsun, hakkını helal et!”
“Başüstüne komutanım!”
O gece darbecilere ilk darbeyi vuran kahraman Halisdemir’di.
Ölmeyi emreden komutan ve ölüme “Başüstüne!” diyen Mehmetçik… Nesil aynı nesil!
Zaman zaman ateş hatlarına kadar Mehmetçiğinin yanı başına kadar gitmesiyle ünlü herkesin Ankara’da sandığı Mustafa Kemal Paşa, Kocatepe’de biraz sonra gürleyecek topların ve Mehmetçik’le beraber ateş hattındaydı.
26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabah “(…) saat 05,00’e doğru gün ışımaya, sis dağılmaya, Afyon’un kalesi ve dev tepeler yavaş yavaş belirmeye başlamıştı.
(…) Başkomutan (…) başıyla İsmet Paşa’ya işaret etti, İsmet Paşa Nurettin Paşa’yı uyardı. I. Ordu Komutanı Nurettin Paşa telefonla kolordulara gerekli emirleri verdi.
Önce bir tek top ateşi duyuldu, mermisi koca Tınaz Tepe’ye düştü. Sonra bütün toplar düzenleme (tanzim) ateşi için gürlediler.
“05,30’da tahrip ateşi başladı. Bu kesimde 200 kadar top vardı. Hazırlanmış ateş planına göre, Yunan mevzilerini, direnek merkezlerini, makineli tüfek yuvalarını, tel örgüleri, yeri bilinen Yunan toplarını ateş altına aldılar.” (*5)
“Ne Yunanlılar böyle yoğun, dehşet verici ateş görmüşlerdi, ne de Türkler. Tepeler yanıyordu sanki. Cephanelikler ateş alıyor, kamyonlar uçuyor, toplar parçalanıyordu. Kocatepe bile zangırdıyordu.” (*6)
Ardından sıra Mehmetçiğe geldi.
O zaten heyecan, sabırsızlık, içi içine sığmayan bir ruh hali içinde mevzilerinde hazır bekliyordu.
İngiliz subaylarının görüp te “Türkler bunları bir yılda sökerlerse bir günde söktük desinler” diyecek kadar arka arkaya birçok sıradan oluşan, geçilemez sanılan tel örgülerin bazıları “topçu ateşiyle yıkılmıştı. Bazılarını da istihkâmlar ya da sabırsız askerler yıktılar. İmha ateşi sona erer ermez subaylar ve askerler, açılan gediklerden mevzilere, direnek merkezlerine daldılar.
Fırtına gibi esiyorlardı.
‘Allah, Allah… Allah, Allah…’” (*7)
Sancağını açan birliklerin askerlerine rüzgâr bile erişemiyordu.
Mehmetçik ardarda hücuma kalkıyordu. İlk atılışta Kalecik Sivrisi’ni, Tınaz Tepe’yi alıverdi.
Kocatepe’de “Başkomutan savaşı gözünü kırpmadan izliyordu. Genellikle ayaktaydı. Kimi zaman bir taşa ilişip haritasını işaretliyordu. Yemek yememişti. Ardarda kahve ve zincirleme sigara içiyordu (…) Savaş aşağıda, tepeler, yarlar, çukurlar, taşlı bayırlar, kayalar, siperler, tel örgüler, hendekler, kum torbaları, makineli tüfek yuvaları, kamyon ve top enkazları, yanmaya devam eden çalılar, ölüler ve toplanmamış yaralılarla dolu ürkünç arazide, savaş dumanı altında, bir an bile durmadan devam ediyordu. Bu sınırlı alanda altmış bin insan boğuşmaktaydı.” (*8)
Alınmaz, geçilmez, yarılmaz sanılan Afyon mevzileri Mehmetçiğin önünde tutunamadı.
Dünkü taarruzlarda çarıklarının altı parçalanan Mehmetçiğe fırtına bile yetişemiyor, topçu bataryalarının tozunu attığı, “canlı bir yanardağ ağzı gibi kaynattığı” Yunan mevzileri üzerinde kitleler halinde ayakları kan içinde koşuyor, adeta uçuyordu.
“Bu saatte İzzettin Bey kolordusuna bağlı tümenlerden ileri müfrezeleri, savaş dumanı içinde, siperlerden atlayarak, savaş kalıntılarını aşarak koşuyorlardı. Yunanlıları yakalamak istiyorlardı. Önlerinden çekilip yok olmuşlardı birden.
15. Tümenden Teğmen Rıfkı ile takım çavuşu zıngadak durdular. Bir yamacın başına gelmişlerdi. Aşağıda Ağustos güneşi altında parlayan geniş bir ova vardı. Dağınık düşman birlikleri kuzeye doğru kaçıyordu. Teğmen büyülenmiş gibi baktı:
“Çavuş burası Sincanlı ovası!”
“Öyleyse!”
“Evet!”
Çavuş geriye döndü, koşarak yaklaşan çıplak ayakları kan içindeki askerlere bütün ciğeriyle haykırdı:
“Cepheyi yardııııııkkkk!”
“Heeeeeeeeeey!!!”
O kadar övülen Afyon müstahkem mevkii ancak 36 saat dayanabilmişti. Ağır makinelileri kurup kaçanları biçmeye başladılar. Makineli tüfeklerden kurtulabilenler daha kuzeyde de Türk süvarilerinin kılıçlarıyla karşılaşacaklardı.” (*9)
Bozulan Yunan ordu birlikleri üç gün boyunca Mehmetçiğin köteğini yiye yiye Kütahya/ Dumlupınar’da toplanmaya başladı. Büyük Taarruz’dan kurtulabilen parçalardan oluşan Yunan ordusu, 30 Ağustos 1922 tarihinde bizzat Mustafa Kemal Paşa’nın yönettiği Dumlupınar ya da Başkumandanlık Meydan Savaşı’yla kesin yenilgiye uğratıldı. Bundan sonra İzmir’e doğru 400 km’lik bir kaçış ve denize dökülüş hikâyesi başlayacaktır.
Zafer Bayramı’mızın 100’üncü yıldönümü kutlu olsun!
Kaynaklar:
(*1) Dörtyol Kaymakamlığı
(*2) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.9, s.292
(*3) Nurettin Paşa’nın anıları, HTM, 1976/1 (Aktaran Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s. 598 Bilgi Yayınevi, 5. Basım, 2005)
(*4) Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s. 602, Bilgi Yayınevi, 5. Basım, 2005)
(*5) İ. Artuç, Büyük Taarruz, s. 70 (Aktaran Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, s. 611, Bilgi Yayınevi, 5. Basım, 2005)
(*6) Age, s. 612
(*7) Age, s. 612
(*8) Age, s. 617
(*9) Age, s. 624
30 Ağustos: Bütün Mazlum Milletlerin yüreğini titreten büyük zafer/ Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları’nın askeri zaferi