Musiki; bir duygu, düşünce veya tabii bir olayı anlatmak amacıyla, ölçülü ve ahenkli seslerin, ritimli ve ritimsiz olarak estetik bir şekilde bir araya getirilmesi sanatıdır. En içten duygular musiki ile dile getirilmiş ve bu özellikleri taşıyan eserler insanlık tarihinin unutulmaz abideleri arasında yer almıştır. Musiki, dinleyenlerin kalplerine neşe ve sevinç verir, insanların din duygularını harekete geçirme hususunda etkili bir araçtır. İbadetlerde teslimiyetin ve içtenliğin artmasına vesile olduğu için, bütün dinlerde musikiden yararlanılmıştır. Mesela Hinduizm’de ilahiler müzik aletleri eşliğinde okunmaktadır. Yahudilikte ibadet esnasında Mezmurlar belli bir makam ve tarzda okunur. Hıristiyanlıkta kiliselerde okunmak üzere bestelenmiş pek çok eser bulunmaktadır.
Hz. Peygamber’in, “Allah güzeldir güzeli sever.” hadisi İslâm’ın estetiğe verdiği önemi göstermektedir. İslâm toplumunda, musikinin ibadetlerde Müslümanlara şevk ve heyecan vermesi ilk olarak Peygamberimiz döneminde, Kur’an kıraatı ve ezan okuma gibi dinî formlarda kendini göstermiştir. Peygamberimiz, “Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz.” buyurarak Kur’an’ın güzel bir sesle okunmasını istemiş, bulunduğu meclislerde sesi güzel olan sahabilere Kur’an ve ezan okutmuştur. Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar İslâm toplumlarında musiki, kültürün aktarılmasında, inancın ifadesinde ve dinin sevdirilmesinde önemli rol oynamıştır. Zamanla camilerde ve tekkelerde yapılan ibadet ve zikir esnasında icra edilen musiki meydana gelmiş, buna “dinî musiki” adı verilmiştir. Ezanlarda, kametlerde, salavat-ı şerifelerde bu musikinin uygulandığını görmekteyiz. Dinî musiki “sema” adıyla geniş ölçüde tasavvufta ve tekkelerde de icra edilmiştir.
İslâm geleneği musikinin sadece dini duyguların ifadesinde değil, gündelik hayatta da kullanılabileceğini ortaya koymuştur. Peygamberimiz zamanında düğünlerde, bayramlarda, karşılama ve uğurlamalarda, yolculuklarda, savaşlarda musikinin icra edildiği kaynaklarda yer almaktadır. Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Beni Neccar’dan kızlar ellerinde deflerle şiir ve türküler okuyarak karşılamışlardı.
Dinî musikinin fıtri ve ölçülü şekilde uygulanması insana güzel duygular yaşatır, dini hayatın canlı ve etkili bir şekilde devam etmesine katkı sağlar, insanı dine ve dince önemli olan hususlara ısındırarak Allah’a yaklaştırır.
Dinî musiki formları Cami musikisi ve Tekke (Tasavvuf) musikisi olmak üzere ikiye ayrılır. Belli başlı cami musikisi formları şunlardır: Ezan ve kamet, namaz tesbihatı, mevlit, ilahi, salâ, tekbir. Tekke mûsikisi ise daha çok ritme dayalı, bazan bir veya birkaç enstrümanın da kullanılmasıyla ortaya çıkan mûsikidir. Tekke musikisi formları şu şekilde sıralanabilir: Mevlevi ayini, mersiye, kaside, ism-i celal, durak, şugul, savt ve nefes. Naât ve ilahi formları ortak özellikleri gereği hem cami hem de tekkede okunmaktadır.
Cami musikisi, gerek ibadet esnasında gerekse ibadet öncesi ve sonrasında ortaya çıkan, çoğunlukla önceden bestelenmemiş nağmelerden meydana gelen ses musikisidir. Ezan, kametten önceki dua ve sureler (İhlas vb.), kamet, namazın cemaatle kılınması sırasında imamın kıraati, selâmdan sonra müezzinler tarafından okunan tesbihat ve dualar cami musikisi formlarını oluşturur. Bunların dışında değişik zaman ve yerlerde okunan temcîd, salâ, münâcât, tekbir, mevlit, mi‘raciye, tevşih ve ramazan ilahileri de cami musikisi türlerindendir.
Cami musikisi, ibadete yönelik ve genellikle uhrevi olması sebebiyle tavır ve üslup açısından daha ruhani bir karakter arz eder. Aslında cami musikisinden amaç musiki yapmak değil, yapılan ibadetlerden en üst düzeyde haz alınmasını sağlamaktır. Cami musikisinde herhangi bir musiki aleti kullanılmadığı için sadece insan sesine dayalıdır.
Sözlükte “bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan etmek” anlamına gelen ezan kelimesi terim olarak farz namazların vaktinin geldiğini, belirli sözlerle ve özel şekilde müminlere duyurmayı ifade eder. Aynı kökten gelen müezzin “ezan okuyan kimse” demektir.
Medine döneminde başlangıçta namaz vakitlerinde sokaklarda “es-salâh es-salâh” (namaza namaza!) diye çağrıda bulunulduysa da bu yeterli olmuyordu. Namaz vaktinin geldiğini haber vermek için nâkûs (Hıristiyanlarca şimdiki çan yerine kullanılan, üzerine bir çomakla vurularak ses çıkarılan tahta parçası) çalınması, boru öttürülmesi, ateş yakılması veya bayrak dikilmesi şeklinde çeşitli tekliflerde bulunuldu. Ancak nâkûs Hıristiyanların, boru yahudilerin, ateş Mecusilerin adeti olduğu için Resulullah tarafından kabul edilmedi. Bu sırada sahabilerden Abdullah b. Zeyd’e rüyada ezan öğretilmiş, o da ertesi gün Hz. Peygamber’e gelerek durumu haber vermişti. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz Hz. Bilal’e ezan cümlelerini ezanda ikişer, kamette ise birer defa okumasını emretti. Bu arada Hz. Ömer Resulullah’a gelip aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü, ancak Abdullah b. Zeyd’in daha erken davrandığını bildirmiştir. Hz.Bilal, Neccaroğulları’ndan bir kadına ait yüksek bir evin üstüne çıkıp ilk olarak sabah ezanını okudu. Bu olaydan sonra namaza davet amacıyla ezan okunmaya başlanmış ve günümüze kadar bu şekliyle ulaşmıştır. Ezanın metninde ilk okunduğu günden bu yana hiçbir değişiklik olmamıştır.
Ezan aracılığıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken diğer taraftan İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in onun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun (felâh) ahiret mutluluğunda bulunduğu gerçeği açıklanmış olur. Namaz vakitleri yerküresinin Güneş karşısındaki konumu ve kendi çevresinde dönüşü ile oluşur. Bu durum göz önünde bulundurulduğu takdirde Müslümanların yaşadığı her yerde günde beş defa okunan ezan kesintisiz devam etmekte ve bu ilahî mesaj günün her anında yeryüzünden yükselmektedir.
Ezanı işiten bir Müslüman, müezzinin sözlerini ondan sonra tekrar eder. Ancak, “ حَىَّ عَلَى الصَّلَاةِ ” ve “ حَىَّ عَلَى الْفَلَاحِ ’ta bunların yerine “ لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللِّٰ ” (bütün değişimler, bütün güç ve hareket Allah’ın iradesiyle mümkündür) cümlesini tekrar eder.
Ezanın okunması için belirli bir makam yoktur. Kelimelerin telaffuzunu bozmamak şartıyla istenilen makam tatbik edilebilir.
Ancak vakitlerin insan ruhu üzerindeki etkisi düşünülerek beş vakit için farklı makamlar tertip edilmiştir. Eskiden İstanbul’da sabah ezanının sabâ, dilkeşhâverân; öğle ezanının rast, hicaz; ikindi ezanının hicaz, uşşak, bayatî; akşam ezanının hicaz, rast, segah, dügâh; yatsı ezanının hicaz, uşşak, bayatî, neva, rast makamlarından okunması bir gelenek hâline gelmişti.
Camilerde müezzinin ezan okuduğu, salâ verdiği, çoğunlukla taştan, yüksek ve ince yapıya minare denir. Minarede müezzinin ezan okumak üzere çıktığı balkon şeklinde düzenlenmiş yer şerefe olarak isimlendirilir. Camilerde müezzinler için ayrılan mekânlara ise mahfil denir.
Kamet, farz namazlardan önce, namazın başladığını cemaate bildirmek amacıyla, ezana göre daha hızlı ve biraz daha alçak sesle okunan cami mûsikisi formudur. Arapça’da ikâmet kelimesiyle ifade edilen bu terim için Türkçe’de “kamet getirmek, kametlemek ve kamet okumak” tabirleri kullanılır. Kametin sözleri ezandaki sözlerin aynısı olup, sadece حَىَّ عَلَى الْفَلَحِ“ ”tan sonra iki defa “ قَدْ قاَمَتِ الصَّلاَةُ ” (namaz başlamıştır) cümlesi ilave edilir. Kamet esnasında ayakta durulur ve kıbleye dönülür. Kametin de ezanda olduğu gibi vaktin özellikleri düşünülerek makamlı okunması esastır.
Birden fazla müezzini bulunan camilerde gerek ezan gerekse namaz esnasında müezzinlerin toplu olarak veya sırayla yaptıklan müezzinlik faaliyetine “cumhur müezzinliği” denir. Tesbihat, teravih namazlarında aralarda okunan
salat-ı ümmiyye veya ramazan ilahileri, bu müezzin kadrosu tarafından koro hâlinde icra edilir.
İki kişinin karşılıklı olarak okuduğu ezana “çifte ezan” denilir.Bu ezanda müezzinlerin ses güzelliği, ses genişliği ve musiki bilgisi önemlidir. Bir müezzinin başladığı ses perdesini ve ses tonunu diğer müezzin takip etmeli, uyumlu geçişler yapmalıdır.
Cuma namazında hatip minbere çıktığı sırada cami içinde okunan ezana “iç ezan” denilir. Bu ezan dış ezandaki seyir düzenine göre biraz daha kısa okunur. Hatip minbere çıkarken müezzin tarafından okunan Ahzab Sûresi 56.ayeti ve ardından salatü selam okunur.
Ezanın bitiminden sonra Hz. Peygamber’in öğrettiği ve şefaatine vesile olacağını haber verdiği şu dua okunur:
اَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ
وَالصلََّةِ الْقَائِمَةِ اٰتِ مُحَمَّداًنِ
الْوَس۪يلَةَ وَالْفَض۪يلَةَ وَالدَّرَجَةَ الرَّافِعَةَ
وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًانِ الَّذ۪ى وَعَدْتَهُ
اِنَّكَ لَتُخْلِفُ الْم۪يعَادِ
Ey bu mükemmel davetin ve daimî çağrının (veya kılınacak namazın) rabbi olan Allahım! Muhammed’e sana yaklaştırıcı her türlü vesileyi ihsan et, onu faziletlerle donat. Onu -Kur’an-ı Kerim’inde- vaad ettiğin Makam-ı Mahmuda yücelt. Şüphesiz ki Sen vadinden dönmezsin.
Ezan okurken ve kamet getirirken kıbleye yönelmek sünnettir. Ezan namaz vakti girdikten sonra Arapça sözleri ve bilinen sırasıyla okunmalıdır. Ezan, içten gelerek okunduğu için, müezzinin sesi güzel ve makam bilgisi de olursa, ezan çok daha etkili olur. Lüzumsuz uzatmalar, gereksiz nağmeler yaparak ezan sözlerini bozmamak gerekir.
Yeni doğan bebeğin sağ kulağına hafif sesle ezan, sol kulağına da kamet okumak menduptur.
2.2. Namaz Tesbihatı
“…Rabb’ini çok zikret ve sabah akşam tesbih et.”
Âl-i İmran Suresi, 41. ayet
Tesbih etmek; “sübhanellah” kelimesini söylemek, Allah’ı yüceltmek, O’nu noksan sıfatlardan uzak tutmak anlamına gelir. Namaz tesbihatı ise, vakit namazların sonunda otuz üçer defa “sübhanellah”, “elhamdülillah” ve “Allahüekber” sözlerini söylemekten ibarettir. Bu namaz tesbihatının cemaatle kılınan farz namazlarda selamdan sonra müezzinler tarafından ses musikisi ile okunması, bir cami musikisi formudur. Her bir tesbih sözü önce müezzin tarafından yüksek sesle, sonra cemaatin sessiz tekrarı ile okunur. Tesbihat, bir veya birkaç müezzin tarafından değişik makamlarda icra edilebilir.
Müezzin, farz namazın arkasından şöyle tesbih duası okur.
اَللّٰهُمَّ اَ نْتَ السلََّمُ وَ مِنْكَ
السَّلَمُ تَبَارَكْتَ يَاذَا الْجَلَلِ
وَالِْكْرَامِ
“Allah’ım sen huzur kaynağısın, barış ve huzur sendendir. Ey celal ve ikram sahibi sen yücesin.” duasını okur. Namazın sonunda, imamın selam vermesini bekler ve
عَلٰى رَسُولِنَا صَلَوَاتٌ
diyerek Peygamberimize salavat getirilmesini ister.
سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَ لَاِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُُ وَاللّٰهُُ اَكْبَرُ
وَلَ حَوْلَ وَلَ قُوَّةَ اِلاَّ بِااللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ
“Allah bütün noksan sıfatlardan uzaktır. Allah’a hamdolsun. Allah’tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür. Yüce ve ulu Allah’tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur.” der. Sonra cemaatle birlikte Ayete’l-Kürsi’yi sessizce okur. İmam Ayete’l-Kürsi’yi bitirdikten sonra müezzin sesli bir şekilde سُبْحَانَ الّٰلُ diyerek tesbih kelimesini hatırlatır. Cemaat, otuz üç defa bu kelimeyi içinden tekrar eder. Ardından aynı şekilde الْحَمْدُ لِّٰ ve اَللُّٰ اَكْبَرُ diyerek bu kelimelerle Allah’ı tesbih eder. Bu tesbihattan sonra da aşağıdaki duayı okur:
لَ اِلٰهَ اِلَّ اللّٰهُ وَحْدَهُ لَ شَرِيكَ لَهُ.
قَد۪يرٌ ءٍ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْ
سُبْحَانَ رَبِّىَ الْعَلِىِّ الَْعْلَى الْوَهَّابِ
“Allah’tan başka ilah yoktur, o tektir, onun ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona aittir. Onun her şeye gücü yeter. Yücelere yücesi, karşılık beklemeden bol bol veren Rabbim her türlü eksiklikten münezzehtir.”
Genellikle cemaatle kılınan namazlardan sonra veya çeşitli toplantılarda ibadet maksadıyla yapılan tilavetlerde okunan on ayet veya orta uzunlukta yaklaşık on ayetlik bölüme aşır veya aşr-ı şerif adı verilir. Camilerde namazlardan sonra mihraptan okunan aşır mihrabiye olarak isimlendirilir. Aşır sesli olarak ve makamla okunur. Aşır okumaya istiâze ve besmele ile başlanır. Sonunda “sadekallahü’l-azîm” (En büyük olan Allah doğru söyledi) cümlesi söylenir. Ardından Saffat Suresinin 180-181 ve 182. ayetleri okunur:
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَ
وَسَلَمٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ وَالْحَمْدُ لِِّٰ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
el-Fatiha denilir.
Aşır, mümkün olduğunca Kur’an-ı Kerim’e uygun, sade ve temiz nağmelerle okunmalı aynı nağme motifleri her duruşta tekrarlanmamalıdır. Güzel ses Kur’an’ın güzelliğini artırdığı gibi, dinleyenlerin ondan etkilenmesine de vesile olur. Tilavette tecvid kurallarından kesinlikle taviz verilmemelidir. Aşır Kur’an-ı
Kerim’in belirli bölümlerinden okunacağı için o bölümün anlamı bilinmeli, okurken sesin yükseltilmesi ya da alçaltılması bakımından anlam dikkate alınmalıdır.
ÖRNEK AŞIRLAR
Aşır okunacak ayetler günün özelliğine ya da toplantının konusuna uygun ayetleri seçmek gerekir.
Belirli gün ve gündeme göre okunacak aşırlar için şu ayetler uygundur:
• Ramazan ile ilgili olarak: Bakara Suresi 183-186. ayetler
• Kur’an-ı Kerim ile ilgili toplantılarda Bakara Suresi 148-152. ayetler. Fatır Suresi 27-32. ayetler
• Hac meclislerinde Bakara Suresi 197-203. ayetler Hac Suresi 26-33. ayetler
• Kurbanla ilgili Saffat Suresi 99-113. ayetler
• Dua ile ilgili İbrahim Suresi 35-41. ayetler. Araf Suresi 54-57. ayetler
• Sünnet cemiyetlerinde Â-i İmran Suresi 31-37. ayetler ve Lokman Sûresi 13-19.ayetleri.
• Cenazelerde, vefat meclislerinde Âl-i İmran Suresi 185-189. ayetler. Yasin Suresi 77-83. ayetler.
ve Bakara Sûresi 152-157.ayetleri
• Şehitlikle ilgili meclislerde Bakara Suresi 153-157.ayetler; Âl-i İmran Suresi 169-174.ayetler
• Nişan, nikâh, düğün meclislerinde Furkan Suresi 61-77 veya 71-77. ayetler. Rum Suresi 20-27.
ayetler. Nur Suresin 32-34.ayetleri
• Mevlit kandili ve Peygamberimizin doğumuyla ilgili Tevbe Suresi 123-129. ayetler Ahzab Suresi
38-48. ayetler, Saf Suresi 1-9. ayetler
• Miraçla ilgili İsrâ Suresi 1-10. ayetler, Necm Suresi 1-18. ayetler
• Kadir gecesi Kadir Suresi 1-5.ayetler; Duhan Suresi 1-8.ayetler, Zümer Suresi 53-61 ayetler
• Tüm gün ve geceler için Mü’minûn Sûresi 1-11.ayetleri okunabilir.
Hz. Peygamber’in tavsiyeleri ile camilerde sabah ve akşam namazlarından sonra Haşr Suresinin son üç ayetinin11, yatsı namazından sonra Bakara Suresinin son iki ayetinin12 okunması sünnettir.
Tekbir kelimesi sözlükte, Allah’ı yüceltmek ve O’nun büyüklüğünü ifade etmek demektir. Tekbir; bayram namazından evvel ve hutbe sözleri arasında, mevlitlerde, cenaze namazlarında, sakal- ı şerif ziyaretlerinde vb. okunan bir tesbihattır. Ayrıca kurban kesilirken, hac ve umre ibadetlerinde de tekbir okunmaktadır.
Teşrik tekbirinin kaynağı ve başlangıcı Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i (a.s) kurban etme olayına kadar uzanır. İbrahim (a.s) gördüğü sahih rüya üzerine oğlunu Allah yolunda kurban etmeye karar verir. Cebrail (a.s) bedel olarak bir koç getirdiğinde “Allahu ekber Allahu ekber” diyerek tekbir getirir. İbrahim (a.s) bu sesi işitince “Lâ ilâhe illâllahu vallahu ekber” diye cevap verir. Bu tekbir ve tevhîd kelimelerini işiten ve kurban edilmeyi bekleyen İsmail (a.s.) da “Allahu ekber velillâhi’l-hamd” der. Böylece kıyamet gününe kadar sürecek büyük bir sünnet başlatılmış olur.
Tekbirin sözleri şöyledir:
اَلّٰلُ اَكْبَرُ اَلّٰلُ اَكْبَرُ لَ اِلٰهَ اِلاَّ الّٰلُ وَالّٰلُ اَكْبَرُ
اَلّٰلُ اَكْبَرُ وَلِِّ الْحَمْدُ
Anlamı: “Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah’tan başka ilah yoktur, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, hamt Allah içindir.” Tekbir Buhurizade Mustafa Itri Efendi tarafından segâh makamında bestelenmiştir. Türk dinî musikisi kültüründe önemli bir yeri bulunan tekbirin cemaat üzerinde oluşturduğu yoğun duygunun asıl unsuru eserin melodik yapısından kaynaklanmaktadır. Beste, uyandırdığı duygu ve etkiden dolayı Türkiye’nin yanı sıra bütün İslâm âleminde kabul görmüş ve okunmuştur.
uhammed’e Allah’tan rahmet ve selam temenni eden, belli bestesiyle okunan çeşitli güftelerin genel adıdır. Cami musikisi formları arasında yer alan ve sözleri Arapça olan salâlar okundukları yer ve zamana göre sabah salâsı, cenaze salâsı, cuma ve bayram salâsı, salât-ı ümmiyye gibi adlarla anılır. Bu salâlar tıpkı ezan gibi minarelerden bazen tek bazen de iki müezzin tarafından okunur. İki müezzinin okuduğu salâya “çifte salâ” adı verilir.
Cuma salâsı cuma günleri, ezandan bir müddet önce cuma namazı vaktinin yaklaştığını hatırlatmak amacıyla okunur. Bayram için de bazı bölgelerde namaz öncesi aynı şekilde salâ okunmaktadır.
Sabah salâsı, cuma sabahları ile Ramazan ve Kurban Bayramı günleri sabah namazı ezanından önce okunan salâdır.15
Günümüzde cenazenin kaldırılacağı vakit namazından bir veya yarım saat önce salâ okunmaktadır. Ayrıca bir vefat haberini insanlara duyurmak için de salâ okunması bazı bölgelerde gelenek hâlini almıştır. Perşembe geceleri yatsı ezanından önce
salâ okunduğu da görülmektedir.
Salâ, ezan ve kamet gibi güzel nağmelerle okunması gereken cami musikisi formlarındandır.
Salat-ı ümmiyye camilerde ve diğer meclislerde, dinî törenlerde belirli dini gün ve gecelerde, sakal-ı şerif ve Peygamberimize ait eşyanın ziyareti esnasında, cenazelerde, mevlit programlarında okunan salattır. Segâh makamındaki Salat-ı ümmiyye, Buhurizade Mustafa Itri tarafından bestelenmiştir. Sözleri şöyledir:
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ
وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِه۪ وَسَلِّمِ
Anlamı: ‘‘Allah’ım! Efendimiz, ümmi peygamber Muhammed’e rahmet eyle. Onun ehl-i beytine ve ashabına da güven ve huzur ver.”
Mevlitin sözlük manası, doğum yeri, doğum zamanı demektir. Terim olarak ise İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümünde yapılan törenleri; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adını ifade eder. Bir cami musikisi formu olarak mevlit Hz. Peygamber’in doğumu, peygamberliği, mi’racı, mucizeleri ve vefatını konu alan mesnevi türündeki şiirlerin, irticali beste ile okunmasından meydana gelir.
İslam dünyasında pek çok mevlit yazılmıştır. Ancak Türk dinî musikisinde “mevlit” denildiğinde, özellikle Osmanlı coğrafyasında yoğun ilgi gören Süleyman Çelebi’nin (1346–1422) “Vesîletü’n- necât” adlı eserinin besteli veya serbest olarak okunması ve bu maksatla yapılan törenler anlaşılır. Eserin, başta Hz. Peygamber’in doğum yıldönümü (mevlit kandili), mübarek gün ve geceler (kandiller) olmak üzere düğün, doğum, ölüm, evlenme, sünnet, hac ibadetini yerine getirme gibi olayların ardından sevinç ve hüzünlerin beraber paylaşılması için düzenlenen toplantılar esnasında okunması toplumumuzda yaygın bir adet hâline gelmiştir.
Mevlitin bilinen yegane bestekarı, 17. yüzyılda Bursa’da yaşamış olan Sekban adlı musikişinastır. Sekban’ın mevlit bestesi, 19. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı coğrafyasında okunmuş, ancak o tarihlerden sonra unutulmuştur.
Dokuz bölümden oluşan Mevlit’in her bölümüne “bahir” adı verilir. Ayrıca her bahir de kendi arasında bölümlere ayrılmıştır. Mevlit okuyan kişiye “mevlithân” denir. Bahir araları, aşır, ilahi ve kasideler ile bezenir. Bahirlerde, mevlithanın musiki bilgisi ve zevkine göre çeşitli makam geçkileri yapılır.
Mevlit’in bahirleri şunlardır:
• Münacat
• Mevlitin yazarı için dua
• Âlemin yaratılmasının sebebi
• Veladet (Peygamberimizin doğumu)
• Peygamberimizin mucizeleri
• Peygamberimizin miracı
• Peygamberimizin vasıfları
• Peygamberimizin vefatı
Mevlit törenine Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başlanır. Duruma göre bahirler öncesinde bir ilahi veya kaside okunur, aralarda ise salavatlar ile devam edilir. Sonunda yine Kur’an-ı Kerim tilaveti ve dua ile bitirilir. Bahirleri bir mevlithan okur, ilahiler ise koro şeklinde icra edilir. Mevlit bahirleri arasında okunan ilahilere “tevşih ilahileri” denir.
Mevlit okumak ve mevlit merasimleri düzenlemek dini bir zorunluluk değildir. Bununla birlikte mevlit, toplumsal bir coşkunun, Hz. Peygamber sevgisinin ve ona bağlılığın üst düzeyde edebi ve estetik olarak hissedilmesine, yaşanmasına ve dışa vurulmasına vesile olmaktadır. Bu vesileyle bir araya gelen müminler mevlitin kendine has musikisi ve edebî değeri ile coşar, yapılan sohbet, dua ve öğütlerle aynı duygu ve düşünce etrafında kaynaşarak bütünleşirler.
Beste: Müzik notasyonu kullanılarak yazılmış veya icra sırasında kaydedilmiş
müzik eseri. Bir müzik eserini oluşturan ezgilerin tümü.
Güfte: Bestelenmiş olan bir eserin sözlerine denir.
Makam: Türk müziğinde eserlerin ses dizilerini ve dizi özelliklerini ifade eder.
Nefes: Bektaşi şairler tarafından yazılmış ve Bektaşi tekkelerinde okunmak üzere çeşitli
makamlarda bestelenmiş manzum ilahilere denir.
Karar sesi: Bir eserin durak veya bitiş sesi.
Musiki meşki: Öğrencinin musiki eserini hocasından dinlemesi, onun önünde usulüne
uygun bir tarzda okuması ve öğrenip geçmesi.
Geçki: Makam değiştirmeye denir.
Perde: Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden her biri.
Tavır: Musikide makam, ahenk.
Tasavvufi temaları işleyen ve Türk din musikisinin makam ve usulleriyle bestelenerek dini toplantılarda okunan şiirlere ilahi denir. İlahiler; diğer formlarda bestelenmiş eserlere göre daha kolay ve anlaşabilir özelliklere sahiptir. Ritmin zikre uygunluğu bakımından halk tarafından kolayca ezberlenmiş ve hatta birçoğu anonim özellik kazanmıştır. Bundan dolayı camiden, dini merasimlere ve konser salonlarına kadar geniş bir icra sahasına sahip olmuş ve benimsenmişlerdir.
Koro hâlinde okunmak için bestelenen ilahiler ‘’Cumhur ilahi” adını alır. İlahilerde güftenin konusu kadar bestenin makam ve usulünde de dini-tasavvufi duyguyu yansıtanlar tercih edilmiştir. Kural olarak hemen her makamda ilahi bestelenebilir. Ancak ilahilerde genellikle fazla tiz seslerde dolaşmayan ağır makamlar tercih edilmiştir. İlahiler, genellikle okundukları mekâna göre cami ve tekke ilahileri diye ikiye ayrılmakla beraber bunların dışında değişik zaman ve mekânlarda da okunur.
Kültürümüzde özellikle tekkelerde ve camilerde aylara göre seçilmiş ilahilerin okunması gelenek hâlini almıştı. Muharrem ayında Kerbela Vak‘ası’na, özellikle de Hz. Hüseyin’in şehadetine, ehl-i beyt sevgisine dair okunan ilahiler muharrem ilahileri veya kısaca “muharremiyye” adıyla anılırdı. Mevlit ayları denilen rebiülevvel ve rebiülahir aylarında yapılan mevlit merasimlerinde naatlar yanında güftelerinde Resul-i Ekrem’e ait unsurların bulunduğu ilahiler okunurdu. Ramazan ayında camilerde kılınan teravih namazlarının her dört rek‘atından sonra okunan eserler ramazan ilahileri adıyla anılmıştır. Ramazanın ilk iki haftasında okunan ilahilerin güfteleri, “Merhaba ya şehr-i ramazan” mısraıyla başlardı. Uğurlama geceleri denilen son iki haftada okunan ilâhilerde ise ramazanın sona ermesinden doğan hüzün terennüm edilir, “Elveda ya şehr-i ramazan” gibi mısra ve nakaratlara
yer verilirdi. Şevval, zilkade ve zilhicce aylarında hac ibadeti ve mukaddes yerlerin özlemini terennüm eden ilahiler okunurdu.
İlahi formlarının başlıcaları şunlardır:
1.
Tevhid
: Allah’ın varlığı, birliği, esma ve sıfatı ile bunların çeşitli tecellilerini anlatan dinî manzumelerdir.
2.
Münacat
: Allah’a yalvarmak, O’ndan af ve mağfiret dilemek için yazılmış, cami ve tekkelerde besteyle okunan ilahilerdir.
3.
Naat
: Hz. Muhammed’i övmek, yüceltmek, özelliklerinden bahsetmek, şefaatini dilemek gibi maksatlarla yazılmış şiirlerdir.
4.
Tevşîh
: Mevlit ve mi‘râciyye bahirleri arasında okunan, Hz. Peygamber’i konu almış ilahilerdir.
Camide okunacak ilahilerin imkân ölçüsünde halk tarafından yaygın olarak bilinen ve cemaatin katılabileceği bestelerden seçilmesi uygun olur.