b. İlkelerin Olaya Uygulanması
i. Müdahalenin Varlığı
54. Başvuruya konu olayda, başvurucu hakkındaki derdest ceza yargılaması bağlamındaki verilerin GBT sistemine kaydedildiği görülmekle, başvurucuyla ilgili olarak resmi makamların muhafaza ettikleri söz konusu kişisel bilgilerin, özel hayata saygı hakkı anlamında kişisel nitelikli veriler olduğu, zira kimliği belirlenmiş ya da belirlenebilecek kişilerle ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda GBT sisteminde yer alan söz konusu bilgilerin, başvurucunun özel yaşamıyla ilgili olduğu tartışmasızdır.
55. Somut başvuruda, başvurucu hakkında yürütülen bir ceza yargılaması ile bağlantılı olarak hakkındaki derdest dava bilgisinin bilgi toplama sistemine kaydedildiği ve bu sistemdeki kayıtların özellikle yapılan güvenlik taramaları ve güvenlik soruşturmalarında kullanılabilecek nitelikte olduğu görülmekle (bkz. § 19), söz konusu kişisel verilerin ilgili sistemde tutulması ve belirtilen şekillerde kullanılmasının, Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatın gizliliği hakkına bir müdahale oluşturduğu açıktır.
ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
56. Özel hayatın gizliliği hakkı bağlamında kişisel veriler, Anayasa’nın 20. maddesinde ayrı bir fıkra olarak düzenlenmiş olup madde gerekçesinde karşılaştırmalı hukuk ve uluslararası belgelere işaret edilerek özel hayata saygı hakkı bağlamında kişisel verilerin korunmasının önemine değinilmiştir. Belirtilen düzenlemede özel sınırlama sebepleri öngörülmemiş olmakla birlikte yasa ile düzenleme hükmüne yer verilmiş ve kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebileceği belirtilmiştir.
57. Bu bağlamda Anayasa’nın 20. maddesinde özel hayatın gizliliği hakkı açısından, bu hakkın tüm boyutlarına ilişkin olmadığı anlaşılan birtakım sınırlama sebeplerine yer verilmiş olmakla beraber özel sınırlama nedeni öngörülmemiş olan hakların dahi hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırları bulunmakta ayrıca Anayasa’nın diğer maddelerinde yer alan kurallara dayanılarak da bu hakların sınırlanması mümkün olabilmektedir. Bu noktada Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvence ölçütleri işlevsel niteliği haizdir (Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 33).
58. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
59. Belirtilen Anayasa hükmü, hak ve özgürlükleri sınırlama ve güvence rejimi bakımından temel öneme sahip olup, Anayasa’da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin yasa koyucu tarafından hangi ölçütler gözönünde bulundurularak sınırlandırılabileceğini ortaya koymaktadır. Anayasa’nın bütünselliği ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel kuralları gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan belirtilen düzenlemede yer alan başta kanunla sınırlama kaydı olmak üzere tüm güvence ölçütlerinin, Anayasa’nın 20. maddesinde yer verilen hakkın kapsamının belirlenmesinde de gözetilmesi gerektiği açıktır (Sevim Akat Eşki, § 35).
Kanunilik
60. Hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması ölçütü anayasa yargısında önemli bir yere sahiptir. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün, yani müdahalenin hukuki bir temelinin mevcut olup olmadığıdır (Sevim Akat Eşki, § 36).
61. Sözleşme’nin lafzı ve AİHM içtihadı uyarınca da Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında yapılacak bir müdahalenin meşruluğu, öncelikle söz konusu müdahalenin yasa uyarınca gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuş olup, müdahalenin hukukîlik unsurunu taşımadığının tespiti halinde, Sözleşme’nin 8. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan diğer güvence ölçütleri tetkik edilmeksizin, müdahalenin ilgili maddeye aykırı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır (Fadeyeva/Rusya, B. No: 55723/00, 9/6/2005, § 95; Bykov/Rusya, B. No: 4378/02, 10/3/2009, § 82).
62. Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin yasallık şartını sağladığının kabulü için de müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur. Bununla birlikte temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin kanunların şeklen var olması yeterli değildir. Yasallık ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirmekte olup bu noktada yasanın niteliği önem kazanmaktadır. Yasayla sınırlama ölçütü, sınırlamanın erişilebilirliğini, öngörülebilirliğini ve kesinliğini ifade etmekte böylece uygulayıcının keyfî davranışlarının önüne geçtiği gibi kişinin hukuku bilmesine de yardımcı olmakta bu yönüyle hukuk güvenliği güvencesi sağlamaktadır (Halime Sare Aysal, B. No: 2013/1789, 11/11/2015, § 62).
63. Kanunun, bu gerekliliklere uygun olduğunun söylenebilmesi için yeterince ulaşılabilir olması yani vatandaşların belirli bir olaya uygulanabilir nitelikteki hukuk kurallarının varlığı hakkında yeterli bilgiye sahip olabilmesi, ayrıca ilgili normun keyfîliğe karşı uygun bir koruma sağlaması, yeterli bir netlikte yetkili makamlara verilen yetkinin genişliğini ve icra edilme biçimlerini tanımlaması gerekmektedir (Halime Sare Aysal, § 63; Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 25/3/1983, § 86-88; Malone/Birleşik Krallık, B. No: 8691/79, 2/8/1984, § 66-68; Rotaru/Romanya, § 55).
64. Somut başvuru açısından ise söz konusu gerekliliklere, kişisel verilerin kayıt, muhafaza ve kullanımını içeren tedbirlerin kapsamını ve uygulanmasını düzenleyen ve özellikle süre, stoklama, kullanım, üçüncü kişilerin erişimi, verilerin gizliliği, bütünlüğü ve imhası konusundaki prosedürlere ilişkin, muhataplarının yetki aşımı ve keyfîliğe karşı yeteri kadar güvenceye sahip olmalarını sağlayacak açık ve detaylı kuralların belirlenmesinin temel oluşturduğu açıktır.
65. Hukukun kendisi, beraberinde getireceği idari pratiğin dışında, yetkili makamlara bırakılan takdir yetkisinin kapsamını, söz konusu işlemin meşru amacını da gözönünde tutarak keyfî müdahalelere karşı bireyi korumak için yeterince açık bir şekilde göstermelidir. Hukuk sistemi vatandaşlara, kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde kişisel verileri konu alan ve potansiyel olarak özel yaşama karşı tehlike oluşturabilecek müdahalelerde bulunma yetkisi verdiğini, yeterince açık ifadelerle gösterecek nitelikte olmalıdır (Halime Sare Aysal, § 64).
66. Bu kapsamda ilgili sisteme bilgilerin girilmesi, müdahaleye temel oluşturan meşru amaçları taşıma şartına bağlı olmalı ve söz konusu yasal düzenleme, hangi bilgilerin kayıt altına alınabileceği, hangi yetkililere iletilebileceği, böyle bir iletimin hangi koşullarda mümkün olabileceği ve bilginin ilgili makamlara iletilmesi hususunda izlenecek usul konusunda açık ve ayrıntılı hükümler içermelidir. Söz konusu sisteme ilişkin düzenleme; bilgi toplama, kaydetme ve ilgili makamlarla paylaşma veya sair şekilde kullanma konusunda, yetkili makamlara tanıdığı takdir yetkisinin kullanılma tarzı ve alanı bakımından vatandaşlara yeterince öngörüde bulunma olanağı sağlamak durumundadır.
67. Anayasa Mahkemesi idareye keyfî uygulamalara meydan verebilecek çok geniş bir takdir yetkisi tanınmasını birçok kararında Anayasa’ya aykırı görmüştür. Mahkemenin gerek Anayasa’nın 13. maddesindeki yasallık ilkesini yorumlayan kararlarında gerek 7. maddedeki yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesini yorumlayan kararlarında gerekse 2. madde kapsamında hukuk devleti ilkesini ele alan kararlarında bunu görmek mümkündür. Söz konusu kararlarda Mahkeme, kanunun şeklen var olmasını yeterli görmemekte kanunun niteliğini de araştırmakta ve bu bağlamda bir sınırlamanın nerede başlayıp nerede bittiğinin belirtilmemesi durumunda, amacı aşan, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmayan, içeriğinin takdiri yönetime bırakılmış sakıncalı sınırlamalar getirilmiş olacağı; içeriğinin belirlenmesi yönetimin görüşüne bırakılan sınırlamanın yasa ile konulduğundan söz edilemeyeceği; hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesinin belirliliği de gerektirdiği ve belirlilik ilkesinin, ilgili yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belirli ve kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini gerektirdiği ve yasa koyucunun temel ilkeleri koymadan, genel çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız ve belirsiz bir alanı yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerektiği belirtilmektedir (E.1984/14, K.1985/7, 13.06.1985; E.1987/16, K.1988/8, 19.04.1988; E.2010/7, K.2011/172, 22.12.2011).
68. Sözleşme organları da birçok kez ve özellikle ceza davaları kapsamında, resmî makamlar tarafından kişisel nitelikli verilerin depolanması, muhafaza edilmesi ve kullanılmasıyla ilgili sorunlara eğilmiş ve bu kapsamda yapılan değerlendirmelerde, uygulayıcıya sınırları belirsiz müdahale yetkisi veren hukuki düzenlemelerin hukuk devleti ilkesiyle de çatıştığı vurgulanarak keyfî müdahaleleri önlemek için hukuk kuralının verdiği yetkinin amacını ve kullanım biçimini yeterli açıklıkta belirtmiş olması zorunluluğuna işaret edilmiştir (Al Nashif/Bulgaristan, B. No: 50963/99, 20/6/2002, §§ 119-124).
69. Bununla birlikte her ihtimale çözüm getiremeyecek olan yasal mevzuatın gereken koruma seviyesi, büyük ölçüde ilgili metnin düzenlediği alan ve içeriğiyle birlikte muhataplarının niteliği ve sayısıyla yakından bağlantılıdır. Bu nedenle kuralın karmaşık olması ya da belirli ölçülerde soyutluk içermesi ve bu nedenle hukuki yardım ile tam olarak anlaşılabilir hale gelmesi, tek başına hukuken öngörülebilirlik ilkesine aykırı görülemez. Bu kapsamda hak ya da özgürlüğe müdahale eden kural belirli ölçülerdeki takdir alanını elbette uygulayıcıya sunabilir. Fakat bu takdir alanının sınırlarının da yeterli açıklıkta belirlenmesi ve kuralın asgari bir kesinlik içermesi zaruridir (Halime Sare Aysal, § 65).
70. Bu kapsamda ilgili kanuni düzenlemenin, söz konusu sınırlamaya ilişkin temel çerçeveyi ortaya koymakla birlikte özellikle uygulama koşulları ve prosedürel ayrıntıları düzenleyici işlemlere bırakması mümkündür. Ancak bu ihtimalde de söz konusu düzenleyici işlemin, yine muhataplarınca ulaşılabilir olması ve içeriği hakkında ilgilileri yeterince aydınlatacak nitelik ve açıklıkta olması gerekmektedir (Halime Sare Aysal, § 66).
71. Başvuruya konu idari uygulama ve yargısal sürecin, 3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi ve Bilgi Toplama Yönergesi’nin 9. maddesi temelinde yürütüldüğü anlaşılmaktadır.
72. İlgili idari ve yargısal kararlarda söz konusu uygulamanın yasal temeli olarak gösterilen 2559 sayılı Kanun’un 7. maddesine dayanılarak hazırlandığı belirtilen Yönerge’nin 9. maddesinin (a) fıkrasında, maddenin (b) fıkrasında belirtilen suçları işlemiş ve yakalanmış olan sanıklar için de suç türüne uygun bilgi formu doldurulacağı ve yakalandığı kaydı düşülmek suretiyle sistemde muhafaza edileceği ifade edilmektedir. Yönerge’nin 10. maddesinin (b) fıkrasında, güvenlik kuvvetlerinin kendi sorumluluk alanında el koydukları olaylarda; suç işleyen şahsın bilgisayar sorgulamasını yapacağı, geçmişte işledikleri suç kayıtları varsa tespit edeceği ve soruşturma evrakına yazacağı; aynı maddenin (b) fıkrasının (2) numaralı bendinin (b) alt bendinde ise şüpheli hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame hazırlanıp mahkemece iddianamenin kabulünden sonra mahkemenin “Esas” sayısı alınmak suretiyle şahıs bilgi formu açılarak Bilgi Toplama Programına girişinin, programda “Hakkında İşlem Yapılacaklar” ibaresiyle şüphelinin kaydı mevcutsa kayıt üzerinde düzeltme işlemi yapılacağı belirtilmektedir. Kayıtların silinmesi hususunda ise 16. maddenin (b) fıkrasında, Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrasında yazılı suç sayılan fiilleri işleyenler hakkında adli makamlarca, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, davanın düşmesi veya dava zaman aşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmiş ve kararın kesinleşmiş olması halinde bilgi formlarının iptal edileceği belirtilmekle birlikte Yönerge’nin 4. maddesinde, Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrası kapsamına girmeyen suçlardan açılan bilgi formlarının şahısların yakalanmaları halinde tasniften çıkarılarak imha edileceği, 9. maddesinin (b) fıkrası kapsamına giren suçlar için açılan bilgi formlarının ise iptal koşulları oluştuğunda tasniften çıkarılarak iptal evrakı ekinde arşive alınacağı düzenlenmektedir.
73. İlgili Yönerge uyarınca genel bilgi toplama sisteminde kaydı tutulacak unsurlar, kişileri, bazı belgeleri ve araçları kapsamaktadır. Hakkında bilgi tutulacak kişilerin ise, Yönerge’nin amacını düzenleyen 1. maddesi uyarınca suç işlemesi sebebiyle aranmasına karar verilen, kaybolan, yakalansalar dahi bazı suçları işlemiş olan ve kamu haklarından yararlanmaları konusunda sınırlama getirilen kişiler olduğu anlaşılmaktadır.
74. Yönerge’nin 7. maddesi ve 9. maddesinin (a) fıkrası hükümlerine göre hakkında arama kararı bulunmadığı veya yakalanmış olduğu hâlde belirli bazı suçlardan dolayı yargılanan kişiler hakkında da genel bilgi toplama programına bilgi kaydedilebilmektedir. Bu suçların hangileri olduğu, Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrasında gösterilmektedir.
75. Yönerge’nin hangi normlara dayalı olarak düzenlendiği “Kanuni dayanak” başlıklı 3. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre söz konusu Yönerge, 3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve 33. maddesi, 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesi ile Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 42. maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bendine dayanılarak hazırlanmıştır.
76. 3152 sayılı Kanun’un 13. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi, İçişleri Bakanlığı Kaçakçılık İstihbarat, Harekât ve Bilgi Toplama Dairesi Başkanlığının görevlerini düzenlemekte ve suç işleyip ele geçmeyen kişilerin, çalınan veya kaybedilen motorlu taşıtların, ateşli silahların, kimliği ispata yarayan her türlü belgelerin kayıtlarını tutarak güvenlik kuvvetlerine bildirmek, görevli kuruluşlarla ilgili kuvvetleri arasında koordinasyon sağlamak görevini, ilgili birimin görevleri arasında saymaktadır. Bu yönüyle kişilere ilişkin kayıtların tutulmasına ilişkin yetkinin, suç işleyip ele geçmeyen kişiler ile sınırlı olarak öngörüldüğü anlaşılmaktadır. Bu kapsamda ilgili Yönergeye dayanak olarak gösterilen belirtilen kanun maddesinin, Yönerge’nin “yakalansalar dahi bazı suçları işlemiş olan kişiler” hakkında kayıt tutulacağı şeklindeki düzenlemesini ve bu yöndeki uygulamayı temellendirmediği anlaşılmaktadır. 3152 sayılı Kanun’un 33. maddesinin ise yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetleri idari metinlerle düzenleme konusunda İçişleri Bakanlığını yetkilendirdiği anlaşılmaktadır.
77. Bununla bilikte Yönerge’nin dayanakları arasında gösterilen 2559 sayılı Kanun’un Ek 7. maddesinde, polisin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Anayasa düzenine ve genel güvenliğine dair önleyici ve koruyucu tedbirleri alacağı, emniyet ve asayişi sağlamak üzere ülke seviyesinde istihbarat faaliyetlerinde bulunacağı, bu amaçla bilgi toplayacağı, değerlendireceği, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştıracağı, devletin diğer istihbarat kuruluşlarıyla işbirliği yapacağı düzenlemesine yer verildiği görülmektedir. Bu kapsamda, istihbarat faaliyetlerinde bulunma, bu amaçla bilgi toplama, değerlendirme, yetkili mercilere veya kullanma alanına ulaştırma şeklindeki yetkilere yer veren söz konusu düzenlemenin, başvuruya konu müdahalenin kanuni dayanağını oluşturduğu anlaşılmaktadır (bkz. Bülent Polat, B. No: 2013/7666, 10/12/2015, § 87).
78. İlgili idari ve yargısal kararlara temel alınan söz konusu düzenleme göz önünde bulundurulduğunda, başvuruya konu müdahalenin kanunilik şartını sağladığı anlaşılmaktadır.
Meşru Amaç
79. Somut başvuru açısından, belirli suçlar kapsamında yargılanan kişiler hakkındaki derdest dava bilgilerinin GBT sistemine kaydı yapılarak, söz konusu bilgilerin özellikle yapılan güvenlik taramaları ve güvenlik soruşturmalarında kullanıldığı (bkz. § 19), bu kapsamda söz konusu uygulamanın kamu düzeni ve güvenliğinin temini şeklindeki meşru temelleri içerdiği anlaşılmaktadır.
Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük
80. Kanuni dayanağı bulunan ve meşru amaç taşıyan müdahalenin ihlal teşkil etmemesi için Anayasa’nın 13. maddesinde yer verilen demokratik toplum düzeninde gereklilik, hakkın özüne dokunmama ve ölçülülük şeklindeki güvence ölçütlerine uygun olması gerekir.
81. Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle de bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı, kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil; koşulları, nedeni, yöntemi ve kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları gibi unsurların tamamı demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir (Serap Tortuk, § 46; Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 37; Marcus Frank Cerny, (GK), B. No: 2013/5126, 2/7/2015, § 71).
82. Hakkın özü, dokunulduğunda söz konusu temel hak ve özgürlüğü anlamsız kılan asli çekirdeği ifade etmektedir. Bu yönüyle her temel hak açısından kişiye dokunulmaz asgari bir alan güvencesi sağlamaktadır. Bu çerçevede, hakkın kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren, hakkı kullanılamaz hâle getiren veya ortadan kaldıran sınırlamaların, hakkın özüne dokunduğu kabul edilmelidir. Özel hayata saygı hakkı bağlamında da bu hakkın ortadan kaldırılması, kullanılamaz hâle getirilmesi veya kullanılmasının aşırı derecede güçleştirilmesi sonucunu doğuran müdahalelerin, bu hakkın özünü zedeleyeceği açıktır. Ölçülülük ilkesinin amacı da temel hak ve özgürlüklerin gereğinden fazla sınırlanmasının önlenmesidir. Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca ölçülülük ilkesi, sınırlama için kullanılan aracın sınırlama amacını gerçekleştirmeye uygun olmasını ifade eden elverişlilik, sınırlayıcı önlemin sınırlama amacına ulaşmak bakımından zorunlu olmasına işaret eden zorunluluk ve araçla amacın orantısız bir ölçü içinde bulunmaması ile sınırlamanın ölçüsüz bir yükümlülük getirmemesi anlamına gelen orantılılık unsurlarını içermektedir (Serap Tortuk, § 47, Murat Atılgan, § 38; Marcus Frank Cerny, § 72).
83. Anayasa’nın 13. maddesi vasıtasıyla Anayasa’da yer alan tüm temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda geçerli olan bu denge, özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanmasında da gözönünde bulundurulmalıdır. Özel hayatın gizliliği hakkının sınırlanması mümkün olmakla beraber, sınırlamada öngörülen meşru amaç ile sınırlama aracı arasında orantısızlık bulunmamalı, sınırlama ile ulaşılabilecek yarar ile temel hak ve özgürlüğü sınırlanan bireyin kaybı arasında adil bir denge kurulmasına özen gösterilmelidir. Bu noktada, belirtilen ölçütlere riayetle bir sınırlama yapılıp yapılmadığının tespiti için müdahale teşkil ettiği ve özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan meşru amaç karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığının gözönünde bulundurulması ve söz konusu menfaatler arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının belirlenmesi gerekmektedir (Serap Tortuk, § 48, Murat Atılgan, § 39; Marcus Frank Cerny, § 73).
84. Bu alandaki belirleyici mesele; ilgili bireyin ve kamu düzeninin yarışan menfaatleri arasında, kamusal makamların bu konuda kendilerine tanınan takdir alanı içinde adil bir denge kurup kurmadıklarıdır. Özellikle kişisel veriler gibi özel yaşamın en hassas yönlerinin etkilendiği durumlarda, bu dengelemenin titizlikle yapılması ve takdirin gerekçelerinin ilgili kararlara açıkça yansıtılması zaruri olup, başvuruya konu idari ve yargısal uygulamanın yukarıda belirtilen meşru temellere dayandığı açık olmakla birlikte, başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkına müdahale teşkil ettiği anlaşılan sınırlamanın belirtilen hakkın özüne dokunarak, onu anlamsız kılacak ölçüde olmaması gerekmektedir.
85. Kamusal makamların izlenen meşru amaçlar bağlamında bir hakkın sınırlandırılması sürecinde takdir yetkisi bulunmakla birlikte, belirtilen takdir yetkisi, her bir vaka özelinde ayrı bir kapsama sahiptir. Güvence altına alınan hakkın veya hukuksal yararın niteliği ve bunun birey bakımından önemi gibi unsurlara bağlı olarak bu yetkinin kapsamı daralmakta veya genişlemekte, yükümlülüklerin türü ve kapsamı her bir olay özelinde farklı değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.
86. Özel hayatın gizliliği hakkına müdahale teşkil eden uygulamaların değerlendirilmesinde de, ilgili idari ve yargısal makamların takdirlerinin gerekçelerini, ilgililerin yargı yoluna müracaat imkânını da etkili şekilde kullanabilmelerini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya koymaları gerekmektedir. Söz konusu işlemin bir temel hak üzerinde etki gösterdiği durumlarda, söz konusu tedbirin demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ve alınan tedbir ile icra tarzının gözetilen meşru amaç ile orantılı olduğunun ortaya konulması şarttır.
87. Anayasa Mahkemesinin bu noktadaki görevi, kişisel verilerin belirli kamusal amaçlarla tutulması, işlenmesi ve kullanılması hususunun ne şekilde düzenlenmesi gerektiği hususunda bir yargıda bulunmak ve derece mahkemelerinin yerine geçerek ilgili mevzuat hükümlerinin yorumunun bizzat tespiti olmayıp, ilgili anayasal normlar bağlamında, kamusal makamların kendilerine tanınmış olan takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesidir. Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin söz konusu mevzuat hükümlerini yorumlayıp uygularken özel hayatın gizliliğine ilişkin bireysel menfaat ve söz konusu sınırlama ile gözetilen kamusal menfaat arasında kurulması gereken dengeyi tespit etmek suretiyle Anayasa’nın 20. maddesindeki güvenceleri koruyup korumadıklarını belirleme yetkisine sahiptir. Bu nedenle derece mahkemelerince varılan sonucun Anayasa’nın 20. maddesine uygun olup olmadığının, söz konusu uygulamanın özel hayatın gizliliği hakkına yönelik orantılı bir müdahale oluşturup oluşturmadığının karara bağlanması gerekmektedir.
88. Somut başvuru açısından, belirli suçlar nedeniyle hakkında kamu davası açılmış olan şahıslar hakkındaki derdest dava bilgilerinin GBT sistemine kaydının yapıldığı, kamu düzeni ve güvenliğinin temini şeklindeki meşru temelleri içerdiği anlaşılan uygulama kapsamında söz konusu bilgilerin özellikle yapılan güvenlik taramaları ve güvenlik soruşturmalarında kullanıldığı (bkz. § 19), ilgili bilgilerin toplanma, paylaşım, kullanım ve silinmesine ilişkin hususların ayrıntılı olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır.
89. Başvurucunun, yargılandığı suçun Yönerge’nin 9. maddesinin (b) fıkrasında yer alan suçlar arasında olmaması nedeniyle müdahalenin meşru olmadığı yönündeki iddiasının da ilgili derece mahkemesince değerlendirildiği, bu suçun ilgili Yönerge’nin 9. maddesi kapsamında yer almadığı ileri sürülmekte ise de aynı nitelikteki suçun yürürlükteki 5237 sayılı Kanun’un 216. maddesinde yer aldığı ve Yönerge’nin belirtilen maddesinde bu suç türüne de yer verildiğinin anlaşıldığının ifade edildiği, bu kapsamda, derece mahkemelerinin söz konusu mevzuat hükümlerini ve maddi olayı yorumlayış şeklinde bir takdir hatasının söz konusu olmadığı görülmektedir.
90. Bunun yanı sıra başvurucu tarafından, söz konusu verilerden, toplama, muhafaza ve kullanım hususunda tespit edilen amaç dışında yararlanıldığına ilişkin herhangi bir iddiada da bulunulmadığı anlaşılmaktadır.91. Yukarıda yer verilen tespitler kapsamında, başvuruya konu müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı söylenemez.