Merhaba sevgili okurlar.
Bu köşede afet ve doğa kavramları üzerindeki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilimsel terim ve tanımlarla sizleri fazla bunaltmayı düşünmüyorum.
Her zaman insan doğanın bir parçası deriz. Bunu söylerken teneke kutu ve beton duvarlar arasında söyleriz. Evet, insan doğanın bir parçasıdır. Ancak doğadan öylesine uzaklaşmıştır ki söylediğine bile kendisi inanmamaktadır. Doğada normalde gerçekleşen olaylar insanda afet etkisi yapmaktadır. Afetlerin oluşabilmesinin birincil etmenlerinden birisi insandır. Deprem olacaktır. Göktaşı düşecektir. Yağmur yağacaktır. Düşünün bir kez. İnsanların yaşamadığı bir yerde deprem olsa… Ya da ıssız bir çölde göktaşı düşse… Burada afet olgusundan söz edemeyiz. Öyleyse insanların bulunduğu bir yerde afet olabilir. Dolayısıyla başaktör insandır. Yaşantımız gereği insan doğadan o kadar uzaklaşmıştır ki başına gelen birçok şeyi doğaya bağlamakta ve doğal afet adını vererek suçluyu doğa olarak belirlemiştir.
Doğa sporları ile ilgilenenler üzerinde yapılan çalışmalar bu insanların doğa olayları konusunda farkındalık düzeylerinin daha fazla olduğunu kanıtlamaktadır. Farkında olmak ise bir olaya karşı bilinç sahibi olmaktır. Söz gelimi araç kullanıyorsunuz. Bir kavşağa yaklaşırken burada bir tehlike ile karşılaşabileceğinin (yaya, araç vb.) farkındalığı olan birisi iseniz ya yavaşlıyorsunuz ya da tetikte olarak sağa sola bakarak ilerliyorsunuz. Doğa ile iç içe olan insanlar işte bu konuda daha fazla farkındalık sahibi olduğu için oluşabilecek tehlikeleri ve yaratacağı hasarı öngörebilmektedir.
Dünyanın oluşumundan bu yana yağmurlar yağmakta. Göktaşları düşmekte. Depremler olmakta. Çığlar düşmekte. Toprak kaymakta. Bu tür olaylar ne zaman afet olarak adlandırılmakta. İçine insan unsuru girdiğinde ve insanların yetersiz kaldığı durumlarda afet olarak adlandırılmakta.
Dağcılık ile ilgilenen birisi için çığ son derece olağan bir olaydır. Bu yüzden geçtiği yerlerde sürekli bir değerlendirme yapar. Kar var mı? Durumu ne? Düşer mi? Düşerse nasıl davranabilirim. Ya da sel konusunda bir farkındalığı olmalı ki çadır kuracağı yer konusunda bu tehlikeyi de göz önünde bulundurmalıdır.
Oysa doğadan uzak yaşayan bir insan için bu tehlikeler o kadar uzaktır ki. Bir teneke kutunun içinde koltuk ısıtmalı aracı ile yolculuk yaparken biraz sonra üzerine düşecek olan çığın farkında olması imkansızdır.
Doğa sporlarının kazanımlarından bir diğeri de; kişinin kendi kendisine yetebilmesidir. Bu yüzden ülkemizdeki büyük 17 ağustos depreminden sonra, doğa sporcuları yardım organizasyonlarında aktif rol oynamıştır. Konfor alanında yaşayan bir insan maalesef farklı bir ortamda yaşayamayacağını düşünür. Oysa dağcılık gibi doğa sporları ile ilgilenen birisi çok zor koşullarda yaşamını devam ettirebilir. Bu koşullarda yaşamını devam ettirmek için bir zihinsel hazırlığa sahiptir. Hepimiz bir gece açıkta kaldığımızda yaşayamayacağımızı düşünürüz. Oysa doğa sporcusu bu durumda yaşamını nasıl devam ettirebileceğinin bilgisine sahiptir. Dolayısıyla doğa ile iç içe insan için doğal afet kavaramı yoktur. Tüm bunlar doğal birer olaydır. Nasıl önlem alınacağının bilgisine sahiptir.
İnsan yaşadığı sosyal toplum içinde o kadar doğadan uzaklaşmıştır ki her türlü doğa olayı afet haline gelmektedir. Bu sorunun çözümü ise her zaman sürdürülebilir koşullar altında doğaya çıkmaktan geçmektedir. Sürdürülebilir kelimesi burada doğaya en az etki olarak algılanmalıdır. İnsan doğaya adım attığından sonra mutlaka bir etki oluşturacaktır. Bu etkinin en az olması anlaşılmalıdır.
Geleceğimizi afetlerden koruma yolu doğadan geçmektedir. Çocuklarımızı doğaya çıkarmalı, kendi kendine yetebilen, düşünebilen, farkına varabilen, doğayı hissedebilen bireyler haline getirmeliyiz. Yoksa kaybeden her zaman biz olacağız.
En kısa sürede sağlıklı ve mutlu günlerde buluşmak dileği ile. Doğada kalın. Doğayla kalın.