Aile Konutuna İlişkin Olarak Malik Olmayan Eşin Açık rızası Gaziantep Avukat Ali Tümbaş

Aile Konutu Kavramı ve Aile Konutu Üzerinde Eşin Hakkı

Aile konutu kavramı hukuk dünyamıza 4721 Sayılı Yeni Medeni Kanun ile girmiş bir kavramdır.

Aile konutu, eşlerin ve diğer aile fertlerinin ortak yaşamını birlikte devam ettirmek amacıyla süreklilik arz etmek suretiyle kullandıkları, acı ve tatlı günlerini içinde yaşadığı tüm aile yaşamlarının merkezi durumuna getirdikleri konut olarak tanımlanabilir.
Medeni Yasamızın 194., 240., 250., 279. Ve 652. Maddeleri Aile Konutuna ilişkin hukuktaki düzenlemeleri içermektedir. Eşlerin birden çok konutunun var olması halinde çocukların kaldığı konutun aile konutu olduğu kabul edilmektedir.

Aile Konutu Nedir?

Aile konutu için gerek 4271 Sayılı Türk Medeni Kanunu gerekçesinde, gerekse de Yargıtay kararlarında hukuki tanımlamalar yapılmış olup kısaca “ailenin evlilik süresi içerisinde yaşamını sürdürdükleri yerdir.” tanımını yapmak uygun düşecektir. Aile konutu hakkında karar verilmesi, bir tasarrufta bulunulması konusunda eşlerin birlikte hareket etmesi gerektiği yasa tarafından belirlenmiştir. Böylelikle evlilik birliğinin devamlılığının ve aile kurumunun zarar görmemesinin sağlanması hedeflenmektedir.

Aile Konutu kavramının düzenlendiği Türk Medeni Kanunu ’nun 194. maddesinin 1. fıkrası; “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmüne haizdir. Yasa hükmü incelendiğinde; aile konutuna ilişkin belirli bir tanım yapılmadığı görülmektedir. Bu nedenle, evlilik birliği süresince ailenin yaşamını sürdürebileceği her türlü konut, aile konutu olarak kabul edilebilecektir.

Yasanın gerekçesinde ise aile konutu için; “Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır.” tanımının yapıldığı görülmektedir. Bu halde aile konutu bir apartman dairesi olabileceği gibi, müstakil yapıda bir villa, tek odadan oluşan bir yapı dahi olabilir. Yeter ki ailenin bu yapı içerisinde aile hayatına yön verdikleri, anılar biriktirdikleri bir konut olsun.

Malik Olmayan Eşin Rızası Alınmadan Kurulan İpoteğin Geçersiz Olduğu İleri Sürülebilir mi?

Malik olan eş tarafından gerek ticari hayat içerisinde kullanılan ticari kredilerin teminatı olarak yahut bireysel olarak kullandığı kredilere teminat olarak; ya da bir başkasının yararına olmak üzere gayrimenkul üzerine ipotek konulduğu görülmektedir.

İpotek her ne sebeple tesis ediliyorsa edilsin, gayrimenkul eğer aile konutu ise; malik olmayan eşin açık rızasının alınması gerekir. Bu muvafakatin alınmamış olması halinde tesis edilmiş olan ipoteğin kaldırılması için malik olmayan eş tarafından ipoteğin kaldırılması davası açılması ve yargılama sonunda ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesi mümkündür.

İpotek konulan aile konutunda, malik olmayan eş ipoteğin konulmasına rızası olmadığını ileri sürerek ipoteğin fekki (kaldırılması) davası açabilir. Her ne kadar, dava malik olmayan eş tarafından açılacak olsa da; davaya konu ipoteğin tesis işlemi esnasında eş rızasının alındığını ispat yükü, lehine ipotek tesis edilmiş olan kişi/kurumda olacaktır. Uygulamada ve Yargıtay kararlarında “eş muvafakatinin alınmamış olması” ipoteğin kaldırılması için mutlak sebep olarak kabul edilmektedir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2-2934 Esas – 2017/1556 Karar Sayılı 06.12.2017 Tarihli kararında bu hususa açıklık getirmiştir: “Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacı kadının bilgi ve onayı dışında, TMK m. 194/1’e aykırı olarak ipotek tesis edilmesi nedeniyle, yerel mahkemece ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığından bu yöne ilişkin direnme kararı yerindedir.”

Yargıtay Kararı – HGK., E. 2019/318 K. 2019/1238 T. 28.11.2019

Taraflar arasında görülen “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.05.2016 tarih ve 2015/429 E., 2016/307 K. sayılı karar davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.07.2017 tarih ve 2016/22562 E., 2017/8749 K. sayılı kararı ile;

“…1-Davacı, davalı eşinin malik olduğu aile konutu üzerine diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş olduğunu, bu işleme rızasının bulunmadığını, davaya konu taşınmazın cebri icra takibi neticesinde banka tarafından alacağına mahsuben alındığını belirterek banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eşi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir.

İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. Türk Medeni Kanunu ’nun 705. maddesinde “taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır” hükmü yer almaktadır.

Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir.

2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Bu konu hakkında benzer makaleler için tıklayın

Avukatlarımızın Yazısını Oylar mısınız?