Bugün bütün bu yaşadığımız hikayeyi anlatan, ama ekonomi sayfalarında göreceğiniz iki haberle başlamak istiyorum.
Bilirsiniz, İshak Alaton bu toprakların yetiştirdiği en önemli işadamlarından. Ben Alaton’un mesela bir yüz yıl sonrasını falan ayrıntısıyla gördüğünden çok eminim. Bu tipik öncü sınıf sezgisidir. Türkiye’de doğru dürüst burjuva olmadığı için böyle topyekûn sezgisel bir duruş yok. Neyse işin burası ayrı hikaye…
Alaton, TÜSİAD’ın, öncü rolünden uzun yıllar önce umudunu kestiği için, üyelikten de ayrılmıştı. Ancak canının çok sıkıldığı zamanlarda sanıyorum kendini tutamıyor ve konuşuyor. TÜSİAD seçimi öncesi Alaton, Ümit Boyner’den umutlu olduğunu ancak Boyner’in etrafındaki dinozorların çokluğunun bu umudunu kırdığını söyledi.
TÜSİAD’ın, Türkiye’nin çeşitli dönemlerindeki inisiyatifi ama özellikle son on yıldaki değişime direnen çizgisi ve zikzakları, Türkiye tarihindeki birçok yol ayrımını ve gelişmeyi açıklayacak kadar önemlidir.
Tam burada ikinci haberimize geçelim. Dijital fotoğraf makinesini ilk defa piyasaya süren ve bu alanda bir yeniliğin öncüsü olan 131 yıllık Kodak batmak üzere. Kodak, şimdilik elindeki patentleri satarak kurtulmayı planlıyormuş. Burayı geçelim; Kodak’ta olan her şeyin bir fazlası rakiplerinde vardır ya da geliştirilmek üzeredir. Kodak, elindeki Ar-Ge’yi, yanlış alanlarda kullandı ve özellikle Asyalı rakiplerinin rekabeti karşısında bocalayıp yanlış alanlarda odaklandı ve dağıldı. Artık dijital dünyanın sonsuza giden yolculuğunda Kodak, bu haliyle, olmayacak. Belki tek yapacakları şey ellerindeki pazar ağını ve markayı satmak olabilir. Patent satmak çok komik. Çünkü artık teknoloji, neo klasik iktisatçıların varsaydığı gibi, kamusal bir mal olma yolunda ilerliyor. Aşağıdaki grafikte, bu krizden çıkışı sağlayacak öncü alanlar ve sektörler görülüyor. En tepedeki bilgi iletişim sektörü, teknolojik tıp, uzay sanayi gibi alanlarda bile, teknolojik katma değer oranları düşerken, buralardaki beşeri sermaye maliyeti artıyor. Yani ücretler bu sektörlerde yükseliyor. Çünkü iyi bir eğitim alan herhangi bir uzman bir Ar-Ge laboratuarında, dünyanın herhangi bir yerinde, umulmadık buluş yapabilir. Bundan dolayı eğitim, bilgi ve bununla donanmış insan öne çıkıyor. Arazilerim, soylu geçmişim, atalarımdan kalma fabrikalarım, arkamda ulus-devletim, sınırlarım var diyen Alaton’un dinozorları da kaybediyor. Hikaye budur. Yalnız bizde değil; dünyanın her yerinde budur.
Tam buradan başlarsanız, önünüzdeki-arkanızdaki bütün siyasi, hukuki gelişmeleri de açıklarsınız. Yine grafiğimize dönersek, Türkiye’de hakim sermayenin sermaye yoğun alanlarda patinaj çektiğini, teknoloji yoğun alanlara kısmi geçişin de son on yılda hızlandığını ama yetersiz olduğunu görürüz. Dünyadaki bütün yapılanma, sanayi toplumunun değerleri, kurumları ve paylaşımı üzerine inşa edilmiştir. Hâlâ İran’ın Hürmüz Boğazı’nı 20. yüzyıl silah sanayisiyle kapatması, dünya ekonomisindeki krizi derinleştiriyorsa bu, bize eski olanın direnmekte olduğunu da gösterir. O zaman bu krizin aşılması siyasi dönüşüme de bağlıdır.
Yarını Ar-Ge laboratuvarları belirleyecek!
Türkiye’de dün eski genelkurmay başkanlarından biri sanık olarak adliyeye gitti. Tarihi olay diye verildi. Tamam, eski emek-yoğun ve sermaye yoğun sektörlerin dünyasında, demir-çeliğin, silah sanayinin öncü sektör olduğu bir dünyada bu olay. Yarınımızı askerlerin değil, Ar-Ge mühendislerinin, bilim insanlarının ve sonuçta her bir bireyin belirlediği bir dünyada, generallik diye bir rütbenin de olacağını sanmıyorum. Neyin geneli… Geride kalan, küresel rekabetken korkan, devasa ölçek büyüklüğüyle hâlâ kâr edeceğini sanan ve yanlış yatırımlar yapan eski-lümpen burjuvazi ve onun yaldızlı bürokratları, bugün siyaset kurumu üzerinde de son kozlarını oynuyor. Geçici bir başarı elde edebilirler ve süreci-gerici bir restorasyon anlamında- geriye döndürebilirler. Henüz bir fidan olan yeni Türkiye kaybedebilir. Ama bütün bu tarihsel süreçte, bu ‘kazanım’ çok küçük bir karanlık tünel olur sadece.
Alaton’un gördüğünü görüyoruz.