Anadolu insanları; ayva çiçeklerine bakarak kışın çetin geçeceğini, karıncaların hareketlerinden yağmurun haberini, dere sularının seslerini dinleyerek yazın kurak ya da sulak olacağını tahmin edebilmişlerdi.
Anadolu’da doğayı okumak ve iklim olaylarına ilişkin gelecekle ilgili tahminlerde bulunmak, yüzlerce belki de binlerce yıllık bir gözlem birikimi ile gerçekleşir. Doğa ile iç içe yaşayan Anadolu insanları, doğanın işaretlerini fark etmiş, gelecekle olan olaylarla bağlarını görebilmiş ve halk takvimlerini oluşturabilmişlerdir. Ayva çiçeklerine bakarak kışın çetin geçeceğini, karıncaların hareketlerinden yağmurun haberini, dere sularının seslerini dinleyerek yazın kurak veya sulak olacağını, denizdeki kayalıklara çarpan dalgaların köpük miktarından patlayacak olan fırtınanın şiddetini tahmin edebilmişler, bu tahminlerle doğaya bağlı üretim ve hasat işlerini planlayabilmişlerdir.
Ay’ın Dünya çevresindeki hareketi ile yeryüzündeki su kütlesi üzerinde oluşan med cezir hareketinin toprakla ve bitkilerle olan ilişkisini görebilmiş, ayın durumuna göre planladığı ekim dikim, odun üretimi, hatta ev yapımı gibi işlerini düzenlemişlerdir.
Sadece Anadolu kültüründe değil, pek çok kırsal kültürde de benzerlerine rastladığımız bu örüntü okuma sanatının, dilimize atasözleri ve deyişler şeklinde yansıdığını da görürüz: “ mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır ”, “ korkma martın kışından, kork aprilin beşinden, öküzü ayırır eşinden ”, “ akşam bulutu kızarırsa havayı hoş bil, sabah bulutu kızarırsa sırtını yaş bil ”, “ yaz kırağısı çorağa, güz kırağısı kurağa delalettir ”, “ güzün ekilen tohum dört el atılır, üçü biter, biri çürür; yazın ekilen tohum, üç el atılır, biri çürür, ikisi biter ” gibi deyiş ve atasözleri bize iklim olayları ile doğadaki işaretlerin birbirine bağlı olduğunu, gelecekte olacak bir olayın emarelerini, iyi gözlemci olduğumuz takdirde bugünden görebileceğimizi anlatır.
Doğanın değişmeyen döngüsel sabitlerini okuyabilme zannettiğimizden daha çok hayati önem taşır. Bu tür okumalar bugünlerde kehanet ya da hurafe gibi görünse de doğanın döngüsel düzenlerini okuyabilme üretimin planlanması, iklim değişikliği, ekosistem çöküşü ve bunlardan kaynaklı açlık, kuraklık gibi küresel krizlerle başa çıkmada büyük önem taşımakta.
Pek çoğumuzun yaygın olarak bildiği ve kullandığı Saatli Maarif Takvimi bu bilgilerle doludur. Aynı takvimde bulunan Fırtına Takvimi, her yıl hemen hemen aynı zamanlarda gerçekleşen önemli rüzgar ve fırtınaların, yağmurların bir dökümünü vermektedir. Bu takvim halen pek çok denizci tarafından kullanılmakta, isabetli olduğu da ifade edilmektedir.
Vakitlerinin çoğunu doğada geçirdikleri ve yaşamlarını doğal sınırlarda, doğanın koşulları ile barış içinde yürütmek zorunda oldukları için bu bilgileri en çok çobanlar derlemiştir. Bu nedenle halk takvimine bazı kaynaklarda çoban takvimi denildiği de görülür.
Bununla birlikte, halk meteorolojisi bilimini oluşturan gözlem ve tahminlerin büyük çoğunluğunun “yerel” nitelikte olduğunu belirtelim. Aralarında genel nitelikte gözlemler olsa da çoğunluğu o bölgede yaşayan insanların gözlemlerinden ve genellemelerinden oluşmaktadır. Ancak iklime dair verilerin devşirildiği mekanlar, zamanlar ve yöntemlerde; kısacası veri kaynaklarında benzerlikler vardır. Örneğin, bölgedeki derelerin akış hızı, bölge bitkilerinin türleri ve çeşitliliği, güneş ve ayın hareketlerinden oluşan gündönümleri, ekinokslar, nevruz, Hıdrellez gibi özel günler gibi.
Elbette bu bilgilerin derlenmesi için kişinin vaktinin çoğunu doğada geçirmesi gerekir. Vakitlerinin çoğunu doğada geçirdikleri ve yaşamlarını doğal sınırlarda, doğanın koşulları ile barış içinde yürütmek zorunda oldukları için bu bilgileri en çok çobanlar derlemiştir. Bu nedenle halk takvimine bazı kaynaklarda çoban takvimi denildiği de görülür. Çobanların veya çiftçilerin derlediği bu bilgiler geçerli bir bilimsel çerçeveye uymadığından bilimsel kabul edilmez. Bu nedenle de bilimsel takvimden, örneğin meteorolojinin takviminden farklı olduğu belli olsun diye “kara düzen takvimi” dedikleri de görülmektedir.
Salih Amca ve ona el veren büyük amcası bir yılın içinde bazı zamanların daha büyük bir düzenin küçük bir nüshasını sakladığını fark etmişlerdi. “Ağustos’un yarısı yaz, yarısı kış” özlü sözü boşuna olmasa gerek.
Yıllar önce köylerde halk takvimine dair bu kara düzen bilgilerini araştırmaktaydım. Fethiye’nin Yanıklar Köyü’nde yaşayan, çocukluk ve gençliğini Toroslar’ın Dont Yaylası’nda yörük olarak geçiren Salih Amca ile o yıllarda tanıştım.
Salih Amca, her yıl Ağustos ayının 14’ünde başlayan ve 12 gün süren bir hava gözlemi yapıyor ve bu 12 günden devşirdiği bilgilerle bir yıllık hava tahmininde bulunuyordu. Salih Amca’nın yaptığı gözleme göre her bir gün bir aya, her günün ilk yarısı temsil ettiği ayın ilk 15 gününe işaret ediyordu. Salih Amca, yıl içinde hava olayları açısından en hareketli aylardan biri olan Ağustos’u seçmişti bu bilgileri toplamak için. Daha doğru bir deyişle Salih Amca ve ona el veren büyük amcası bir yılın içinde bazı zamanların daha büyük bir düzenin küçük bir nüshasını sakladığını fark etmişlerdi. “Ağustos’un yarısı yaz, yarısı kış” özlü sözü boşuna olmasa gerek.
Daha sonraları, büyük oranda tutarlılık taşıyan benzer bir yöntemin Kuzey’de Batı Karadeniz’de mart ayında kullanıldığını öğrendim.
Sinan Canan’ın bu konudaki TEDx konuşması:
“ Hıdrellez’e kadar toprak hastadır, dokunulmaz ”
Himmet Amca ve ailesi, Kütahya’nın Tavşanlı ilçesinde bir dağ mezrasında yaşıyorlar. Karakeçili yörüklerine mensup bu aile yaklaşık 100 yıl önce yerleşik bir düzene geçmişler. Koyunculuk ve doğadan yaban toplama ile geçimlerini sağlıyorlar. Benim Himmet Amca ile karşılaşmam onun Hıdrellez sabahı yapraklar üzerinden topladığı çiğ ile yaptığı yoğurt mayası damızlığı sebebiyle oldu.
Himmet Amca bana, yoğurt mayasının bir yıl içinde kullanıla kullanıla verimini yitirdiğini, yenilemek gerektiğini, yeni mayanın ilkine de “damızlık” dendiğini anlattı. Damızlık, sütü ilk defa mayalayacak olan mayanın özüydü. Mayanın kendisi değildi. Himmet Amca’ya göre yoğurt damızlığının kaynağı doğaydı ve sadece Hıdrellez sabahı (5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecenin sabahı), gün doğmadan, sabah namazı saatinde çiçeklerin, otların üzerindeki çiğin toplanması ile yapılırdı. Nitekim Hıdrellez sabahı, ben de oradaydım ve hep birlikte sabah namazı vakti kalktık, dualar ettik, Himmet Amca’nın hanımı Arzu Teyze, elindeki kaşıkla otların üzerindeki çiğlerini topladı ve koyunlardan sağdığı ılık süte maya yaptı. Bu karışım, bütün bir yıl kullanacakları mayanın özü olacaktı.
Himmet Amca’ya göre Hıdrellez’de doğaya “ bir şey ” oluyordu. Hıdrellez’e kadar ormandan dal kesmek, toprağa tohum ekmek, aşılama yapmak ve daha pek çok iş hayırlı olmazdı, zararlı olurdu. “ Hıdrellez’e kadar toprak hastadır, dokunulmaz ” diyen Himmet Amca, bu durumu bir nevi kadınların adet dönemine benzettiğini de belirtti. Ona göre, Hıdrellez günü olan “ bir şey ” ile doğa başka bir faza geçmekte, canlanmakta, üretime hazır hale gelmektedir.
Hıdrellez’in sadece ateş yakılıp üzerinden atlanan, gül ağacına dilekler bağlanan, seher vakti denizde veya akan suda yıkanılan bir gün olmadığını, aslında doğanın uyanışı dolayısıyla da kırsalda yaşayan insanların üretimiyle yakından bağlantılı önemli bir gün olduğunu; bu mühim günü kaçırmanın insan için, bütün bir yılı yoğurtsuz geçirmek demek olduğunu anlıyoruz.
Afyon Başmakçı’da yaşayan bir çiftçi dostumdan yıllar önce öğrendiğim şu bilgiler önemlidir. O da bu bilgileri bir koyun çobanından öğrendiğini söylemişti.
Doğaya duyulan saygı ve sevgi, doğadaki canlı cansız her şeyin, her varlığın birbirine bağlı olduğunu kavramımıza, bizden büyük bir gücün varlığını idrak etmemize olanak tanır.
Bu bilginin tezahürünü sadece üretim ve hasat planlamasında değil, atasözleri, yağmur ve güneş duası gibi ritüellerde, nevruz, hıdrellez gibi halk bayramlarında görüyoruz. Kültürümüzü oluşturan öğelerin doğa ile olan doğrudan bağı ve onları okuyabilme yeteneğimiz ölçüsünde bize verilen yaşamı kavrar ve insan olmanın gereklerini yerine getirebiliriz.
Sarıkeçililer’den Cemal Amca, güttükleri keçi sürüsünün, onları çeken develerin önemini şu sözlerle anlatıyor: “ Bu hayvanların günahı yok, Bu hayvanlar nereden geçerse orada yağmur yağar. Abaz Dağı’na geldik Çumra’nın, kırkı çıkmamış (kırk gündür yağmur yağmamış), biz geldik, bir yağmur bir güzellik, oh!.Bulutlar, yağmurlar, sular bu hayvanları özlüyor. Bunların günahı yok. Deve tükendi, bereket tükendi. Yağmur da kalmadı. Doğa da kalmadı. Deve bir ilimdir, deve bir hamayilidir. Keçi seslerini, oğlak seslerini, kuzu seslerini, koyun seslerini, yağmurlar bulutlar onları özleyip onların sadakasını veriyor… ” diyor.
Doğaya duyulan bu saygı ve sevgi, doğadaki canlı cansız her şeyin, her varlığın birbirine bağlı olduğunu kavramımıza, bizden büyük bir gücün varlığını idrak etmemize olanak tanır. Bu saygı ile bakarız, bu saygı ile üretir ve hasatlarımızı paylaşırız.
Yaşam İçin Doğa 101 | Sinan Canan ve Güneşin Oya Aydemir
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazı sizin için geliyor: Mağaralarda Yaşayan Berduş Atalar Mı Tabiatın Bilge İnsanı Mı?