Arabuluculuğu anlatmanın yanlış yolu: “Bizde zaten var”
Peşin hüküm
“Bizim kültürümüzde arabuluculuk zaten var” söylemini şimdiye kadar çok duymuşuzdur. Var olduğu söylenen arabuluculuk ile bizim Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu (HUAK) kapsamında öğrenip uygulamaya çalıştığımız arabuluculuk temelde aynı kurumlar değildir. Bizde zaten olduğunu iddia ettiğimiz çözüm yolu, örf-adet ve hakkaniyet kurallarının uygulandığı tahkimdir. Kendisine çözüm için başvurulan üçüncü kişi, kendisinden bir “karar” beklenen bir hakemdir.
Sosyolojik araştırma
Bu düşünceler içinde olmakla birlikte, tarihsel veriler her ne kadar tahkimi işaret etse de şimdiye kadar konu hakkında güncel sosyolojik araştırmaya rastlamadığımdan bu fikrimi bir genelleme haline getirmek, günümüze etkisi olsa da günümüzde halen yaşanan bir durumun tespitine dönüştürmekten kaçınmaya çalışıyordum. Ancak yeni yayınlanan (KAYA, Kamil / TALAS, Mustafa: “Karacadağ Türkmen Aşireti’nde Arabuluculuk: Siverek Örneği”, Sosyolojik Düşün Cilt 1, Sayı 2, 2016) ve sosyolog akademisyenlerce yapılan bir çalışma (
indirmek için tıklayın
) süren kavram kargaşasını, modern anlamdaki arabuluculuk ile fiilen uygulanan çözüm yolu arasındaki çelişki ve uçurumu yaşandığı şekliyle ortaya koymuştur.
Araştırma bulguları
Çalışmada bir Türkmen aşireti ele alınmış ve özellikleri anlatılmıştır. Sonra bu aşirette kız kaçırmadan, hırsızlığa, kan davasından komşuluk uyuşmazlıklarına kadar uyuşmazlıkların çözümünde arabuluculuğa başvurulduğu ifade edilmiştir. Bu tespitten sonra hukukçu akademisyen Dr.
Elif Kısmet Aslan Kekeç’ın
çalışmasına atıf yapılarak, modern anlamdaki arabuluculuğun tanımı yapılmış, ardından ise bu tanıma uygun olduğu düşünülen örneklerle Türkmen aşiretinde uygulanan “arabuluculuk” şöyle tarif edilmiştir:
“… Arabuluculuk şöyledir: diyelim ki iki kişi arasında bir anlaşmazlık oldu. Biz bunları arabulucular yolu ile cemaatçe görüşürüz. Tarafları bir cemaate getiririz. Hak ve hukuk çerçevesinde her iki tarafı dinleriz. Kim haklı kim haksız ise bunu görüşür ve ortaya koyarız. Daha sonra haklı olanı söylediğimiz gibi haksız olana da haksızlığını kabul ettiririz. Haklı olana hakkını vererek haksız olana da gereken bedeli veya uyarıyı yaparak aradaki anlaşmazlığı kaldırırız. Geriye sadece tarafları barış için bir daha bir araya getirmek kalıyor. Barışa gelince de buranın usulü ile bir araya getirilir. Bu barışın temel mantığı da devletin bu konularda meşgul olmaması, insanların mahkemelik olmaması, kin ve düşmanlığın devam etmemesidir…”
“…. Arabuluculuğun sağlanmasında bazı sosyal sorunların çözümü için bazı taraflara verilen cezalar yargının verdiği cezalardan daha etkili ve daha üstündür…”
“… Taraflar arabuluculukta uzlaşma amaçlı verilen kararları kabul ettikten sonra aykırı davranması sonucunda ortaya çıkan olumsuz sonuçlardan sorumludur ve bundan dolayı toplumdan dışlanır, gerekirse bundan dolayı cezalandırılır. Aynı zamanda aykırı davranışları gösteren taraflar ileride arabuluculuğu gerektirecek sorunlarla karşılaştığında sorunun çözülememesiyle karşı karşıya kalabilir. Çünkü aksakallıların arabuluculuğuna aykırı davranışlar aksakallıların taraflara olan güvenini sarsabilir….”
“… (Bir komşuluk uyuşmazlığında) Bu dorunun ciddileştiği durumlarda yine arabuluculuğa başvurulmaktadır. Bu sorunda arabuluculuğu gidildiğinde Risıpiler anlaşmazlığa giren tarafları bir araya getirir. Her iki taraf dinlenir ve gerekirse diğer komşuların da görüşü alınır. İki tarafta dinlendikten sonra Risıpilerin uygun gördüğü şekli ile çözüme gidilir. Eğer taraflar arabuluculukta uygun görülen çözümü kabul görürlerse bu anlaşmazlık çözüme kavuşur. Her iki tarafta verilen karara göre hareket eder. Eğer taraflar bunu adil görmeyip verilen kararları kabul etmezse sorun yeniden ele alınır. Ele alınan sorun tekrar görüşülüp tarafların taleplerine göre çözümle ilgili karar tekrar düzenlenir. Zaten genelde taraflar Risıpilere hürmeten mutlaka bir çözüme gitmektedir. Eğer tekrar sorun çözülemezse sorun farklı sosyal sorunlara sebep olabileceği gibi ileriki süreçte mutlaka tekrardan arabuluculuğa yansır…”
Süreçte arabuluculuğun temel ilkelerinin varlığı
Görüldüğü üzere, her ne kadar arabuluculuk olarak adlandırılsa da uygulanan uyuşmazlık çözüm yolunun arabuluculuğun temel ilkeleri ile ilişkisi çok zayıftır. Taraflar toplum baskısına uyarak sürece katıldıklarından ve kaldıklarından iradilik neredeyse yoktur. Eşitlik ve tarafsızlığa uyulmaya özen gösterildiğine dair bir veri yoktur. Sürecin kontrolü ve karar verme yetkisi taraflarda değil üçüncü kişidedir. Üçüncü kişi tarafları dinleyerek tespit ettiği çözüm seçenekleri arasından toplum baskısıyla uygulanacak bir karar verir ve taraflara empoze eder. Süreçte düzen üçüncü kişinin kişisel statüsüne saygı ile sağlanır. Görüşmeler ilgililerin katıldığı aleni bir yargılama havasında sürdüğünden gizlilikten bahsedilmesi mümkün değildir.
Kabul görmüş gönüllü arabuluculuğun tanımına uymayan bu çözüm yolu, Kanunumuz kapsamında bağımsız bir meslek olarak düzenlenen arabuluculuk ile zıt dinamikleri olan bir yapıdır. Kimi kaynaklarda toplumsal ve kültürel arabuluculuk çeşidi olarak kabul edilen bu toplumsal-kültürel çözüm yolu, bağımsız arabulucularca değil, itibar-statü ve pozisyon temelli kişilerce yürütülür. Karar verme ve uygulanmasını sağlamadaki müdahalesi, “otoriter arabulucu” olarak tanımlanmasına ve gönüllü arabuluculuktan çok uzaklaşıp tahkime yaklaşmasına neden olmuştur. Bu nedenle modern anlamdaki arabuluculukla ve bağımsız arabulucunun taraflarla ilişkisi ve sağlayacağı yardımın çeşitleriyle ilgisi yoktur (Moore, s. 28 vd.).
Yenilenmesi gereken söylem
Türk toplumuna ve arabuluculuk eğitimi almamış Türk hukukçusuna arabuluculuktan bahsedildiğinde, zihinde canlanan tablo yukarıdaki örneklerdeki gibi tahkim benzeri bir uyuşmazlık çözüm sürecidir. Bu nedenle arabuluculuk ve arabulucular gerek toplumumuzca gerekse arabuluculuk ile az ilgili hukukçular tarafından doğru konumlandırılamamaktadır. Bu da arabuluculuk kurumunun topluma tanıtımından hukukçulara arabuluculuk eğitimi verilmesine kadarki geniş bir yelpazede sıkıntılarla karşılaşılmasına, direnç ve reaksiyon doğmasına neden olmaktadır. Bu zorluktan kurtulmanın yolu en başta da ifade ettiğim “bizim kültürümüzde zaten arabuluculuk var” söylemi değildir. Çünkü modern anlamda arabuluculuk bu coğrafyada ortaya çıkmamıştır. İnsanlarımıza “biz arabuluculuğu biliyoruz ve yaşıyoruz” dedikçe göndermede bulunduğumuz tablo yukarıda işaret edilen tablodur. Dolayısıyla toplumun arabuluculuğu içselleştirmesini kolaylaştırmak için ortaya konan bu söylem kanımca arabuluculuğun anlaşılmasını zorlaştırmakta ve hatta engellemektedir.
Yapılması gereken;
-
bizim toplumsal ve kültürel olarak arabuluculuk olarak adlandırdığımız çözüm yolunun, bağımsız arabulucularca yürütülen gönüllü arabuluculuk olmadığını,
-
kültürel ve toplumsal temelleri olan ve genel tanıma uymayan, otoriter ve karar verici bir rol üstlenmiş kişilerce yürütülen bir çözüm yoluyla gönüllü arabuluculuğun bağdaşamayacağını,
-
HUAK kapsamındaki arabuluculuğun ise yeni ve aşina olmadığımız bir çözüm yolu olduğunu,
kabul etmek ve bu şekilde anlatmaktır.