Arabulucuya başvuru zorunluluğu Anayasa’ya aykırı değildir

zorunlu-arabuluculuk

Konu nasıl gündeme geldi?

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu ile birçok ülkede örneğine rastlanan arabuluculuk sistemi ülkemizde de yürürlüğe girdi. Yasalaşması sürecinde yargının iş yükünü hafifletmesi beklentisi sıklıkla dile getirilen düzenlemenin yürürlüğe girmesinden itibaren iki yıldan fazla süre geçti. Ortaya çıkan sayısal veriler aynı durumdaki ülkeler ile karşılaştırıldığında iyi denebilecek ölçüde olmasına rağmen, yargının iş yükünü hafifletme hedefinden uzaktı. Bu nedenle arabuluculuk yolunun etkinleştirilmesi için bazı alanlarda arabuluculuğa başvuru zorunluluğu getirilmesi çalışmaları yapılmaya başlandı. Bu çalışmalardan ilki İş Mahkemeleri Kanunu’nda yapılması öngörülen değişiklik taslağı ile gündeme geldi.

Hangi görüşler dile getirildi?

Taslak çalışmasının basına yansıması ve görüşe açılması ile birlikte, arabuluculuk yoluna başvuru zorunluluğu getirilmesinin Anayasa’ya aykırı olduğu şeklindeki görüşler sıklıkla dile getirilmeye başladı. Bu görüşler başvuru zorunluluğunun anayasada sayılan temel hakların ihlali olacağı, vatandaşa ek bir külfet ve engel olduğu, bunun bizatihi arabuluculuğun da ruhuna aykırı olduğu konularına odaklanmaktaydı. Görüşe açılan taslaklar incelendiğinde arabuluculuğun ihtiyariliğinin üç aşaması olan sürece başvuruda, başlayan süreci sürdürmede ve sonlandırmada iradiliğin sadece ilk aşaması bakımından bir zorunluluk getirildiği, buna karşılık arabuluculuğa başvurmakla yükümlü tutulan tarafların bu süreci sürdürmek ve sonlandırmakta yine ihtiyariliğe tabi olduğunu görüyoruz. Yine sürecin en fazla üç haftalık bir sürede tamamlanacağı ve devletin arabulucu ücretleri bakımından belirli bir saate kadar karşılamak suretiyle elini taşın altına soktuğunu görüyoruz. Hal böyle olunca sürece başvurduğu ilk anda sonlandırabilecek ve bunun için ücret ödemeyecek kişilerin ek bir külfet ve engel ile karşılaştığını söylemek mümkün değildir.

Anayasa Mahkemesi’nin görüşü nedir?

Öte yandan AYM daha önce 6325 sayılı yasanın bazı hükümlerinin iptali istemli başvuru neticesinde verdiği 2012/94 Esas sayılı kararında konu hakkındaki görüşünü açıkça belli etmiş, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuru zorunluluğunun, bu yollar sırf kişilerin hak aramalarını imkânsız hale getirmek amacıyla oluşturulmuş etkisiz ve sonuçsuz yöntemler olmadığı sürece hak arama özgürlüğüne aykırı olmadığını karara bağlamıştır. Bu bakımdan halihazırda getirilmek istenen yapıda taraflar en fazla üç haftalık bir süreden sonra dava açmakta özgür olduklarına bu da hak aramalarını imkânsız hale getirmek için getirilmiş bir düzenleme olmadığına göre arabuluculuğa “başvuru zorunluluğu” getirilmesi Anayasa’ya aykırı değildir. Kararın ilgili bölümünü şu şekildedir:

… “Anayasa’nın 9. maddesinde, yargı yetkisinin Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı öngörülmüştür. Bu madde uyarınca, yapılacak yargılamanın kişiler yönünden gerçek bir güvence oluşturabilmesi için aranacak nitelikler de 36. maddede belirtilerek “Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmiştir. Anayasa’nın 141. maddesine göre davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Bu görevin ağır iş yükü altında yerine getirilmesi zorlaştıkça, yargının iş yükünün azaltılması, adalete erişimin kolaylaştırılması ve usul ekonomisi gibi çeşitli nedenlerle yargıya ilişkin anayasal kuralların etkililiğinin sağlanması bakımından gerekli görülmesi durumunda uyuşmazlıkların çözümü için alternatif yöntemlerin yaşama geçirilmesi, yasama organının takdir yetkisi içindedir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuru zorunluluğu, bu yollar sırf kişilerin hak aramalarını imkânsız hale getirmek amacıyla oluşturulmuş etkisiz ve sonuçsuz yöntemler olmadığı sürece hak arama özgürlüğüne aykırı kabul edilemez.

Uyuşmazlıkların çözümü konusunda temel olarak iki sistem vardır. Birincisi, yargı yoluyla uyuşmazlıkların çözümü, diğeri ise yargılama yapılmadan uyuşmazlığın çözümüdür. Arabuluculuk kurumunu da içine alan bu ikinci sistem, alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri olarak adlandırılmaktadır.

Alternatif uyuşmazlık çözümü kavramında geçen “alternatif” terimi, mahkemelere alternatif bir yol olarak kullanılamaz. Arabuluculuk, tarafların sorunlarını kendilerinin çözmesini amaçlayan gönüllülük esasına dayanan dostane bir çözüm yolu olup bir yargılama faaliyeti değildir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri, uyuşmazlıkların çözümünde yargısal yolların yanında yer alan ve tarafların istemleri halinde işlerlik kazanan, esas itibarıyla ilişkilerin koparılmadan sürdürülmesini ve adil bir karardan ziyade, her iki tarafı da tatmin edici bir çözüme ulaşılmasını hedefleyen yöntemler bütünüdür. Bir başka ifadeyle, alternatif uyuşmazlık çözümleri, Devlete ait yargı yetkisinin mutlak egemenliğine zarar vermeden işlerlik kazanan ve uygulama alanı bulan ek yöntemler bütünü olarak nitelendirilebilir.

Nitekim, Kanun’un genel gerekçesinde de, “Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri, aslında yargı sistemi ile rekabet içinde olmadığı gibi, amaç yargısal yollara başvuru imkanını ortadan kaldırmak da değildir. Devlete ait olan yargı yetkisinin mutlak egemenliğine zarar vermeden uyuşmazlıkların daha basit ve kolay çözümü amaçlanmaktadır.” denilmiştir.

Yine, Kanun’un 15. maddesinin (4) numaralı fıkrasında yer alan “Niteliği gereği yargısal bir yetkinin kullanımı olarak sadece hakim tarafından yapılabilecek işlemler arabulucu tarafından yapılamaz.” biçimindeki hükümden de arabulucunun yaptığı faaliyetin yargısal bir faaliyet olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.

Esasen, doktrinde de alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının yargının alternatifi olan ve dolayısıyla yargısal sistemin yerine ikame edilmeye çalışılan veya onunla rekabet içinde bulunan bir süreçler bütünü olmadığı, tam tersine uyuşmazlıkların çözümü için öngörülen yöntemlere ilave edilmiş tamamlayıcı yöntemler topluluğu olduğu hususunda tam bir mutabakat bulunduğu anlaşılmaktadır.

Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının başarılı olabilmesinin ön koşulu da bu yolların yargı yoluyla yarışmaması ve yargının yerine ikame edilmemeye çalışılmasıdır. Bu yolların asıl hedefi, basit ve kamu düzenini ilgilendirmeyen uyuşmazlıkların adli bir soruna dönüşmeden çözümünü sağlamaktır. Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde de arabuluculuk “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyari olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” olarak tanımlanmış ve aynı Kanun’un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da tarafların, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda serbest oldukları açıkça ifade edilmiştir. Bir başka ifadeyle, taraflar arasında arabuluculuk yöntemine başvurulmuş olması, Devletin yargılama yetkisini bertaraf edemez. Arabuluculukta iradilik ilkesi gereğince yargıya ve diğer çözüm yollarına başvuru yolu her zaman açık bulunmaktadır. Dolayısıyla, kuralın, Anayasa’nın 9. ve 36. maddelerine aykırı bir yönü yoktur.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2., 9. ve 36. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.”…