Aslolan Sevgidir

Hayatın bir ağırlığı bir ciddiyeti vardır. Öyle değil mi? Peki onu böyle ağır ve önemli yapan şey nedir? Pek çok faktör bir arada hayat denilen oluşumda. Ağırlığı da bu bütünsellikten geliyor tabii. Fakat bu yazıya adını koyan hayatın asal faktörü sevgi üzerinde düşünelim istiyorum. Şuradan başlayabiliriz:

Mesela çok kapsamlı hayat olgusundan sevgiyi çıkaralım. Bakalım neler oluyor.

Kısa bir süre de olsa düşünmeye tahammül edemedik değil mi? Zihnimiz “hayır! hayır!” diye isyana başladı bile daha ilk saniyelerde.

İşte başlamadan bitti sevgisiz dünya.

Sevgiden yaratılmış, sevgi için yaratılmış olma fikrinin peşinden gitmek hayatla bağları kuvvetlendiren yegane şeydir bence.

Eğer maddeci felsefelerden yola çıkarsa insan yok olup giden eşyaları gördüğünde kendi sonunun da bir eşya gibi olma ihtimali ile hüsrana uğrayabilir. Ve bu bir intihar olur.

Oysa insana  ölümsüz bir hayat bahşedilmiştir. Daha çok sevebilsin diye.

Şimdi bunu bir kere daha düşünmeyi dene. Ölümsüz olma fikrinden yola çıkarak hayata ciddi bir yaklaşımda bulun. Ağırlaş sen de. Yavaşla yani.

Nasılsa sonsuz bir varlıksın ve hiç acelen yok.

Bak bakalım hayatın nabzı ile senin nabzın nasıl bir uyum yakalayacak.

Nefesin ve kalbinin tik- tak ları mucizevi şekilde oluşacak. Hiç çaba göstermene gerek kalmadan.

Sen bilmeden seni bu hayata getiren bir güç var ve O’nun nefesi içinde, O’nun eli üstünde.

Ve O Yüce Yaradan sevgi üzerine oluşturuyor sistemi.

Peki sana vahyettiği “uyum sağla” ya da “dengede kal” ya da “sevgi de kal” mesajlarını aldın mı?

Kalbinin ritmini inceleyelim önce. Mükemmel bir uyumla atan bu kalp bir gün duracak. Düz bir çizgiye geleceksin. Çoğunluk bunun ölüm olduğunda hemfikir. Ve ötesi de pek ilgilenmedikleri bir konu. “Öleceğiz ve her şey bitecek işte. Boşluk”

Öyle mi gerçekte?

Deneylerden biliyoruz ki üstat yogiler nabız atışları tespit edilemeyen seviyeye geliyor  fakat ölüm olmuyor. Bir süre sonra titreşimlerini eski haline getiriyor ve bedende yaşama devam ediyorlar.

Yani bedenle bir ama ondan bağımsız da hareket eden bir ruha hatta ruhlara sahibiz.  Ve ruh tahmin edemediğimiz pek çok boyutta yaşamı devam ettirebilecek kabiliyete sahip.

İşte hayatın asıl lezzetini alan da bu ruhsal katmanımız. Bedensel hazzın çok ötesinde tarifsiz bir tat…

İnsanın bu ruhsal yapısıdır işte hayatın sevgi anlamını çıkaran. Sanatı sanat yapan, bilim adamına inceleme şevkini veren, yaşama coşkusunu yaratan hep bu sevgi anlayışıdır.

Anlayış diyorum çünkü belli aşamalara sahip ve araştırarak geliştirebileceğimiz bir olgu.  Kendine dönen spiral yolda bir bilim adamının zor koşullarında doğayı incelemesi gibi kendi varlık katmanlarında inceleme yapmalıyız. Beden, zihin, ruh arasında bağlantıları keşfetmeliyiz.

Beden nasıl bu kadar ahenkle hareket ediyor? Hisler nasıl oluşuyor? İlham nerden geliyor? Nefes nasıl böyle muhteşem akıyor? Daha binlerce soru.

Sordukça, kazı daha da derinleşecek ve en sonunda özüm neden yapılmış sorusuna belki bir cevap gelecek. Böylece sevgi de gelişecek.

sevgi1

Sevgi bize yaradan tarafından öğretilmiş bir potansiyel fakat sınamalı dünyada bu sevginin üzeri örtülebilir. Sevgi unutulabilir. O zaman yeniden arayışa girer eksik hisseden insan. Mayanın girdabında savrulurken hep dışarıya bakar. “neden sevilmiyorum” der “neden sevgiyi hissedemiyorum” dan önce.

Ve çeşitli sebeplere sarılarak mutsuzluğundan yakınır. İlişkilerinde yanlış kişilerle karşılaştığını, işinden tatmin olamadığını, toplumun onu anlamadığını, sistemin yozlaşmış olduğunu vs. kendi sevgisizliğine kalkan yapar.

Evet bunlar insanın mutsuz olması için yeterli sebeplerdir. Fakat işin özüne baktığımızda sebeplerin sebebini de görebiliriz. Mutsuzluğun daha alttaki sebebi aktive olmamış sevgisidir. Çünkü bazen bütün bu bahsettiğimiz şeyler vardır ama kişi yine mutsuzdur. Hatta canına kıyacak kadar güçsüz kalır bazen.

“Her şeyi vardı. Güzel bir işi. Harika okullarda okudu. Hep gülerek uyanan biriydi. Yaşamı dolu dolu yaşamayı severdi. Çok kibardı. Naif biriydi. İnsanları incitmemek için hassas davranırdı. Çok neşeliydi nasıl yaptı böyle bir şeyi hala aklım almıyor. Nasıl canına kıydı?”

İşte bütün bunlar temelde sevgisizlikten oluyor desek, “ama ailesi onu severdi. O da onları çok severdi “diyebilirsiniz. “Hatta iki çocuğu vardı. Onlara çok bağlıydı.” Örnekleri böyle çoğaltabiliriz tabii.

Ama benim burada bahsettiğim sevgi daha derin bir anlayışı ifade ediyor. Bu sevgi sadece yaratılmış olmanın hazzını hissedebilme potansiyelidir. Bu bir sevgilinizin olmasıyla çözülecek bir şey değildir. Bu özünüzle kurduğunuz bağlantının hazzıdır.

Gerçek sevgi ancak önünden tüm engeller kalktığında ve farkındalık güneş gibi kalbe doğduğunda hissedilebilir.

Yoksa sosyal ilişkilerdeki koşullanmış sevgi anlayışımız bizi kısa bir süre idare edecektir.  Hatta ebeveynlerimizle, çocuklarınızla yaşayacağımız sevgi de öyle.

Öze değen bir anlayışınız yoksa bunların hepsi yalan dünyada oyalanma aracımızdır. Acı ama gerçek bu.

Peki tatmin edici sevgiyi nasıl hissedebiliriz? Nasıl öğreneceğiz gerçekten sevmeyi? Ya da sevgi öğrenilen bir şey mi?

Bunun tek bir formülü yok kanımca. Parmak izi gibi farklıdır herkesin sevgisi. Kişi kendini bilme yolunda sevgiyi keşfedecektir. Bilgi sevgiyi getirecektir. O büyük hazzı.

Özgürlük bu yolda elimizde tek meşalemiz olmalıdır. Özgürlükten kastım zihnin özgürlüğüdür. Zihin açık ve berrak kalabilmelidir. Ve kalp ferahlık hissetmelidir. Bu hisler yoksa , anlamadığınız şeyler konuşuluyor ve kafanız karışıyorsa ki, en kabul görmüş felsefi öğreti bile olsa derim ki:” uzaklaşın oradan”

Ama eğer sevgi hissediyorsanız eski fikirleriniz yıkılmasına izin verebilirsiniz. Çünkü fikirler tutsak eder sevgi özgürleştirir.

Fikirler size dışarıdan sunulur ve geçicidir. Sevgi ise içinizde keşfedeceğiniz bir hazinedir.

O yüzden zihinden kalbe bir yol bulun ve orda derin bir bakışla bakın.

Aslolan sevgidir. Unutmayın.

Yasemin Sarı