Atasözleri ve Hikayeleri | 5 Tane Atasözü ve Hikayesi

Atasözleri Hikayeleri | 5 Tane Atasözü ve Hikayesi

Atasözü Nedir?


2- ”Adam Ol Baban Gibi, Eşek Olma Hikayesi”

Hikayesi:
Bir zamanlar Eğitim Bakan’ı olan tarihçi Abdurrahman Şeref Bey, Galatasaray Lisesi’nde müdürlük yaptığı sırada, Sultan Abdülhamit’in hizmetkarlarından olan bir paşanın oğluna tüm öğrencilerin içinde bağırarak:

”Adam ol”,”Baban gibi eşek olma!” der.

Bu duruma çok üzülen çocuk durumu hemen babasına açar. Babası ise bu durumu kabullenir mi, ”O benim kim olduğu mu biliyor mu, ben padişahın hizmeti altında bir paşayım, ona yarın bunu gidip bir sorayım”der. Öfkeli baba ertesi gün öğretmeni bulur ve ”Hocam, siz kim oluyorsunuz da bana eşek diyorsunuz?, ben bugüne bugün paşayım” der.

Abdurrahman Şeref Bey: ”Pardon da ben sizi zaten tanımıyorum ki, ne zaman eşek demiş olabilirim der.” Paşa ise hemen dün okulda oğluna söylediği sözleri tekrarlar:

”Adam ol, baban gibi eşek olma”.

Abdurrahman Bey de o kadar zeki olmalı ki hemen virgülün yerini değiştirerek vurgulu bir şekilde şöyle der: Doğru efendim, oğlunuza kızdım, çünkü dersine çalışmıyordu; bu yüzden ben de sizi örnek göstermek amaçlı: ‘ ‘Adam ol baban gibi!…, Eşek olma!’ ‘ diye söylendim der. Tabi paşa nereden bilsin bu işte bir hile olduğunu hocadan hemen özür diler ve teşekkürlerini sunarak orayı terk eder.


3- ”Damlaya Damlaya Göl Olur Hikayesi”

Anlamı:

Hikayesi:
Söylenen bir rivayete göre:

Bir baba ve babasının verdiği harçlıklarla para biriktirmeye çalışan bir çocuk arasında geçen bir hikayedir.

Babasının az az harçlık vermesinden yakınan çocuk, bu verdiğin harçlıklar almak istediğim şeylere yetersiz geliyor demiş. Babası buna karşılık ‘Verdiğim harçlıkları bir kerede harcama, biriktirerek amacına ulaşmayı dene’der.

Çocuk babasının ne demek istediğine anlam veremez, bu yüzden babası olayı kavraması için çok güzel bir örnek verir: Evlerinin karşısında bulunan gölü göstererek,”Oğlum, göle bak bu bir günde değil, yağmur damlalarının birikmesiyle meydana geldi, yani demek istediğim şu ki sen de harçlıklarını bu şekilde biriktirebilirsin” der.

O zamandan beri yağmur damlalarının birikip büyümesi durumu insanlara ilham kaynağı olmuş ve küçük şeylerin birleşmesi durumuna bu atasözünü ”Damlaya damlaya göl olur” uygun görmüşlerdir.


4- ”Ne Ekersen Onu Biçersin Hikayesi”

Hikayesi:
Yaşlı bir çift evde tereyağı yapmaktadır, geçimlerini sağlamak için adam karısının yaptığı tereyağlarını her gün bakkala götürüp satmaktadır. Bakkal ise onların tereyağlarını hiç tartmaya gerek duymadan satışa çıkarmaktadır. Bir gün şeytan mı dürttü ne olduysa bakkalın aklına tereyağlarını tartmak gelmiş ve tarttığında tereyağlar kaç gram
gelse iyi?  900 gram sonucuyla karşılaşan bakkal öfkeden deliye döner ve o yarın gelir nasıl olsa ben ona bunu  ödetirim diye hayaller kurar. Ertesi gün olduğunda yaşlı amcamız tekrardan elinde tereyağı ile bakkalda görünür, bakkal ise ‘bir daha senle alışveriş yapmayacağım hile yaptın tereyağları 900 gram geldi’ der. Yaşlı adam utanır ve ezilip büzülerek, ‘Bizim terazimiz yok, fakat sizden aldığımız 1 kiloluk şekeri ağırlık olarak kullanıyoruz’ diye yanıtlar.

Bakkal utancından kızar ve hemen mahçup bir şekilde özür diler.

Ya bakkal bey böyle utanır ve ve özür dilersiniz işte…


5- ”Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar Hikayesi”

Hikayesi:
Elektriğin olmadığı yıllarda medresede eğitim alan çocuklar aralarında akşamları ders çalışabilmeleri için uygun aydınlık bir ortam yaratabilmek amacıyla her birinin bir akşam mum getirmesi şartıyla anlaşmaya varırlar. Dedikleri gibi bir kaç gün bu durum böyle uygulanır gider, fakat aralarında kurnaz olan öğrenci bir önceki günlerden kalan mum parçacıklarını biriktir ve kendisine geldiği gece mumları tekrardan eritip düzgünce yeni bir mum yaptığını sanarak sevinir.

Para vermekten kurtulan bu çocuğun mumuyla akşam ezanından sonra toplaşıp bir araya gelinerek ders çalışılır. Aralarında bir çocuk mumda bir tuhaflık olduğunu sezer ve ” nedense bana yeniden birleştirilerek oluşturulmuş bir mum gibi göründü” der. Kurnaz çocuk ise ‘saçmala olur mu öyle şey bende aynı yerden aldım’ der.

Ama tahmin ettiğiniz gibi mum yatsı vaktine kadar bile dayanmamış ve kısa sürede sönmüştür. Israrla salağa yatan uyanık çocuk ‘neden söndü ki bu’ diye sorar kendi kendine. Durumun farkında olan diğer çocuk ”Eee sen ne sanmıştın, yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye yapıştırır cevabı.


6- ”Gülü Seven Dikenine Katlanır Hikayesi”

Hikayesi:
Bir rivayete göre bülbül, çiçeklerin kraliçesi olan güle vurulur. Gül önceleri solgun ve ak bir güldür. Goncanın ise seher vakti açtığı düşünülerek o ana tanık olabilmek amacıyla tüm gece o anı bekler, fakat uykuya yenik düşen bülbül o anı kaçırır. Defalarca aynı şey olur ve bir türlü istediği amaca ulaşamayan bülbül gül mevsimi son bulduğu anda ötemez duruma gelir. Tekrardan gül mevsimi gelir ve bülbül de ötmeye devam eder. Gülün ona karşılık olarak açmasını ve muhabbetine ortak olmasını bekler. Nazlı gülün dalınan konan bülbül, gülün dikenini fark etmez ve bülbülün göğsünden akan kırmızı
kan, gülün toprağına karışan kan yağmur suyu ile gülün fidanına bulaşır ve o günden sonra beyaz gül kırmızı olarak açar. Bu sebepten dolayı olsa gerek ”Gülü seven dikenine katlanır”, ‘Gülün kırmızısı bülbülün kanındandır” veya ”Vefakar bülbülün ölümüne sebep olan gül hicabından kızarır’ ‘ sözleri kullanılır.


7- ”Sende Bu Evlat Acısı, Bende de Bu Kuyruk Acısı Oldukça Dost Olamayız Hikayesi”

Hikayesi:
Söylenene göre bir köylü ve yılan zamanla arkadaş olur. Ne kadar arkadaşlık denilirse tabi biraz çıkar ilişkisi sanki.. Köylü yılana her gün süt vermekte karşılığında ise altın almaktadır. Birbirlerinin hayatlarını  kolaylaştırmak amacıyla paylaşımda da bulunuyorlar denebilir. Bu durum gel zaman git zaman uzun bir dönem böyle devam eder.

Köylü bir gün hasta düşer ve oğlundan sütü yılına götürmesini rica ederek şöyle der:

”Oğlum, bahçedeki dut ağacının yanına her gün bir yılan uğrar, verdiğim sütü alır ve bana da altın verir. Bugün çok hasta olduğumdan dolayı sütü götür ve altını al gel der”. Tabi babası oğlu gibi düşünmez, kim uğraşacak her gün git gelle en iyisi kısa yoldan yılanı öldürüp altınların hepsini almak diye düşünür. Sütü yılanın alacağı yere bırakan çocuk, yılanı gördüğü an balta ile yılana vurur.

Yılanın kuyruğu kopar ve acıdan ne yapacağını şaşıran yılan çocuğa saldırır, daha sonra çocuk boğularak ölür. Oğlunun eve dönmediğini gören adam , o hasta haliyle zar zor bahçeye gitmeye çalışır. Oraya ulaştığında ise oğlunun öldüğünü, yılanın da kuyruğunun yarısı olmadan acıyla etrafta dolandığını görür. Durumunun şokunu atlatamayan adam canından bir parça olan oğluna mı üzülse, yoksa hergün geçimini sağladığı yılanın kanlı haline mi üzülse bilemez; ancak ”Hatalı biri varsa kesin oğlumdur” diye düşünür. Bunu yılana da söyleyen adam yılandan özürler diler ve tekrardan eskisi gibi dost olmalarını rica eder. Yılan ise tüm gerçekliğiyle: ”Ben de eskiye dönebilmeyi çok isterdim, lakin sende bu evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı olduğu sürece biz yeniden dost olamayız” der.


8- ”Aç Doymam, Tok Acıkmam Sanır Hikayesi”

Hikayesi:
Eski dönemlerde bir ağa varmış ve bu ağa adamlarından birine çok kızdığı için onu soyup bir direğe bağlamış. Ayrıca vücuduna da pekmez sürmüş. ”Bir gün boyunca böyle beklesin ve kimse ona dokunmasın” demiş ve çekip gitmiş. Arı ve sinekler boş durur mu, onlara da gün doğmuştur. Adamın üstüne konup durmuşlar. Tesadüfen oradan geçmekte olan yardımsever avcı adamın vücudundaki sinekleri kovalar. Fakat bir tuhaflık olur ve ballanmış olan adam hemen bağırır:

”Duuurrr yapmaaaa, uzaklaştırma onları!”

Tabii avcı da donup kalır anlam veremez bu duruma. Vücudunda ballar olan adam hemen şöyle der:

”Bu sinekler ve arılar vücudumdaki balları yiyip doydular, çok fazla rahatsız etmiyorlar. Eğer bunları kovarsan yerine yenileri gelir ve yeni gelen yani aç olanlar kendilerini doyurmak için vücudumdan gitmezler uzun süre. Çünkü ”A ç doymam, tok acıkmam sanır” diye dile getirir.


9- ”Aç Ayı Oynamaz Hikayesi”

Hikayesi:
Günlerden bir gün oduncunun biri ormanda odun toplar ve o sırada annesini kaybettiğini düşündüğü bir ayıya denk gelir. Aç, yorgun ve bitkin olan ayıyı alıp evine getirir, onu güzelce besler ve doyurur. Zaman geçtikten sonra büyüyen ayının gücü yerine gelir ve pençeleri sertleşir. İstemeden etrafına zarar vermeye başlar. Oduncu ben bununla başa çıkamam deyip ayıyı zincirler ve pazara satmaya yola koyulur.

Bir görücü çıkar bizim ayıya ve adam onu böyle güzelce sürerek:

”Oynar mı bu ayı” der.

Oduncu da ”Oynar tabii ki” diye yanıtlar.

Alıcı adam, oynasın da bir bakalım der. Oduncu ne diyeceğini bilemeden ağzından bir anda şu sözler dökülür:

”Oynamasına oynar da, önce karnını doyurmanız gerek, aç ayı oynamaz!” cevabını patlatır.


10- ”Tavşan(Dağ) Dağa Küsmüş Dağın Haberi Olmamış Hikayesi”

Hikayesi:
Bir zamanlar sevimli mi sevimli yumuşacık kalpli bir tavşan yaşarmış. Doğada hoplar zıplar ve oynarmış. Bir gün mekanının dışında gezindiği sıralarda bir dağa aşık olmuş. Dağ çimen yeşili gözlere, gök mavisi saçlara ve toprak gibi kahverengi bir tene sahipmiş. Bu güzelliklere vurulan dağ o günden sonra dağın etrafından ayrılmamış. Onunla vakit geçirmekten aşırı derece mutlu olan tavşan kendini dağa iyice kaptırmış. Bir süre geçtikten sonra ise dağın onu takmadığını düşünüp kahrolmuş ve sesini çıkarmadan eski evine dönmüş. Orada bir delik açmış ve kendisini oraya hapsetmiş. Delikten ise sadece karnını doyurmak için dışarı çıkarmış. Böyle yaşamış ve bir süre sonra öylece orada ölmüş. Tavşanın ölümünün ardından tüm tavşanlar ve hayvanlar alemi arasında bu konu patlak vermiş. Yayılan bu olay tabi ki dağın da kulağına gitmiş ve kendisini çok üzgün hissetmiş. O koskocaman bir dağ, büyüklüğü karşısında ise tavşanı fark edebilmesi çok zormuş. Bu söz ise hayvanların kulağına gider, onlar da şu sözü söyleyerek durumu desteklerler: ”Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış!”.