Batı, Nefs kavramını bilmiyor ‘Mustafa Merter ile bir söyleşi’





Bir hazinenin ortasında oturuyoruz ve bu hazinenin bilimsel dile çevrilmesi lazım…

Uzun süre meditasyon ve Zen Budizmi ile de ilgilenen Mustafa Merter, son yıllarda İslam ve tasavvuf felsefesi üzerine yoğunlaşmış. Benötesi Psikolojisi’ni İslam ve tasavvuf felsefesi çerçevesinde yorumlayarak değerlendiriyor ve farklı bir bakış sunuyor.Bodrumlular onu tanıyacaktır, Mustafa Merter yirmi yıl kadar önce Bodrum’a yerleşmiş, şimdiki kadar kalabalık olmadığı o yıllardan beri Bodrum’da yaşayan bir psikiyatr. Yaklaşık yirmi beş yıl yaşadığı İsviçre’de, Zürih Üniversitesi’nde mesleki eğitimini almış.

Konacık’ta, kendi evinin de içinde bulunduğu büyük bir mandalina bahçesindeki muayenehanesinde yıllarca Bodrum’un tek psikiyatrı olarak mesleğini sürdüren Merter, son yıllarda çalışmalarına İstanbul’da devam ediyor.

Psikolojide dördüncü ekol olarak bilinen Transpersonal P sychology’yi, “ Benötesi Psikolojisi” olarak dilimize çevirmiş ve Üsküdar Benötesi Psikolojisi Derneği’nin kurucularından olmuş. Uzun süre meditasyon ve Zen Budizmi ile de ilgilenen Mustafa Merter, son yıllarda İslam ve tasavvuf felsefesi üzerine yoğunlaşmış. Benötesi Psikolojisi’ni İslam ve tasavvuf felsefesi çerçevesinde yorumlayarak değerlendiriyor ve farklı bir bakış sunuyor.

Bodrum’da dağda bayırda, ücra tepelerde, yamaçlarda, patikalarda yürüyüşler yaparak, küçük mağaralarda inzivaya çekilerek dinlenmeyi tercih ediyor. Mustafa Merter’in şžubat 2007’de “Dokuzkatlı İnsan” adlı ilk kitabı yayınlandı.

Onu Turgutreis’de bulduk ve sizin de merakla okuyacağınıza inandığımız söyleşimizi yaptık.
Bodrum’da “Bağımlılık” sorunları, özellikle alkol bağımlılığı öne çıkıyor

-Bodrum’daki yirmi yıllık psikiyatrlık hayatınızda genel olarak Bodrum’a has diyebileceğimiz özel sorunlar var mı?

-Bodrum’un yerlilerinin rahatsızlıkları diğer yörelere göre pek fazla değişmiyor. Özellikle kırsal kesimden gelenlerde, her yerde ne görüyorsak burada da onu görüyoruz. Hezeyanlar yani psikozlar da var, bağımlılık sorunları da.. Bağımlılık sorunları sahil kasabası olduğu için Bodrum’da sanki biraz daha fazla. Özellikle alkol bağımlılığı. Ama Bodrum’a dışarıdan gelip yerleşmiş olanların daha başka sorunları var. Çünkü onlar kendi rahatsızlıklarını, patolojilerini beraberlerinde getiriyorlar.

Mesela benim gırgır olsun diye “cennet-cehennem sendromu” diye tanımladığım sendrom var. Bir ömür boyu buraya gelip yerleşmek istiyorlar, çok büyük ümitlerle Bodrum’a geliyorlar, aradan 6 ay geçtikten sonra depresyona giriyorlar. Diyorlar ki; “biz cennet gibi yerdeyiz, her şey güzel, ben niye depresyondayım?”. Buna “adjustment disorder” yani “alışma rahatsızlığı – intibak etme rahatsızlığı” denilebilir. Dışarıdan gelenlerde bunları görüyoruz.

Bir de tabii dışarıdan gelenlerin arasında tabiri caizse “dağıtmaya” gelenler var. Onların sorunları biraz daha değişik olabiliyor. Bodrum, tabii çekiyor uç kişilikleri, bazı rahatsızlıkları…

Bizim siyah kedi Hacı, bir anda oldu şeytan

-Sizin Bodrum’daki 20 yıllık psikiyatrlık hayatınızda hiç unutamadığınız, vaka anlamında tanımlayabileceğiniz bir durum, bir olay var mı?

-Komik bir olay anlatayım size. Bir anne-baba oğullarını getirdiler. Çocuk akut bir psiko-kriz içinde. Çocuk hezeyanlar içinde şeytanı gördüğünü iddia ediyor. Benim de Hacı adında bir siyah kedim var. Hacı kapının önünde geziyor. Hacı garip bir kediydi; bir dişi kırık, gözleri bir tuhaf, aptal bir kedi. Bir gürültü koptu kapının önünde. “Eyvah” dedim ben, çıktım dışarı “ne oluyor” diye sordum. Benim her zamanki muayenehanemin önünde çocuk kediyi gösterip “onun olduğu yere ben girmem” diyor. Çocuk almış taşı Hacı’nın kafasına atacak. Çocuk “şeytan gördüm” diyor. Hacı’yı ensesinden kaldırdım çocuğun duyabileceği bir sesle sanki onu tanımıyormuş gibi ; “ulan eşşekoğlueşşek sen nereden çıktın?” dedim, sonra kedinin kulağına eğilip “ salak, çocuk kafayı yemiş, hemen tüy buradan yoksa halin harap" diye fısıldadım. . Çocuk bana baktı, Hacı kaçtı gitti bir köşeye. İçeri girdik, meşakkatle çocuğun iğnesini yaptık, sonra çocuk rahatladı. Böyle komik bir olay yani.

Bizim tasavvuf felsefemiz ile psikoloji arasında bir bağ kurulabilir mi?

-Basında çıkan yazılarda genellikle sizin psikiyatrlık titrinizin dinle olan ilişkisi üzerinde durulmuş. Bugüne kadar biz özellikle psikiyatrları dinle bağlantılı olmayan insanlar olarak algıladık Türkiye’de. Siz şimdi bunun tam tersini uygulayan bir ekolün temsilcisi gibisiniz. Bu konuda ne söyleyeceksiniz? Bodrum’daki psikiyatrlık hayatınızda dinle ilgili bağlantılar kurdunuz mu hastalarınızla?

-Din demeyelim de maneviyat diyelim. Psikolojinin, psikoterapinin bir ekolü olan davranışcı ekolden, yani insancıl- hümanistik ekolden sonra “Benötesi Psikolojisi” diye Türkçeye tercüme ettiğim “Transpersonel Psychology”, bazı ihtiyaçlardan doğmuş. Çünkü genelde modern psikoloji, psikiyatri hep insanın yetersizliklerini, patolojiyi, rahatsızlığı araştırmış. Halbuki transpersonalistler demişler ki “insanın bir de yüce yönü var, biz bu yüce yönlerini de araştıralım”. “Çok istisna kabiliyetleri olan çok bilge insanların psikolojisi nasıl bir psikolojidir?” demişler. Çok sağlıksız insanı araştırmak yerine; öbür uç olan çok sağlıklı, mürşid-i kâmil psikolojisini araştırmak.. Bunlardan birisi de Maslow. Tabii mürşidi kâmil tabirini kullanmıyor ama, yapmak istediği bu. Aynı zamanda bir de bakmışlar ki insanların hayatlarında Maslow’un “uç deneyimler – peak experiences” diye tabir ettiği özel yaşantıları var. Bu yaşantıların da insan psikolojisinde bir rol oynadığının farkına varmışlar

Psikoloji, Amerika’da Uzakdoğu maneviyatından etkilenmeye başlamış.

İnsanı daha iyi anlamak için o tarafa doğru bir yönelme olmuş. Bu arada tabii İslam ve tasavvuf üzerine de eğilmişler. Hatta Stanford’daki Benötesi Psikolojisi Enstitüsü ki dünyada bir ilktir, kurucusu bir Sufi’dir, Amerikalı bir Sufi. “Manevi açıdan acaba insanın gelişimi nedir, psikoterapiye nasıl uygulanır?” gibi sorular sormaya başlamışlar.

Bendeniz cüret edip, bildiğiniz gibi meditasyon tecrübelerim var, biraz tasavvufa yaklaştım; “bizim tasavvuf anlayışımızla psikoloji arasında acaba bir köprü olabilir mi, acaba müşterek noktalar nelerdir, uymayan nedir” konularında çalışmalar başlattım. Bir dernek kurduk. Transpersonal Psychology’nin bizim Türk maneviyatından esinlenerek oluşturduğu bir arayış.

İnsanın asli yapısında var olan “Latif duygular” diye tanımladığımız şefkat, muhabbet, merhamet gibi duyguları yaşayamaması, acaba bazı patolojilere sebep olur mu?

– şžunu tam olarak anlayamadım: Benötesi sağlıklı insanlarla ilgili bir şey değil, öyle mi?

– Rahatsız insanlar da gelebilir. Yalnız, insanın yetersizlik boyutunda yani bazı latif duyguları yaşayamadığı için rahatsızlanması da mümkün mü, bunu araştırıyor; insanın içinde bazı yüce potansiyeller var. Bunu yaşayamadığı zaman insan rahatsızlanır mı? Son olarak, modern psikolojinin farkına varmadığı “geciktirilmiş anne sendromu” diye bir şey tanımladım. Bildiğiniz gibi insanlık tarihi boyunca kadınlar âdet görmeye başladıktan birkaç yıl sonra evlenmişler ve çocuk sahibi olmuşlar. şžimdi çok ileri yaşlara atıldı annelik yaşı. Kadının hem hormonal dengesi açısından, hem de bizim latif duygular diye tanımladığımız şefkat, muhabbet, merhamet gibi duyguları, asli yapısında var olan bazı duyguları yaşayamaması, acaba bazı patolojilere sebep olur mu, soru bu.

Mesela “Borderline” diye bir rahatsızlık var, ergen kızlarda görülen; tam anlamıyla psikoz değil, psikozla nevroz arasında bir rahatsızlık. Sürekli bir öfke hali, birisini aşırı yüceltme veya aşırı yerme, fırtınalı bir cinsellik, sevgiyle nefret arasında gidip gelme gibi rahatsızlıkların toplamı. Bu rahatsızlık asrın başında bilinmiyordu. Bunlar hep yeni patolojiler. şžimdi bu patolojileri anlamamız için insanın nefs yapısını anlamamız lazım. Batı nefsi bilmiyor, bizim anladığımız anlamda. Kitabımın adı da bu yüzden “Dokuzyüzkatlı İnsan”, Hz. Mevlana’mızın Mesnevi şžerif’indeki bazı beyitlerinden esinlenerek.

Nefs’i bir bina, ‘ruh’u da oraya yansıyan bir nur olarak görebiliriz

– Nefs ile ruh arasında nasıl bir fark var?

İnsanın nefs yapısı sonsuz katları olan bir bina gibidir. Nefsi bina olarak düşünelim. Ruh konusunda ayeti kerime var; “size ruh hakkında çok az bilgi verilmiştir” diye. Mümkün olduğu kadar ruh konusunda spekülasyon yapmamaya gayret ediyoruz. Ama şöyle diyebiliriz belki, yapısal olarak baktığımızda nefsi bir bina gibi, oraya yansıyan bir nuru da ruh olarak görebiliriz. O, nurun bireysel olarak nefsin değişik katlardaki tecellisi de bir yerde.. Ruh deyince, bütün bunlar tabii ki çok az söylenmesi gereken şeyler. Mesela “ruh hekimi” deyimi yanlıştır.

Satırlararası iletişimde hasta, psikiyatrın dünya görüşünden etkilenir, bu bir gerçek

-Sizin söylediğiniz bir cümle var: “Bazı meslektaşlarımız psikiyatr seküler olmalıdır diyor, bu bir hayal” demişsiniz. Biraz bunu açar mısınız?

– Bildiğiniz gibi, gittiğimiz terapistin dünya görüşünden, dünya görüşü açıkça ortaya konmasa bile metakomünikasyon ilişkisinde -yani satırlararası ilişkide- terapistin dünya görüşünden etkileniriz. Bu çok önemli. Mademki biz böyle bir tesir uyandırabiliriz, açık açık başından böyle söylemek lazım.

Mesela ateist bir insan dindar bir terapiste gittiğinde, terapistinin “bakın ben dindar bir insanım terapide bazen bazı kavramlar kullanacağım, size bazı yöntemler göstereceğim. Bunlar size ters gelebilir. Eğer bunlar size ters gelecekse siz bana gelmeyin, başka birisine gidin” gibi.

Genel olarak Amerika’da psikiyatr ve psikologlara derin bir dini eğitim verilir. Üniversitede özel kurslar var. Bizde yok.
Dinamik psikiyatride terapistin, paylaşılan zamanı ve yükü taşıması gerekir

– Zaten Bodrum’da psikiyatr sayısı az. Psikiyatrın dini eğilimi olması şöyle bir ayrıma yol açmaz mı o zaman; Hıristiyanlar Hıristiyan psikiyatra, Müslümanlar Müslüman psikiyatra gitsin gibi? şžuradan aklıma geldi, bir arkadaşım uzun bir süre sizin dindar bir insan olmanız sebebiyle size gelmek istememişti. Uzunca bir süre sonunda burada başka birisi olmadığı için size terapiye geldiğinde çok memnun kalmıştı ve rahatsızlığı kısa sürede geçmişti. Onun bu çekincesi, hastalığının tedavisini ötelemekten başka bir işe yaramamıştı sonuçta.

– Doğal olarak bireysel farklılıklar olacaktır. Bir de, birbirinden ayırmamız lazım, dinamik psikiyatri ve statik psikiyatri olmak üzere iki ayrı tarz var. Özellikle son zamanlarda gitgide artan oranlarda statik psikiyatri uygulanıyor. Statik psikiyatri çok yüzeysel, palyatif yapılan bir tedavi metodu, psikoterapi uygulamayan bir metod. Dinamik psikiyatri ise; ilaç kullanılsa da psikoterapiye ağırlık veren ve hekim-rahatsız kişi ilişkisini ön plana çıkartan bir uygulama. Dinamik psikiyatride 50 dakika berabersiniz, yükü taşımanız lazım. Gerektiği zaman sussanız bile, o zamanı taşımanız lazım. Zaten dinamik psikiyatriye kaydığınız zaman süreç daha uzun bir psikoterapi sürecine kayıyor. O zaman az önce bahsettiğimiz şeyler daha fazla gündeme geliyor. Normal olarak psikiyatriste giden bir insan ilaç alacaksa, söylediklerinin bir önemi kalmayabilir ama uzun süreli bir psikoterapi süreci, dört başı mamur, bir sene – iki sene, bu faktörlerin değerlendirilmesi lazım. Batı’da böyle yapılıyor.

Bir gün, Latif Duygular dediğimiz duyguların da ölçümlenebilmesi mümkün

– Diğer ekollerde ileri sürülen iddialar bir takım ölçümlemeler, sebep- sonuç ilişkileriyle ispatlanabiliyor. Benötesi psikolojisinde bu tarz ölçümlemeler, bilimsel veriler olacak mı?

– Mesela meditasyon yapanların beyin dalgaları nasıl seyrediyor gibi ciddi çalışmalar var dünyada, elektroansokolografi çalışmaları. Latif duygular dediğimiz duyguların ölçümlenebilmesi, test psikolojisine de bunun yansıması, belirli bir süre sonra oluşacak. Mesela bizim İslami haller yaşanırken bir yakin hali, huşu hali, vecd hali yaşanırken acaba bizim beyin dalgalarımız ne oluyor? Çalışmalar henüz nispeten az, bu bir eksiklik tabii. Bunların diğer ekollere göre yapılması lazım.

Dünyada adeta bir kermes var ve aklınıza hayalinize gelebilecek her türlü manevi hal satılıyor; çakraları uyandırmaktan Ayurveda metotlarına, uçan dairelerle konuşmaktan şžamanik metotlara…

– Benötesi psikolojisi yurtdışında, bilim çevrelerinde kabul görmüş bir ekol mü?

-Tabii, dördüncü ekol olarak bilinir. Maneviyat öyle bir şey ki, bir kermes düşünün, bu kermeste birçok satıcı var ve manevi haller satıyorlar. Dünyada böyle bir kermes var. Aklınıza hayalinize gelebilecek her türlü hal satılıyor; çakraları uyandırmaktan Ayurveda metotlarına, uçan dairelerle konuşmaktan şžamanik metotlara…

Bu konu özellikle beni ilgilendiriyor, çünkü vaktinden önce yaşanmış bazı hallerin faydadan çok zarar verebileceği kanaati uyandı bizde, yaptığımız çalışmalar sonucunda. Biliyorsunuz ben uzun süreler meditasyon yaptım. Benimle beraber meditasyon yapan birçok insanın uzunlamasına hayat akışlarına baktığımızda sabitleşmiş ve bizim insan-ı kâmile doğru yükselmiş dediğimiz olgun, yüce insan modelini pek göremiyorsunuz. Bu iniş ve çıkışların, manevi bazı halleri yaşamanın, ondan sonra bu dünyaya inip sukutu hayale uğramanın “manevi aidiyetsizlik depresyonu” diye bir depresyonu oluşturduğu kanaatindeyim. Çünkü ne orada ne burada. Bunun örnekleri var.

Sorunuzun cevabına gelirsek, genelde Benötesi Psikolojisi ekolünün biraz gayri ciddi olanları her taraftan bir şeyler kaparak bir şeyler yapmak istiyorlar.

Batı’da “latif duygular” kavramını pek duyamazsınız. Ama açın Mesnevi şžerifi, baştan sona kadar latif duygulardan söze eder. (Alt Başlık)

-Benötesi Psikolojisi alanındaki çalışmaların dünya literatüründe yeri var mı? Örneğin bilimsel bir dergide yayınlandı mı?

-Var, tabii ki var. şžimdi biz İslami açıdan bazı konuları değerlendiriyoruz. Söylediklerimizin bazıları daha önce söylenmiş şeyler, bazıları yeni şeyler. Bunların çok çalışılması lazım. Mesela latif duygular kavramını pek duyamazsınız. Ama açın Mesnevi şžerifi, baştan sona kadar latif duygulardan söze eder. Biz aslında bir hazinenin ortasında oturuyoruz. Bu hazine bilimsel dile çevrilmemiş. Dolayısıyla anlatmakta zorluk çekiyorsunuz bazı şeyleri. Kitabımın amacı bir yerde, bir çatı oluşturmak, her iki sayfasının bir tanesinde Mesnevi şžerif’ten beyitler var, mesela nefs yapısını anlatırken olan değişiklikleri vesaire, tasavvuftan esinlenerek anlatmaya çalışıyorum.

Psikoloji, materyalist paradigmanın üvey evladı

– Bilimsel çevrede kitabınızın ilgi göreceğini, literatüre kabul edileceğini düşünüyor musunuz?

– Paradigma diye bir kavram var, belli bir ana prensibi kabullenmiş teorilerin toplamını ifade eder. Mesela materyalist ve rasyonel paradigma çerçevesinde duygular zaten küçük görülür. Bu paradigma, ölçülüp tartılamayacağı için duyguları kabul etmez. Dolayısıyla psikoloji bu paradigmanın üvey evladı gibidir. şžimdi bir adım daha öteye gidiyoruz bu paradigma içinde, latif duygulardan bahsediyoruz. Paradigmanın içindeki psikologlar ve psikiyatrlar bile baştan buna büyük kaygıyla eğileceklerdir. Niye, çünkü bütün bildikleri şeyin dışında bir şeyi, başka bir paradigmadan bir şeyleri aktarıyoruz. Eğer doğruysa bu söylediğimiz şeyler beş sene, on sene kadar bir zaman süresi içinde meraklı, araştırma ruhu olan yeni bilim adamları tarafından araştırılarak belirli bir yere getirilebilir. Genelde ise biz bu paradigmanın içine tüm bu anlattıklarımızı koyduğumuz zaman, oluşan kaygı nedeniyle bizi hemen iteceklerdir.

Bir örnek vermek gerekirse; fizik alanına bakalım, belirli bir zamana kadar fizik çok statikti. Bazı şeyler vardı, işte Newton fiziği vardı mesela, bunun dışına çıkılmıyordu. Sonra birdenbire kontra fizik çıktı, baştan sona değişti pek çok şey. Demin anlattıklarımı bir kontra fizikçisi anlar. Ama paradigmanın içindeki bir psikolog anlamaz. Böyle paradoks bir durumla karşı karşıyayız.

Bodrum’un mağaralarını benden sorun

– Sizin terapi tarzınız yani dinamik psikiyatri, aslında psikyatrlara büyük yükler getiren bir tarz. Siz Bodrum’da bu yüklerden kurtulmak için neler yapıyorsunuz? Kendi sorunlarınızla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Tebdili mekânda ferahlık vardır diye çok güzel bir laf vardır, çok seyahat ediyorum. İnzivalara çekilirim. Beni en çok rahatlatan inzivalarım süresince girmediğim orman, mağara kalmadı. Bodrum’un mağaralarını benden sorun. Sigortalar attığında, tamamen kendi köşeme çekilerek tefekkür etmeyi bana en fazla yardımcı olan metot olarak gördüm, deneyimledim bunca zaman. Tabii yaptığım ibadetlerin de çok büyük faydaları var.

Mustafa Merter dindar bir insan ama “dindar” denildiğinde ilk akla gelen çağrışımlar Mustafa Merter söz konusu olduğunda yanıltıcı olabilir. Örneğin kızı ile eşi, başı açık ve modern giyimli insanlar. “Dindarlık” lafı geçtiğinde nedense ilk akla gelen kelime “gericilik”, oysa Mustafa Merter kendi uzmanlık alanında yaptığı çalışmalarla yeni ve ileriyi aydınlatan bir bakış sunuyor.