‘Batıyoruz! Bizden daha fazla vergi alın!’

Türkiye bayram tatilindeyken, küresel piyasalar da ‘kısa bir bayram’ yaşıyor gibi yaptı. Ama bu tür ‘canlanmaların’ kısa süreli soluklanmalar olacağını söyleyelim. Dünya ekonomisindeki daralma beklendiği gibi çok ciddi boyutlarda olmayabilir; hatta Asya ekonomilerinin ivmesine ve Ortadoğu, Kuzey Afrika’daki siyasi kargaşanın beklenenden önce çözüm yoluna girmesine bağlı olarak buralardaki rejimlerin yeniden inşa süreci, enerjiden başlamak üzere, önemli bir küresel ekonomik potansiyel yaratabilir. Ancak buna rağmen, Avrupa’nın sorunu olduğu gibi duruyor ve bize Avrupa’nın borç sorunu diye anlatılan meselenin özü çok daha derin.
IMF’nin son finansal istikrar raporu daha gün yüzüne çıkmadan tartışma yarattı. Çünkü IMF haklı olarak, rapor taslağında, elinde İspanya, İrlanda, İtalya, Yunanistan hatta Belçika kağıtlarını bulunduran bankaların çok güç durumda kalacağını söylerken, aslında borç sorununun bu haliyle aşılamayacağının altını çiziyordu. IMF’nin rapor taslağına, hem Avrupa Merkez Bankası hem de Almanya ve Fransa karşı çıktılar; çıktılar çıkmasına da, aslında onlar da, IMF’nin ‘az bile yazdığını’ bu işin öyle ‘olacak-bitecek’ tekerlemeleriyle çözülemeyeceğini biliyorlar. Hele Sarkozy Hükümeti, işin Fransa için de giderek derinleşen bir kuyu olduğunu görüyor. Ancak Sarkozy bu krizin, eskiden olduğu gibi, savaşla çözüleceğini sanıyor. Sarkozy’nin başından beri izlediği yola bakın; son Libya operasyonunda BM kararını beklemeden öne çıkmaya çalışmasının ateşi sönmeden geçen gün de İran’ı tehdit etti. Sarkozy’nin doğrudan aptal olduğunu düşüyorum.

İçinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizi, eskisi gibi, sömürgesi sandığı ülkelere savaş açarak aşacağını sanması cahillikle falan izah edilemez; bunun izahı doğrudan aptallıktır. Ancak Avrupa’nın Sarkozy gibilerin aptallığına teslim olmayacak dinamikleri barındırdığını unutmamak gerekir.

Aslında batının kendisi, bu krizin eskisi gibi ‘devletçi’ patavatsızlıkla çözülemeyeceğini anlıyor gibi. İpin ucunun kaçtığını, aşırı finansallaşmanın ve buna bağlı müthiş servet temerküzünün krizin nedenlerinden biri olduğunu anlamış gözüküyorlar. Bunun için de Amerikalı yatırımcı Warren Buffett’tan sonra Fransız sermayesinin önde gelenleri ‘bizden daha fazla vergi’ alın diye ayağa kalktı. Petrol şirketi Total’den Societe Generale’e ve Air France’a kadar birçok küresel Fransız şirketi Sarkozy’nin göremediğini gördü ve hükümete daha fazla vergi vermek istediklerini beyan etti.

Ama ben Buffett’la başlayan bu ‘imdat’ çağrısının çok geç olduğunu düşüyorum. Bugünkü krizin çözümünün başlangıç noktası, dünyadaki sermaye temerküzünün tersine işlemeye başlaması ve yeni ekonomi şirketlerinin tekelci yapılara dönüşmeksizin artmasıdır. Tabii bu bir başlangıç noktasıdır. İkinci olarak, devletin kamusal işlevini üstlenecek ve bu yolla da piyasayı düzenleyecek yeni bir sivil-kamusal ekonominin adımlarının atılmasıdır.

Bir çıkış noktası: Vakıf ekonomisi

Örneğin vakıf müessesesi ve ekonomisi bu anlamda önemlidir. İslam dünyasında ve daha özel olarak Osmanlı topraklarında, yoksulluğu ortadan kaldırmayı amaçlayan ve ekonomiyi düzenleyen en önemli kurum vakıflardı. Çünkü beşeri sermayenin en önemli unsurları olan sağlık ve eğitime yönelik harcamaların büyük bir kısmı vakıflar tarafından sağlanmaktaydı. 1546 yılında yalnız İstanbul’da 2.515 vakıf bulunuyordu. Murat Çizakça bu ekonomiyi şöyle anlatır: “Gerçekten de, vakıflar sayesindedir ki güçlü devlet tarafından mülkiyet haklarının çiğnenmesi engellenmiş; İslam medeniyetinin zengin mimari mirası finanse edilip yüzyıllarca korunabilmiş; mahalleler maddî bunalıma düşen bir devlet tarafından bindirilen ağır vergi yükünü kaldırabilmiş; arazilerin İslam hukuku gereği aşırı parçalanması önlenebilmiş; yaşlılık ve maluliyet maaşları verilebilmiş; bir kurum olarak sigortanın bilinmediği bir çağda, lonca ya da mahalle üyeleri için ilkel de olsa bir sigorta güvencesi sağlanmış; köprüler, yollar, limanlar, deniz fenerleri, kütüphaneler, sarnıçlar, su bentleri, çeşmeler ve kaldırımlar inşa edilip, korunabilmiş; kısacası savunma hariç medeni bir toplumda olması beklenilen tüm hizmetler bu sistem sayesinde finanse edilmiş, örgütlenmiş, inşa edilmiş ve korunmuştur.”

Ancak vakıf müessesi ve ekonomisi, ‘Modern’ Türkiye’de tabii Batı’nın da etkisiyle, yerle bir edilmiş, yağmalanmıştır. Bu da ayrı ama çok acı bir hikâyedir. Ama biz bugün vakıf ekonomisinde ve Osmanlı uygulamasında, geleceğin toplumunun ipuçlarını bulabiliriz.