Baştan söyleyeyim, bu yazıda fizikteki belirsizlik ilkesinden söz etmeyeceğim. Onun yerine bu ifadeyi yaşamın genel prensibi olarak kullanıp felsefe yapacağım ve belirsizliğe ilan-ı aşk edeceğim!
Belirsizlik kelimesi en temelde kesin bilginin eksikliğini ifade etmesi bakımından epistemolojik (bilgi felsefesiyle ilgili) bir terim. Bir şeyin “belli olmaması” durumunu ifade ediyor ve akla hemen “kime göre belli olmaması?” sorusu geliyor.
Biz insan olduğumuz ve kendi algılarımızla kayıtlı olduğumuz için bu sorunun en kestirme cevabı şu olsa gerek: “ne olduğu/olacağı kim için belli değilse ona göre”. Yani ben bir özne olarak iki dakika sonra burada ne olacağını ya da iki dakika önce orada ne olduğunu bilmiyorsam söz konusu zaman ve mekanlarda gerçekleşen olaylar bana göre belirsizdir. Bununla beraber iki dakika önce orada olanlar, orada bulunanların malumu iken; iki dakika sonra burada olacaklar kimsenin malumu değildir, en azından fizik kurallarına göre.
Metafizik güçleri olduğu iddiasında olan kişiler gelecekte ne olacağını bildiklerini iddia edebilirler ama gerçekten bilip bilmediklerini test etme imkanı olmayan durumlarda onların “bilgisi” bizi ilgilendirmez. Bilgi, bilen kişi için belirsizliği ortadan kaldırır, inanan içinse bir şeylerin belli olduğu inancı sadece bir zandır . Nitekim tarih boyunca saygı gören pek çok bilgin, kıyametin ne zaman kopacağına, Mehdi’nin, Deccal’in ve benzeri varlıkların ne zaman zuhur edeceğine dair kesin tarih vermiş ve kitleler o kişilere inanmıştır. Ancak bugün, geçmişte kalan o “kesin tarihler”in gerçekte belli olmadığı ortaya çıkmıştır.
Aslına bakarsanız geleceği kimse bilmiyor. Şahit olduğu anı bile bilmekten çoğunlukla aciz olan biz insanların geçmişte ya da gelecekte olmuş ya da olacak olan olaylarla ilgilenmemiz ise bir tür “zaman kaybı”, çünkü hikaye anlatırken/dinlerken ya da gelecek tahminlerinde bulunurken şimdiki zamanı kaybediyoruz . Tarihten ders almak elbette önemli ama geçmişte ne yaşandığına da tanıklık etmediğimiz için çoğu zaman gerçekte ne olduğuna dair spekülasyon yapmaktan öteye gidemiyoruz. Bize ait olmayan zamanlarda oyalanıp duruyoruz. Oysa bizim olan an, şu an.
Şimdiki zaman kıymetli, belki de bize “en belli olan” zaman olduğu için kıymetli. Belirsizlikten hoşlanmıyoruz, çünkü zihnimiz bildiğine inanarak rahatlamak istiyor. Ne var ki aslında bizim için yaşamın hiçbir alanında belirlilik mümkün değil. Hele ki gelecek söz konusu olduğunda!
“Kul kurar (plan yapar) Tanrı güler” sözünü bilenleriniz vardır, yaptığınız planların hiç uygulanamadığını tecrübe edecek kadar yaşınız varsa bu sözü derinden hissedebilirsiniz. Gençken bir sürü plan yapar, geleceğe dair tasarımlar geliştiririz. Fakat işler hiçbir zaman planlandığı gibi gitmez. Çünkü hayat kaotiktir, belirsizdir. Belli sebepler belli sonuçlar doğurmaz, belli zannettiğimiz sebepler hep belirsiz sonuçlar doğurur, çünkü hayatın denklemlerinde değişkenler sonsuzdur. Bir unsur değiştiğinde tüm sonuç değişir ve kendinizi planınızla hiç de alakası olmayan bambaşka bir yerde bulursunuz.
O halde ne yapacağız? Hayatımızı yönetmek adına, geleceğimizi kurmak adına çalışıp çabalayıp, hedefler koyup, planlar yapmayalım mı? Yapmayalım desek de bunu yapacağız, çünkü zihnimiz gelecekle ilgili tasarımlar yapacak şekilde programlı. Zihnin bu çalışma biçimini aşmak da her yiğidin harcı olmadığına göre biz sıradan insanlar ne yapacağız?
Öncelikle belirsizliği kabul etmeliyiz, bu hayatın bir kanunu. Doğum ve ölüm kadar doğal bir durum belirsizlik. Ve sonra belirsizlikten zevk almayı öğrenmeliyiz! Nasıl mı? Hayatımızın sıradaki olaylarını -bir macera filmi izlercesine- heyecanla bekleyebilir ve bu belirsizliğin tadını çıkarabiliriz. Hayatta başımıza gelecekleri planlamaya çalışmak yerine (ki planların işe yaramadığını biliyoruz), kaosu kozmosun ilkesi olarak kabul edip belirsizliği bir macera şeklinde algılayabiliriz. Kimileri macera sevmez demeyin, biraz heyecan herkesin hoşuna gider. Sonunu bildiğiniz bir filmi izlemek hiç keyifli değil, öyle değil mi? Aynı durum hayatlarımız için de geçerli. Hem sizce de birazdan ne olacağını bilmek çok sıkıcı olmaz mıydı?
Haydi gelin, hayatı renkli kılan ve bizim için bir öğrenme sürecine çeviren sevgili belirsizliği kucaklayalım!
Not: Bana belirsizliklerle halay çekmeyi öğreten sevgili arkadaşım Hatice Keskin’e teşekkürlerimle…
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Acılara Tutunmak