Aramızdan ayrılan sonsuzluğa uğurlanan herkesin ardından iyilikle, iyi insandı diye söz etmek alışkanlık olmuş. Adam işe yaramaz, haylaz, tembel, dedikoducunun ta kendisidir ama kimse ağzını açıp da hayatta iken sahip olduğu özelliklerden bahsetmez meftanın. Sanki Allah bilmiyordur nasıl bir insan olduğunu. Haşa Allah’ı kandırıp onun cennete gitmesini mi kolaylaştıracağız? Niye kendimizi kandırırız bilinmez.
Adam haylazlığın ötesinde, hırsızdır, ırz düşmanıdır, bırakın insanlığı kendi için dahi hatırlanacak bir iyiliği olmamıştır ama cenaze namazında hoca efendi meftayı nasıl bilirsiniz? diye sorunca hep bir ağızdan ‘’iyi bilirizzzz’’ diye bağrıl mıyor mu? Arka saflarda olanların ise hocaya duyurmak için mi yoksa mefta duyar mı? diye en yüksek oktavdan iyi bilirizzzzz diye bağırmaları yok mu? Bunlar yetmiyormuş gibi hayatta iken hakkında kötülüğü ile ilgili söylenmedik söz bırakmadığımız mefta için hoca efendi hakkınızı helal eder misiniz diye sorunca; bir defada değil hem de üç defa helal ederiz diye bağırmıyor muyuz (!) Ne denir bilmem.
Bazen de bir camide birden fazla cenaze namazı oluyor. Bir yakınımız veya tanıdığımız, bir dostumuzun cenazesine gittiğimizde birden fazla cenaze namazına katılır ve tanımadığımız meftalar içinde iyi bilgilerimizi ve hakkımızı helal edişimiz aklıma gelince tebessüm etmede haksız değilim her-halde diye düşünürüm.
Her cenaze merasimi bana sevgili babacığımı hatırlatır. İki sebepten dolayı. Birincisi sevgili babacığım her cenaze namazında iyilik sorusuna ben ‘’Allah bilir’’ diyorum derdi. Helallik olayı nda ise, bilerek veya bilmeyerek bana bir hakkı geçmiş ise meftanın ahirete borçlu gitmemek için hakkımı helal ediyorum dermiş. İkincisi çok burkulurum her cenaze töreni görünce. Hala aramızdan ayrılışını kabullenemiyorum babacığımın.
On sekiz yıl oldu bizi bırakalı ama hala inanamıyorum. Benim için her şeydi. Nur içinde yat sevgili babacığım. Hiç unutmam kızdığı zamanlar bizim yörede, hele akraba-i taallukat tan cenaze namazı kılınmayacaklar bile var derdi rahmetli ama buna rağmen memleketimizi, köyümüzü hiç unutmazdı.
Her zaman oradan bahseder, bizim memleket deyince hep Batı Trakya ’yı kastederdi. Eti sütü, peyniri tartışmasız bizim oranın güzeldi. Batı Trakya’da yaşayan Yunanlılara bizim gavurcuklar derdi ama hep onlarla olan dostluklarından bahsederdi.
Gavur durlar ama yemesini, içmesini, yaşamasını bilir kafirler derdi de başka bir şey demezdi. Her zaman muhabbetimiz ora ile ilgili idi. Bazı hatıraları sayısız defa dinlemişimdir. Her defasında ilk defa duyuyormuş gibi dinlemek zorunda idim. Yoksa çok kızardı. Her kızdığı an ( kızgınlığı genellikle anneme idi) beni niye getirdiniz buraya diye sitem ederdi. İkinci dünya savaşını Bulgar zamanı diye anlatırlar bizim oralarda. Almanlar bir gecede Yunanistan ’ı işgal ettikten sonra Batı Trakya ’yı Bulgaristan ’ın Bulgarların yönetimine bırakmışlar. Bu nedenle bizimkiler ikinci dünya savaşını BULGAR zamanı diye hatırlarlar.
O kadar güzel hicvederek anlatırdı ki babacığım o dönemi çocukluk yılları olmasına rağmen. Sayısız defalar dinledim, bulgar korucuyu nasıl aldatıp kendi tarlalarından buğdayı eve taşıdığını ama her defasında birazcık farklı anlatsa da. Yörenin en yakışıklı delikanlısı babammış(!) Bütün yöre kızları ona aşıkmış. Bunları anlatırken eğer annen yanımıza gelirse babamın son sözü; ama ben sadece anana bakardım(!) Ah şimdiki aklım olsa!!!! Diye de ilave etmeden kendini alamazdı.
En kızgın halinde iken bizim oralardan Batı Trakya ’dan bahsedince hemen kendine gelirdi. Hele çapkınlıklarından bahsedince bütün sinirli hali biter dünyanın en tatlı adamı olurdu. Bunu bilmem bir çok defa babamı sakinleştirme de işime yarardı. Hadi hadi zavallı anacığım nasıl katlanmış senin bu çapkınlıklarına dediğimde, gürleyerek, boynundaki iki toplardamarı şişirerek ya ne yapacaktı? bulmuş benim gibi yakışıklıyı diye bağırırdı. Son zamanlarda yaşı biraz ilerlemiş olmasına rağmen onun çapkınlıklar ından, sevgililerinden bahsetmek çok hoşuna giderdi. Ne de olsa testosteron meselesi(!)
Eyüp Hastanesi Başhekimi olduğum yıllarda, Bulgar zulmünden kaçan soydaşları Sn. Özal’ın Ülkemize getirdiği yıldı. Hastaneye ilk ve en çok soydaşlardan sağlık çalışanını alan bendim. Bunlar arasında sporcularda vardı. Sonra milli güreşçimiz olan Faikoğlu soyadlı bir soydaşımızda gelmişti. Televizyonla rdan bu sporcumuzun adı anons edildiği gün eve gittiğimde ne göreyim? Babamın yüzü yine sirke satıyor. Anneme saydırıyordu.
Hemen vaziyet ettim . Baba bu halin seni affetmemize yetmez deyince ne oldu yine dedi? Ne olacak, bu gün hastaneye bir bulgar göçmeni geldi. Bana sarılarak aynen bana benziyorsun baba mı arıyorum dedi. Ben senin ağabeyinim dedi. Babamız ikinci dünya savaşı nda bizim oralara gelmiş annemle evlenmiş ben doğmuşum, sonra savaş bitince babam kaybolmuş sadece annemle bu resmi var dedi, resmi gösterdi. Baba sensin bu ne iş bize bahsetmedin? Göz kırparak anne sen biliyor muydun? diye sordum. Annem hayır be kızanım dedi ve ilave etti. Ben daha babanla durmam al beni götür demez mi?
Hazırlanmadığımız halde senaryo tutmuştu . Babamın o hali görmeye değerdi. Sinirli hali gitmişti. Gitmişti ama bir anda derin derin düşünmeye başladı. Hiç Bulgaristan ’a gitmediği böyle bir olay yaşamadığı halde acaba olmuş mu idi. Normalde mümkün değildi kronolojik olarak ama acaba……???? Ne de olsa testosteron meselesi (!) Babamın ne diyeceğini heyecanla bekliyorduk annemle birbirimize tebessüm ederek!
Babam, gayet vakur , kendinden emin, emredercesine bana; Git o pelivana söyle ben Onun Anasını hatırlamıyorum demez mi!!!!
Nur içinde yat sevgili babacığım.
Kalın sağlıcakla…
Prof. Dr. Rehat Faikoğlu