15 Temmuz işgal girişiminin etkisi üzerimizde kara bulutlar gibi dolaşmaya devam ediyor. Çevremizdeki bir çok insan hala bu tramvayı atlatabilmiş değil. Olanlara inanmakta güçlük çekiyoruz hepimiz hala.
O karanlık gecede farklı yerlerde olupta sokaklara çıkamamış insanlar, yazılan yazılardan ve izledikleri videolardan gördükleri ve öğrendikleriyle bile adeta bir şok içerisindeler. Olayın ilk saatlerinde Boğaz Köprüsü'ne gitmiş olan ve orda bir çok insanın yaralanmasına ve şehit düşmesine şahit olmuş biri olarak o günden beri yazmalarım durdu, okumalarım sağlıklı değil. Taşıdığımız yaralılar ve şehit düşmüşleri omuzlayıp taşımamız gözümün önünden hiç gitmiyor. Kan kokusu diye bir şeye ilk kez o gece şahit oldum mesela.
Tabi sonraki günlerde, o gece yaralanmış, gazi olmuş bir çok insanla karşılaşıp sohbet ettim. Alçakların uçurduğu, alçak uçuş yapan uçaklar havadayken, tanklar sokaklarda önüne gelen herşeyi ezip ilerlerken korkmadın mı sorusu çok soruluyor. İlk anda ne olduğunu öğrenmek için sokağa çıkmıştım ama hemen ardından olayın vehametini anlayınca durum değişiyor. O andan itibaren amaç değişiyor. Ve emin olmanızı isterim ki, hiç bir şekilde korkmuyorsunuz. O köprüde üzerimizden vızır vızır kurşunlar geçti. Yüzlerce kez yerlere yatmak zorunda kaldık ama en ufak bir korku gelmedi içimize.
Bir kaç gün önce uzun saatler Çengelköy'de zaman geçirdik yazar arkadaşlarla. Çengelköy muhtarı Can beyle tanışıp sohbet ettik. Aldığı ciddi bir yaralanma ile gazi olmuş Can abi. Daha uzun süre o yaranın iyileşmesini bekleyecek. O gece yaşanılanlardan konuştuk doğal olarak. Hani tatbikata çıkmıştık diyorlardı ya, nasıl bir tatbikatsa Çengelköy'ün sokak aralarında insanları kovalayıp bulduklarını şehit etmişler. Değerli ağabeyim Ömer Baykar oradaki tüm olayların şahidi, çok şeyler anlattı. Sokaklarda yapılan katliama bizzat şahit olmuş biri. Bir ara pencereden 'vatan hainleri' diye bağırmış Ömer abi. 'Biz vatan haini değiliz, çık dışarı' şeklinde cevap vermişler. 80 darbesini yaşamış biri olarak ilk andan itibaren bunların başarılı olma ihtimalleri hiç yok diye düşünmüş.
Şehit Halil Kantarcı'nın şehit düştüğü yeri görüp, o sokakta oturduk saatlerce. O'nun şehit düştüğü yerin hemen yanında bir dükkanın camlarına isabet etmiş kurşun delikleri hala duruyor. Neredeyse yumruk girecek kadar bir delik açmış hainlerin kurşunları. Hemen önünde bir kişi şehit olmuş ve kanları hala o sokakta bir zafer anıtı gibi duruyor. (Kıymetli arkadaşım Serra Erdoğan Halil Kantarcı'nın hayatını biyografik roman şeklinde kaleme aldı. Habib Halil isimli bu kitabı tüm kitapseverlere tavsiye ediyorum.)
Biraz geriye gidersek… Evet hepimiz KANDIRILDIK! Biz sanıyorduk ki, vatanını milletini seven, dinine imanına bağlı insanlar yetiştiriliyor bu Işık Ev'lerde. Meğer ev ahalisinden bile saklanarak yetiştirilen ve askeriye içerisine sokulan kişiler, gün gelecek kendi halkına kurşun sıkacak katiller olacaklarmış. Buralar Işık Ev falan değil, beyinleri uyuşturulmuş katiller yetiştirilen kapkaranlık evlermiş meğer. Ankara'da Türksat'ın kapısındakileri şehit ettikten sonra, oradakilerden su isteyen ve bu suyu yere çömelerek ve üç yudumda içen beyni uyuşmuş katiller yetiştirilmiş 40 senede! Ha kafa kesen DEAŞ militanları, ha insanları katlettikten sonra elindeki suyu sünnet diye üç yudumda içen katil! Aynı kafa. Militanik eğitimle kafaları yıkanmış zavallılar! Haşhaşi denilirken bu benzetme laf olsun diye değilmiş, Hasan Sabbah'ın haşhaş içirerek yetiştirdiği fedaileri ile bunların kafa yapısı aynıymış. Yoksa Çengelköy'ün ara sokaklarında, ellerindeki tam otomatik silahlarla sokağa çıkan insanları kovalayan kafayı nasıl izah edebiliriz!
Her şey zamanla geçer. Bu travmada atlatılır elbet ama asla unutulmaz. Bu vesile ile, bizlerde, 'amaçları için herşeyi mübah gören anlayış'ın ne kadar tehlikeli olduğunu yaşayarak öğrenmiş olduk.
Yenigün Gazetesi / 14 Ekim 2016