İnsan beyninin ürettiği bilişsel yapıların ortak özelliklerinden biri de İlkeler ve Değişkenler prensibi. Popüler bilimin son otuz yıldır değerini bir türlü fark edemediği bu ilkenin söylediği şey de gayet basit. Diyor ki: Tüm zihinsel becerilerin evrensel ilkeleri ve bu ilkelere bağlı değişkenleri vardır. Bir başka deyişle, içeriği ne olursa olsun, kaynağı insan beyni olan sistemlerin ilkeleri aynı sadece değişkenleri farklıdır. Evrensel dilbilgisi de bu prensibin en önemli örneklerinden biridir.
Bu gezegendeki dillerin neredeyse tamamı sanki aynı akıldan çıkmış gibi ortak ilkelerden oluşur. Evrensel dilbilgisinin ilkelerine bir örnek vermek gerekirse, bütün dillerde sıfat tamlamalarının yan yana geldiğini söyleyebiliriz. Yani “kırmızı kitap” demek istiyorsanız, dünyanın hemen hemen bütün dillerinde “kırmızı” ve “kitap” yan yana olmak zorunda. Böyle bir işlevin nedeni de çok açık aslında. Bu ilkeye uymaksızın, “Masanın üzerindeki kırmızı kitap” gibi basit bir öbekte dahi kırmızının masa mı yoksa kitap mı olduğunu anlayamazsınız. Bu ilkenin değişkeni ise sıralamadır. Ona da bir örnek vermek gerekirse, bazı dillerde “kutsal kitap” derken, bazı dillerde bu sıfat tamlaması tam ters bir biçimde, “kitabı mukaddes” olarak yapılanır. Ama sıralama değişkeni nasıl olursa olsun, birliktelik ilkesi değişmez. Beynin evrensel kararına göre, dilde birbirleriyle doğrudan ilişkisi olan her şeyin yan yana olması gerekir.
İnsanlık tarihi içinde İlkeler ve Değişkenler prensibinin gözlemlendiği bir yığın olgu arasında en ilginç olanlardan biri de sağduyu olgusu. Bu olgunun da evrensel ilkeleri ve değişkenleri var. Dünyadaki hemen hemen tüm toplumlarda, hatta en ilkel kavimlerde bile insan beyninin geliştirdiği bu sistemin evrensel ilkesi hep aynı: Yaşamsal zorluklar karşısında, çoğunlukla da bilgi eksikliğinden kaynaklı sorunlar karşısında referans alacağımız bilişsel tabanlı bir tür pusula oluşturmak ve bireysel bilginin yetmediği alanlarda adına toplumsal akıl da denilen o pusulayı kullanmak… Bu zihinsel enstrümanı aşağı yukarı tüm toplumlarda, değişkenleri birbirinden farklı olsa da bir şekilde gözlemleyebiliyoruz. Değişkenler arasındaki ayrımlara baktığımızda ise toplumlar arasındaki kültürel farklılıkları sezinleyebiliriz.
Mesela İngilizler bu duyu türüne Common Sense, yani Yaygın (Ortak) Duyu diyorlar ve kastettikleri de bir tür toplumsal akıl ortaklığı. Dolayısıyla bu insanlar bilgi eksikliğine dayalı zorluklarla yüzleştiklerinde toplumsal aklı referans alır, çözüm yollarını toplumsal olarak biriktirdikleri bilimsel akılda ararlar. Yaşam tarzı bakımından bireysel görünseler de sorunların çözümünde son derece toplumsal olabiliyorlar. Bireylerle toplum arasındaki akıl bağını sağduyu bağlamında sağlıklı bir biçimde koruyabiliyorlar.
Sağduyunun bizdeki değişkeni ise hayli farklı. Biz de sağduyuyu aynı onlar gibi sorun çözmek için kullansak da yöntem olarak sağduyu bizim için tamamen kişiseldir. Bizler, sorunların çözümünde toplumsal akla ya da onun ürettiği bilime pek fazla güvenmeyiz. Böyle olduğu için de hukukta, sporda, ekonomide, mühendislikte, hatta tıpta bile bilimi değil kendi iç sesimizi referans alır, mesela hangi ilacın bize iyi geleceğine kendimiz karar vermeye çalışırız. Her türlü afette toplum için neyin faydalı olacağını bile iç sesimize sorarız. Batı ülkelerindeki bir avuç partiye karşın bizde iki yüze yakın siyasal partinin olması da bu yüzden olabilir. Hatta bizdeki sağduyu o denli kişiseldir ki hukuk ve adalet algılarımızda bile hâlâ “Bence öyle!” kıvamından öteye geçemedik.
Evrensel ilkeleri aynı olup değişkenlerinde kültürel farklılıkları görebildiğimiz bir diğer konu da siyaset. İnsan zihninin ürettiği her şey gibi onun da evrensel ilkeleri ve değişkenleri var. Siyasetin evrensel ilkesi hizmet ama bizdeki değişkeni çoğunlukla devletin insana değil, insanın devlete hizmet etmesi olarak algılanıyor. İnsan aklı toplumsal huzurun siyasete muhtaç olduğunu belirlemiş olsa da siyasette kimin kime hizmet edeceği coğrafyalar arasında son derece farklılaşıyor.
Evrensel ilkelerle yerel değişkenleri arasında önemli farklılıklar olan sanatta ise değişkenlerin ayrışması sadece kültürlere değil, dönemlere bağlı. Çoğu sanatsal alanda aynı dili konuşan insanlar arasında bile dönemsel farklılıklar olabiliyor. Sanattaki evrensel ilke mevcut gerçekliğe bir alternatif yaratmak olsa da değişkenleri bakımından sanat olağan yaşama meydan okumak için de, bizdeki gibi ulaşamadığımız yaşam tarzlarına öykünmek için de kullanılabiliyor. Daha doğrusu zihnimiz neyle doluysa, sanatsal değişkenlerimiz de ona göre şekilleniyor.
Buradan çıkaracağımız sonuç, ilkeler ve değişkenler bakımından beynin potansiyeli sadece ilkeleri belirleyecek kadardır; beynin grameri böyle çalışır. Değişkenleri belirleyecek olansa, insan beyninde adına zeka denen başka bir işlevdir. Beynin tüm bu karmaşık işlemleri kusursuz, en azından çoğu zaman kusursuz bir biçimde yerine getirmesini sağlayan özelliği de son elli yıldır insanların dilinden düşürmediği minimalizmdir .
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Duygusal Entropi Ve Bakım Sanatı