Burada kastedilen, bilginin zaman içinde homojen olmadığı, yani insan zihninde çoğu bilginin sürekli aktif kalamadığı… Böyle olunca da bildiğimiz birçok şeyi, hatta bazen en önemli şeyleri dahi zaman içinde sadece belirli aralıkla bildiğimiz… Yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkileyen en berbat beceriksizlik de maalesef bu özelliğimiz.
İnsanın bildiği şeyleri böylesine seyrek bilmesi; kızdığında, darıldığında, karnı acıktığında ya da birazcık endişelendiğinde yaşamla ilgili en iyi bildiği bilgileri, mesela kimi sevip onu kimin sevdiğini, neyi isteyip neyi istemediğini, onu en çok üzen ya da sevindiren şeyin ne olduğunu, kendisine zararın ya da faydanın nereden geleceğini unutması; en önemlisi de neyin doğru neyin yanlış olduğunu her daim bilememesi gerçekten tuhaftır. İnsan belleğinin sadece “rahat” modda maksimum çalıştığını ama birazcık telaşlansa bildiği her şeyi kolayca kullanamaz hale geldiğini, yani insan bilgisinin duygular karşısında son derece kırılgan olduğunu kabullenmek gerekir. Bu yüzden de yaşam becerisi yüksek olan insanlar, çok şey bilenlerin değil de bildiği şeyleri her zaman bilenlerin arasından çıkıyor.
Akıl yürütme, muhakeme ya da bütünsel görme gibi en önemli zihinsel becerilerin yanı sıra, merhametsizlik, sadakatsizlik, vefasızlık ya da ihanet gibi en berbat zihinsel aksaklıkların ardında da hep bu homojen bilme ya da bilememe konusu var. Aslında kötülüğün temelinde de, insanın bildiği şeyleri kolayca unutma eğilimi var. Hatta insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik nedir sorusuna verilecek en iyi yanıt, hayvanların da bitkilerin de bildiği şeyleri akışkan bir şekilde aralıksız bilmelerine karşın insan evladının bildiği en önemli şeyleri dahi unutma eğilimi olabilir. Bir balık yumurtlamak için hangi zamanda, hangi yoldan, nereye gideceğini hiçbir zaman unutmaz ama insan, yaşamı boyunca en az birkaç kez evinin neresi olduğunu dahi mutlaka unutacaktır. Yuvasını nasıl kuracağını unutan tek bir kuş olmamasına karşın, insanın yaşamı neden sevdiğini unutması bile olasıdır.
İnsanların beyinlerinin sadece yüzde onunu kullandığı gibi temelsiz söylemlerin altında da bu kargaşa olabilir. Eğer insanların gerçekten de yüzde on oranında kullandığı bir şey varsa, o şey beyni değil, büyük ihtimalle çoğunun daha paketi bile açılmamış zihinsel becerileridir. En iyimser tahminle, ortalama bir insanın ömrü boyunca toplam aklını kullanma süresi bile, fesatlıkları dışarıda tutulursa, birkaç saati geçmeyebilir.
Bir şeyi bilmenin ya da birini sevmenin zaman içinde homojen olmadığını, bu tür becerilerin ancak zihinsel bir istikrarla korunabileceğini fark etmekte zorluk çeken insanların asıl sorunu, insan becerilerini bir potansiyel değil bir tür kader olarak görme eğilimleri. İnsan bir şeyi biliyorsa onu hep bileceğine, zihin denilen şeyin stabil olduğuna körü körüne inanmaları. Oysa insan için bilme faaliyeti, içeriği her ne olursa olsun sabit değildir. Bilme ya da inanma gibi tüm akli melekeler, çoğu duygusal bir yığın programın uyumlu işleyişiyle gerçekleşen ve çok küçük bir çalkantıyla dahi istikrarını kolayca yitirebilen son derece hassas işleyişlerdir. Bu yüzden de insan, mesela öz kardeşinin onu ne çok sevdiğini en ufak bir dengesizlikte kolayca unutabilir ve bunu tekrar hatırlaması günlerce, hatta bazen yıllarca sürebilir. Birini özlemek, bir şeyi eğlenceli bulmak, bir şeyin taraftarı ya da karşıtı olmak, bir olayı trajik ya da komik bulmak, hatta yüce bir şeye inanmak bile sanılanın aksine stabil gerçekler değildir. Bu yüzden de insan zihni akıl karıştırıcı bir yığın çelişkilerle doludur.
Sonuç olarak insan bildiği şeyleri hep bilmeli. En çok da bildiği şeyleri bir ara mutlaka unutacağını, bilginin sürekliliğine hiçbir zaman güvenemeyeceğini bilmeli. Zihinsel istikrarı sağlamak için de önce bilgileri nasıl değil, neden bilmesi gerektiğini öğrenmeli.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Dördüncü Boyut Gözde Nasıl Canlanır?