Bir farkında olamama hali olarak faşizm

Bu haftaya, şu tahliyelerden sonra yapılan tartışmalar ve buradan çıkartılan ‘mağduriyet-kahramanlık’ hikâyeleri damgasını vurdu. Türkiye ilginç bir ülke; bakın 29 Nisan 2002 tarihinde İsviçre’de yayınlanan 300 bin tirajlı Tages Anzeiger gazetesinde Türkiye ile ilgili bir başlık var: ‘Bilgisayarı olanın kitaba ihtiyacı yokmuş.’ Başlığın altında Türkiye’nin en büyük üniversitesi bu gerekçeyle kitapları topluyor haberi vardı. Sonra gazete üniversiteden bir öğretim üyesinin sözleri ile habere devam ediyordu: ‘Korku fimlerindeki sahneler gibiydi. Görevliler, ellerinde telsizlerle koridorlarda, odalarımızda ‘kitapları çabuk toplayalım’ diyerek kolilere kitapları topluyorlardı’ O hafta İstanbul Üniversitesi’ndeki 2 milyonu aşkın kitap rutubetli mahzenlere ve kâğıt fabrikalarına yollandı.’

Bu haber Türkiye medyasında yoktu; Naziler gibi kitapları toplayan, kitaba düşman faşist üniversite yönetiminin yaptıklarını, şimdinin paçalarından ‘asalet’ akan ‘devrimci’ gazetecileri hep atlıyorlardı. Ama bu haberi Almanya’nın en köklü muhafazakâr gazetelerinden sayılan Frankfurter Allgemeine Zeitung da ‘kitap düşmanları’ başlığı ile vermişti. Yine 2000 yılının Nisan ayında Türkiye’nin tek bilim tarihi enstitüsü olan ve Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu yönetimindeki Bilim Tarihi Ensitüsü Rektör Kemal Alemdaroğlu tarafından, İslam ve Osmanlı tarihi konusumnda ‘bilimsel olmayan’(!) etkinliklerde ve araştırmalarda bulunduğu için kapatılıyordu ve yine bizim şimdinin ‘devrimci’ basınında çıt yoktu. Bu uygulamayı da yabancı bir Türkiye uzmanı Dietrich Jung, ‘Yol Ayrımında Türkiye’ kitabında şöyle anlatıyordu: ‘Bilim Tarihi Enstitüsü, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bilim tarihini inceliyordu. Ama Kemalist dogmaya göre böyle bir tarih zaten yoktu. Resmi Kemalist okumaya göre bilim, Atatürk Cumhuriyeti kurana dek zaten buralara uğramamıştı.’

Aslında ne güzel günlerdi değil mi; seksenlerin faşizmi geride kalmış, doksanların şaşkınlığı geçmiş ve ‘titreyip kendimize’ gelmiştik ikibinli yılların hemen başında… Tabii ‘tehlikenin farkına varmalıydık’. Tehlike tabii ki faşizmin tam seksen yıldır inşa ettiği o faşist ideolojinin çökme tehlikesiydi. Faşizm daima maddi bir güç olmadan önce ağdalı, yapış yapış bir ideoloji olarak ortaya çıkar.

Bu bağlamda, Türkiye’de ilk önce Gladio ya da 90’ların başından itibaren yerli bir nasyonal-sosyalist örgütlenme olarak Ergenekon yapılanması, yalnızca kendini doğrudan bu yapının içinde sayan, bu yapıyla mafyatik ya da örgütsel bağ kuranları kapsamıyor. Bu, hiçbir zaman böyle olmadı.

Nasyonal-sosyalist bir örgütlenme olarak Ergenekon, devlet kaynaklı olsa da, toplumun sivil tarafına doğru ‘derinleşen’ derinleştiği oranda da bir ‘farkında olmama’ haliyle birlikte kapsama alanını genişleten bir yapıdır. Bu yapı, devletin silahlı güçleri dışında, siyasi partilerde, okullarda, mahalle kahvelerinde, futbol takımlarında, partileşmemiş siyasi fraksiyonlarda kendini var etti ve ilk önce ideolojik sonra da siyasi-maddi bir güç olarak Türkiye’de uzun yıllar kanla siyasi gündemi belirledi. Bu yapının, kitlesel katliamlara varan terörü, temel siyasi mücadele aracı olarak seçmesinin, kendisine muhalefet edecek yapıları besleyecek kitleleri sindirerek, faşizmin kurumsallaşmasını ve yaygınlaşmasını hızlandırdığını söyleyebiliriz. Böyle olmasa Ogün Samast’ları, Yasin Hayal’leri bu yapı üretmezdi.

Siz de mi ordasınız?

Mahalle futbol takımlarına, internet kahvelerine kadar giren bu nasyonal-sosyalist örgütlenme, faşizmin yapısı gereği, yalnız yönetenler tarafında bir farkındalık sağlarken, aşağıda, bu yapının mağdurları bile, farkında olmadan bu yapının içinde yer alabiliyordu. Yani solcu öğretim üyelerinden, solcu örgüt liderlerine, eski solcu belediye başkanlarına, oradan sosyal-demokrat parti yöneticilerine, kadar hiç ‘akla’ gelmeyecek kişi ve yapılar bu nasyonal-sosyalist yapının ‘doğal’ üyesi olabiliyordu.

Türkiye’de sol, 12 Mart faşizmi sürecinde bile kendisini Kemalizm üzerinden meşrulaştırmaya çalışmıştır. Milliyetçi-devletçi (Nasyonal-Sosyalist de diyebilirsiniz) bir siyasi duruş olan Kemalizm, özgün bir Ergenekon ideolojisi olarak, solun devletle bağını kurmuştur. Ama faşizmin farkında olamama hali tabii ki yalnız sözüm ona solla sınırlı değil, muhafazar kesim, bu farkında olamama haline Türk-İslam sentezi ile katıldı. İslam gibi bir ümmet dininin başına bir ırk takısı getirmek ancak faşist cesareti ile olabilir.

İşte böyle; ikibinli yılların başı farkında olamama yıllarıydı… Ama artık farkına varalım.