Fotoğraf: Şimdi aramızda olmayan Ressam Birol Kutatgu, şövalesinin başında.
Yazan: Ümit Nalbantoğlu
Birden "Kaç sene önceye gitmem gerekiyor?" diye düşünmeye başladım Çiğdem benden böyle bir yazı hazırlamamı isteyince. İlkleri oluşturan Bodrum sanatçıları kimlerdi, nasıl, ne zaman bir araya gelinmiş, neler yapmışlardı? Bodrum’un sanat belleği konusu, sanal ortamının bu kadar hareketlendiği bu günlerde doğrusu artık düşünülmeliydi.
Ne zaman başladığı konusunda bir tarih vermek benim için hayli zor ama Bodrumluların evini kilitlemediği, evde olmayanların kapısındaki halkalara bez bağladığı günler kadar eski değildi, sanatçıların artık bolca olan açılışlarda karşılaşıp birbirini tanımayanların sayısı arttıkça selamlaşmaların da azaldığı bu günkü gibi de değildi.
1982 yılında Bodrum’a yerleştiğim zaman, bir sanat ortamı arayışı içinde hemen etrafıma bakınmaya başladım tabi. Liselerde hiç resim yapmayan resim öğretmenlerine alışmıştım. Ya diğerleri? O dönem Bodrum’da yaşayan tüm ressamlarla tanışmış olduğumu söyleyemem. Ama kendi köşesinde birbirinden güzel Bodrum afişleri, kart-postalları yapan grafiker Mehmet Sönmez ile tanışıp, minicik meyhane taburelerinde çakırkeyif sanattan konuşmak çok hoştu. Resim derslerini kendi atölyesinde ilk başlatan heykettıraş ressam ağabeyimiz Kaptan Heyamola (Özcan Onur) zaten komşumdu. İğneyle kuyu kazan ressamımız, sabır küpü Müfit Karzek yaptığı zeytin ağaçlarına beni hayran bırakıyordu. Bir Müfit daha vardı çok usta suluboyaca Müfit Çelik. Öğretmen meslektaşım Bîrol Kutadgu kravat takıp devlet memuru olamadığı için "Bu iş bana göre değil" deyip istifa etmişti.
Bodrum’un sanatçı dokusunu oluşturan daha niceleri. Benden çok önce buraları mesken tutan Orhan Tayları. Turan Erol gibi ustalarımız şimdi uzaktan bakıp Bodrum’daki "fast food" sanat ortamını kim bilir hangi duygularla izliyorlardır.
Evet, bunlar Bodrum’la birlikte anılan ve benim de ilk tanıdıklarımdan olan sanatçılardı ama bir "grup olma fikri görünürde yoktu. Bunu ilk, kendilerine "Bodrum Sanatçıları" ismini veren bizler yaptık. Bodrum’a gönül vererek gelen; denizini, insanını, tirandilini, sakar sıvalı, semer bacalı evlerini, begonvil gölgeli sokaklarında yürümeyi, kayalıklardan sarkan kırmızı meyveli kaktüslerini seven bizler… Hani şarkı var ya "Kaç kişiydik o zaman kaç kişi kaldık şimdi?" Sayımız bazen azalır, bazen eksilirdi. Bir sergi için aramızda yer alan sonra bir daha hiç olmayan sanatçılarda vardı, ama çekirdek kadromuzu unutmak mümkün mü?
Bodrum’u masalsı bir dille anlatan, bir dağın siluetine bir kadın bedeni gizleyerek, resimlerini şiirlerle bezeyen sevgili Tülin Bingöl içimizdeki en eski Bodrum sevdalısıydı. Birbirinden güzel batiklerine hayran bırakan Levent Şavkın, grubun suluboyacılarından Semra Oksay, Merih Eti, Şule Kuşakçıoğlu…
Ege köylüsünü harika masklarla anlatan kadınların başına gerçek bir Efe Oyası koymayı da ihmal etmeyen çevreci dostumuz Saynur Gelendost (ışıklar içinde yatsın), İstanbul’da oturduğu halde tüm sergilerimize yorulmadan katılan sevgili Mevhibe Beyat, minik tahtalar üzerine capcanlı renklerde Bodrum görüntüleri yapan Vildan Tüzün, deri üzerine sadece siyah ve beyazı kulanarak harikalar yaratan Zeki Perçin, en bozulmamış evleri bulabildiğim Taşlık Sokağı ibadet yeri yapan ben… Bu grup kendiliğinden oluştu, birbirimizle buluşup kaynaşmamız hiç de zor olmadı. Naif bir içtenlikle yapılmış resimlerimizi birlikte sergilemeye başladık. Büyük sanatsal iddialar peşinde değildik.
Bodrum’u çok seviyor ve sevgimizi resimlerle anlatıyorduk. Bcgon gibi kapılar, sardunyalı pencereler, kayrak taşlı avlular, Trandiller, tersaneler, deniz kenarına kurulan capcanlı pazar yeri, bilmediğimiz tariflerini veren sevimli köylüler. Sergilerimizin 1985-90 arası en yoğun dönemini yaşadığını söyleyebilirim. Tam tarihleri benden daha İyi hatırlayan arkadaşlarım vardır. O zamanlar buluşup toplaşmak, karar almak da zor olmuyordu. Biz bir bütündük, hazırlıklar yardımlaşma ve dayanışma İçinde hiçbir çekişme olmadan kendiliğinden oluverirdi. Resimlerimiz bir anlatım bütünlüğü içindeydi, konumuz Bodrum’du.
Varlığımız ilgi uyandırdı. Bodrum dışında duyulduk, davetler aldık. Sevinçli bir beraberlik İçinde gittiğimiz yerlerde de kurmuş olduğumuz dostlukları zenginligimiz sayarak sergiler açtık. İstanbul Anadolu Bankası Sanat Galerisi (konuk sanatçımız Akademi’de yaptığı desenlerden oluşan resimlerini koyan Zeki Müren’di), Ankara Dönüşüm Kitapevi Sanat Galerisi, İzmir Resim ve Heykel Müzesi, Datça Dadya Dost Sanat Galerisi…
Bodrum Kalesi, sarnıçlar dahil Bodrum’da değişik mekânlar sergi yerierimizdi. O zaman sanat galerileri yoktu, mekân konusunda seçici olamıyorduk. Zaten boyutları ve anlatımlarıyla her yere uyum yapan bütünleşiveren resimler yapıyorduk. Ancak bir iç mekân vardı ki o günlerde Bodrum’da resimlerimize duvarlarında zaman zaman yer açan, onu anmadan geçemeyeceğim: Kendisi de sanatsever ve eski bir Türk sinema sanatçısı olan rahmetli Işın Köseoglu tarafından işletilen Cumhuriyet Caddesi’ndeki Anı Hediyelik Eşya Dükkânı. Ama en sevdiğimiz, yoldan geçenlerle kaynaşıverdigimiz sokak sergileriydi. Koca koca panoları Halk Eğitim Merkezi’nden omuzlayıp götürür, rüzgârda uçuşan resimleri sürekli düzeltmek zorunda kalarak yağmur yağmaması için dualar ederdik.
Sergi öncesi tam bir telaş alırdı hepimizi. Açılış kokteyli, davetiyeler hazırlanıp paylaşılacak, salon en iyi şekide bölüştürülecek. Saynur’un ille de güçlü ışık gerektiren masklarına serginin en aydınlık köşesi ayarlanacak. Ama bunların hiç biri elinden pense ve çekiç düşmeyen Levent’siz (Levent Şavkın) asla olamayacak. Salonu santim santim ölçüp parselleyen, resimleri en düzgün biçimde asan sevgili Levent. Hay Allah! Gözlerim mi doldu ne?! Ne güzel günlerdi. Sağ ol Çiğdem sen sebep oldun bu duygu yoğunluğunu tekrar yaşamama.
Artık sanatçılann buluşması öyle "kendiliğinden" olamayacak kadar subjektif hale gelen sanat ortamında ortak bir içerik oluşturmak da bir o kadar zorlaştı. Toparlayıcı bulunsa da o "aile dayanışması" artık olamıyor. Bodrum değişti, ilham kaynaklanmız yok oldu. Sevimli tirhandillerin yerini devasa guletler aldı. Kaktüslerin salkım salkım meyvelerini verdiği güzelim kayalıklar dinamitlendi; beton sitelere dönüştü… Şirin taş sokaklar, taşıyıcı ciplerin hoplaya zıplaya gittiği sazlıklarla çevrili dere yataklan geniş asfalt yollara dönüştü.
Güzelim kum zambaktan yayalar rahat yürüsün diye yapılan kaldırımların altında kaldı. Tek tük kalan eski evler yıkılmayı bekliyor. Dallanndan bir parçayı resimlerime katmayı çok sevdiğim mandalina bahçeleri kesilip otopark oldu. Şimdi ruhunu yitirmiş bu sokaklarda hüzünle dolaşıp bir zamanlar anlatmaya doyamadiğim bu evlerden geriye kalan bir semer baca.