2012 yılı, tahmin edildiği gibi, kendisinden sonraki yılları da belirleyen bir yıl olacağını daha ilk haftada gösterdi. Avrupa’dan ve ABD’den gelen haberler, ayrıca Türkiye’deki gelişmeler, sanıyorum bundan sonrası için yeteri kadar ipucu veriyor. Türkiye’de haftanın olayı tabii ki İlker Başbuğ’un tutuklanması. Ancak, ne denli önemli görünürse görünsün, benim için bu, sadece sürecin devam ettiğini gösterir. İlker Başbuğ, sadece açılmış bir davaya eklendi ve buradaki hukuki boşluğu tamamladı. Ancak geleceği anlatması açısından, Davutoğlu’nun ve Babacan’ın açıklamaları daha önemliydi bence. Babacan, ihracat artışının, kurdaki artışa rağmen, zayıf kaldığını söyledi. Sonra TİM, ihracatta varılan 134,6 milyar doların Avrupa’daki krize ve Ortadoğu’daki kargaşaya rağmen önemli bir başarı olduğunu bir yazılı açıklamayla duyurdu.
TİM’in açıklaması, Babacan’a cevap mı bilemem ama zaten TİM, öteden beri kura bağlı bir ihracat artışı stratejisi izlemiyor. Hükümetin de resmi hedefi olan, 2023- 500 milyar dolar stratejisi kura değil, ileri teknoloji, marka ve uzak küresel pazarlarda rekabete dayanıyor. Ancak yine de, Babacan’ın sanıyorum söylemek istediği, bu dönemde daha gerçekçi olunması vurgusu.
Babacan’ın temkinli gerçekçiliğine yine de yakından bakmak gerek. Ben, bu ‘temkinli gerçekçiliğin’ bu tür yerinde uyarılarla sınırlı olması gerektiğini düşüyorum. Çünkü Türkiye’nin, bu dönemde, daha cesur olması ve yeni olanı ortaya çıkarması gerekir.
Örneğin Merkez Bankası bunun somut örneğidir. (Babacan, Merkez Bankası para politikasının arkasında olduklarını belirtmişti geçen gün) Merkez Bankası’nın cesaretinin maliye ve iktisat politikaları tarafında da olması gerekir.
Şunu unutmamak gerekir; Türkiye nasıl siyasette 12 Eylül Anayasası’nın cenderesinde bütün bu reformları zorlayarak yapıyorsa, ekonomi politikalarında da, IMF’nin 19. Program çerçevesiyle birleşen Derviş’in Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nda tadilatlar yaparak yoluna devam etmektedir. Burada niteliksel bir değişiklik yoktur. Ama tam da şimdi, burada ciddi bir değişiklik gerekiyor. Bu değişikliği, bence Merkez Bankası yapıyor ancak burada iki önemli sorun var. Birincisi Merkez Bankası yaptığı politika değişikliğinin adını koymuyor; hala ‘enflasyon hedeflemesi’ deyip duruyor; ikincisi Erdem Başçı tamam konuşsun ama ‘TL’sı Dolar’ı yener’ gibi şeyler söylemesin. Bu söylem, teknik değil politik bir çıkış gibi algılanıyor ve Başçı’nın ciddiyeti tartışılıyor. Hâlbuki bence Merkez Bankası, bu dönem, tarihindeki en önemli ve cesur adımı atıyor; bu adım, kısır politik çekişmelere ve çıkar gruplarının spekülasyonlarına kurban edilmeyecek kadar ciddidir.
Bunun dışında, zaten bu yıl dünya ekonomisinde Avrupa’dan başlayarak çok önemli bir yapısal değişim olacak. Banka sistemi ve banka sisteminin fonlama mekanizmaları hızla değişecek. Türkiye’nin, son iki yıldır, hızlı büyümesini sağlayan dinamikler, bu dönemde değişikliğe uğrayacak. Böyle olunca, yeni bir iktisat programına hatta paradigmasına ihtiyaç var.
Tam burada, 2001 krizinden çıkış stratejisi olarak gündeme gelen ve Türkiye’de geleneksel sanayi-finans kesimiyle, bu kesimin dışında olan ama Ak Parti iktidarları döneminde hızla büyüyen ve küresel pazarlarda yer almaya başlayan yeni sanayi gruplarının zorunlu ittifakı da bitiyor.
———————————-
İktidardan yeni iktisat politikasını ‘kimler’ istiyor?
Ben çok simgesel olacak ama yanlış anlaşılmayı da göze alarak, birinci grubun ağırlıkla TÜSİAD’da temsil edildiğini ikinci grubun da TİM’ de ağırlıklı olarak temsil edildiğini söylemek istiyorum. TÜSİAD, başından beri bu değişikliği sezdiği için Ak-Parti iktidarlarına hep temkinli yaklaştı; hem geleneksel sermaye yapısı hâkimiyetini hem de statükoyu korumak yönünde pozisyon aldı. Şimdi yalnız İstanbul’da ve Türkiye’nin batısında değil, Türkiye’nin hemen hemen her ilinde, her Organize Sanayi Bölgesi’nde yapılanan ve küresel rekabete ayak uyduran bu yeni sanayi, Ak-Parti’den yeni bir ekonomi programı istiyor.
Bu program, ‘bakın ihracatımız artıyor, iyiye gidiyoruz’ hamasetini de, Babacan’ın temkinli gerçekçiliğini de aşmalıdır… İnanın şu sıralar olan biten bütün politik çekişmelerin, spekülasyonların da arkasında bu iktisadi ve sınıfsal gerçek vardır.
Davutoğlu’nun söyledikleri ve ekonomi-dış politika ilişkisi bir dahaki yazıya kaldı.