İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Eskader’in ortaklaşa düzenlediği Prof. Dr. Hüsrev Hatemi’ye saygı gecesi etkinliği için Çamlıca civarındaki evimden çıkmıştım ki, bir parkın hemen önüne sığınmış anne ve çocukları gözüme ilişti. Suriye’li oldukları her hallerinden belliydi. Hava yağmurlu olmasına rağmen bir parkın köşesindeydiler. Çocukların ayakları çıplaktı. Belli ki bir evleri yoktu. O an düşündüm derince…
İstanbul’da normal bir semtte ortalama bir evin kirası 1000 TL civarındaydı. Bir evin ihtiyacı olan eşyaları kafamda şöyle bir hesapladım. 3 bin TL’ye yaşanabilir bir evi kurmak mümkün. Belki eşyalar 2. el olacak ama olsun. Hali vakti yerinde bir insan üzerinden kısa bir hesaplama yaptım. Altı aylığına bir ev tutulsa ve içine yaşamsal ihtiyaçları karşılayacak kadar eşya alınsa, 8-9 bin TL gibi bir gider ortaya çıkıyor! Gıdasal giderleri de saysak 10 bin TL.
Evinde 2-3 tane aracı olanlar… Lüks bir semtte, lüks bir evde oturanlar… Kazancını yüzbinlerle ifade edenler… Ne dersiniz, 10 bin TL’nizi bir aile için böyle bir hayra harcasanız ne kaybınız olur! Gece başınızı yastığa koyduğunuzda bunun huzuru ile yatmış olsanız! Çok mu zor!
Yağmur altında çıplak ayaklı çocuklar ve anneler… Onlar, senin yaşadığın bu şehrin sokaklarında her yerdeler, belki senin sokağındalar! Hangi birisine sahip çıkabilirim ki diyorsan, bu hayırdan kaçıyorsun demektir! Sen birini, bir arkadaşın bir başkasını, bir diğeri bir başkasını… Hani var ya bir söz, “sen yanmassan, ben yanmassam, nasıl aydınlığa çıkar bu karanlıklar!”…
17 Ağustos depremini hatırlıyorum. Bir amca, elinde bir kap ile yemek kuyruğundaydı. Kameralara söylediği bir sözü yıllar geçse de unutamadım: “Bak kızım, şu gördüğün yıkılmış binalar var ya, dün onların hepsi benimdi. Buraların en zengini bendim. Ama şimdi… Bak bir gecede bir kap çorbaya muhtaç kaldım. Şuan hiç bir şeyim yok.”
Hangimizin garantisi var ki? Bir anda herşeyimizi kaybetmeyeceğimizin bir garantisi var mı? Allah’ın verdiği dünya malını biriktirdikçe biriktiriyoruz. Bir ev yetmiyor, bir araba yetmiyor! Aslına bakarsanız, hiç bir şey yetmiyor bize! Peki sokaklarımızdaki ihtiyaç sahipleri! Gözü yaşlı çocuklarını etrafına toplamış, çaresizce bir köşede ağlayan anneler, mendil satmaya çalışan ufacık çocuklar!
Sahi siz yağmur altında evsiz kaldınız mı hiç? Bir yıkık eve sığındınız mı hiç!
Ne çok unutuyoruz öyle değil mi? Verilen tüm malların aslında bize verilmiş bir emanet olduğunu nasılda unutuyoruz. Oysa, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyuran bir peygamberimiz var bizim. Sahi bizi kendinden saymıyorsa o yüce peygamber, biz kimdeniz! Hangi dinin mensuplarıyız acaba?
O ayrılık günü geldiğinde, en sevdiğimiz insanları, en sevdiğimiz arabamızı, en sevdiğimiz evimizi, daha ne kadar sevdiğimiz şey varsa hepsini geride bırakacağız. Öbür aleme götüreceğimiz tek şey, yaptığımız iyilikler olacak. Malımız varsa, o mal ile iyilik yapacağız. İhtiyaç sahiplerine sahip çıkacağız. “Komşum açsa, ben tok yatamam” diyeceğiz. İşte o zaman İslam peygamberi bizi kendinden sayacak. Melekler başucumuzda pervane olacak. Sahip çıktığımız insanların yaptığı dualar kabrimizi apaydınlık eyleyecek…
Şimdi inan durma zamanı, erteleme zamanı değil. Sahip çıkma, malımızdan tasarruf etme zamanı. Tamda Muhacirlere Ensar olma zamanı. Ya hiç umursamayıp kaybeden tarafta olacağız, yada malından tasarruf edip kazanan tarafta. Tercih bizim.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Eskader’in ortaklaşa düzenlediği Prof. Dr. Hüsrev Hatemi’ye saygı gecesi etkinliği için Çamlıca civarındaki evimden çıkmıştım ki, bir parkın hemen önüne sığınmış anne ve çocukları gözüme ilişti. Suriye’li oldukları her hallerinden belliydi. Hava yağmurlu olmasına rağmen bir parkın köşesindeydiler. Çocukların ayakları çıplaktı. Belli ki bir evleri yoktu. O an düşündüm derince…
İstanbul’da normal bir semtte ortalama bir evin kirası 1000 TL civarındaydı. Bir evin ihtiyacı olan eşyaları kafamda şöyle bir hesapladım. 3 bin TL’ye yaşanabilir bir evi kurmak mümkün. Belki eşyalar 2. el olacak ama olsun. Hali vakti yerinde bir insan üzerinden kısa bir hesaplama yaptım. Altı aylığına bir ev tutulsa ve içine yaşamsal ihtiyaçları karşılayacak kadar eşya alınsa, 8-9 bin TL gibi bir gider ortaya çıkıyor! Gıdasal giderleri de saysak 10 bin TL.
Evinde 2-3 tane aracı olanlar… Lüks bir semtte, lüks bir evde oturanlar… Kazancını yüzbinlerle ifade edenler… Ne dersiniz, 10 bin TL’nizi bir aile için böyle bir hayra harcasanız ne kaybınız olur! Gece başınızı yastığa koyduğunuzda bunun huzuru ile yatmış olsanız! Çok mu zor!
Yağmur altında çıplak ayaklı çocuklar ve anneler… Onlar, senin yaşadığın bu şehrin sokaklarında her yerdeler, belki senin sokağındalar! Hangi birisine sahip çıkabilirim ki diyorsan, bu hayırdan kaçıyorsun demektir! Sen birini, bir arkadaşın bir başkasını, bir diğeri bir başkasını… Hani var ya bir söz, “sen yanmassan, ben yanmassam, nasıl aydınlığa çıkar bu karanlıklar!”…
17 Ağustos depremini hatırlıyorum. Bir amca, elinde bir kap ile yemek kuyruğundaydı. Kameralara söylediği bir sözü yıllar geçse de unutamadım: “Bak kızım, şu gördüğün yıkılmış binalar var ya, dün onların hepsi benimdi. Buraların en zengini bendim. Ama şimdi… Bak bir gecede bir kap çorbaya muhtaç kaldım. Şuan hiç bir şeyim yok.”
Hangimizin garantisi var ki? Bir anda herşeyimizi kaybetmeyeceğimizin bir garantisi var mı? Allah’ın verdiği dünya malını biriktirdikçe biriktiriyoruz. Bir ev yetmiyor, bir araba yetmiyor! Aslına bakarsanız, hiç bir şey yetmiyor bize! Peki sokaklarımızdaki ihtiyaç sahipleri! Gözü yaşlı çocuklarını etrafına toplamış, çaresizce bir köşede ağlayan anneler, mendil satmaya çalışan ufacık çocuklar!
Sahi siz yağmur altında evsiz kaldınız mı hiç? Bir yıkık eve sığındınız mı hiç!
Ne çok unutuyoruz öyle değil mi? Verilen tüm malların aslında bize verilmiş bir emanet olduğunu nasılda unutuyoruz. Oysa, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” buyuran bir peygamberimiz var bizim. Sahi bizi kendinden saymıyorsa o yüce peygamber, biz kimdeniz! Hangi dinin mensuplarıyız acaba?
O ayrılık günü geldiğinde, en sevdiğimiz insanları, en sevdiğimiz arabamızı, en sevdiğimiz evimizi, daha ne kadar sevdiğimiz şey varsa hepsini geride bırakacağız. Öbür aleme götüreceğimiz tek şey, yaptığımız iyilikler olacak. Malımız varsa, o mal ile iyilik yapacağız. İhtiyaç sahiplerine sahip çıkacağız. “Komşum açsa, ben tok yatamam” diyeceğiz. İşte o zaman İslam peygamberi bizi kendinden sayacak. Melekler başucumuzda pervane olacak. Sahip çıktığımız insanların yaptığı dualar kabrimizi apaydınlık eyleyecek…
Şimdi inan durma zamanı, erteleme zamanı değil. Sahip çıkma, malımızdan tasarruf etme zamanı. Tamda Muhacirlere Ensar olma zamanı. Ya hiç umursamayıp kaybeden tarafta olacağız, yada malından tasarruf edip kazanan tarafta. Tercih bizim.
Yenigün Gazetesi / 31 Ekim 2016