ÇİVİSİ ÇIKTI

Geçenlerde yaşadığım bir olayın kendisinden çok ardından düşündürdükleri üzdü beni. Yani depremden çok, artçısı sarstı!

Otobüs ile Beykoz’da yol alırken, Onçeşmeler’de Aslı Börek’in önüne park etmiş özel bir araba -ki, park kesinlikle yasak olan bir alan, zira araba yolu üzeri- i lerlememize engel oldu. Otobüs şoförü, özel aracın sürücüsünü uyardı fakat sürücü – inanılır gibi değil ama – “bir fotoğraf çekip geleceğim” dedi ve deyim yerindeyse bizim şoförü resmen iplemedi… Gerçekten Güldür Güldür skeçlerini aratmayan bir olay idi bu! Hatta hani skeç yapılsa, “yok artık” dedirtecek cinsten…

Otobüsümüz birkaç dakika hareket edemedi. Çapaladı etti ve nihayet dar alandan çıkmayı başardı. Bu sırada otobüsteki yolcular gayet sakindi; kimseden çıt çıkmadı. Hani sanki o an başlarına meteor taşı düşse, tepki göstermeyecekler.

Ben otobüs şoförüne seslenip; “Kapıyı açar mısınız? Şu arabanın fotoğrafını çekmek istiyorum” dedim. Hani çekeyim ki, trafik polisine bir delil sunayım. Bu sefer de bizim şoför beni iplemedi! Hiçbir şey demeden yoluna devam etti.  Bu ne sükûnet! Sen şikâyet etmiyorsun, bırak bari biri yapsın senin yerine.

O sırada oturmakta olan bir otobüs yolcusu, bana kızgın bir şekilde: “Aman abla, kimi kime şikâyet edeceksin?” dedi. “Boş ver!” dedi.

Özel araç sürücüsüne mi, otobüs şoförüne mi, umursamaz yolcuya mı, yoksa hassas toplumsal antenler dolayısıyla kendine mi kızarsın böyle bir durumda?

Bu rehavet ile ne kadar ileri gidebiliriz ki biz? Yani bu tepkisizlik normal mi? Ya devlet kurumlarına bu derece güvensizlik sağlık mı? “Aman abla, kimi kime şikâyet edeceksin?”

Bu ne acı bir soru ve de ne bıkkın bir serzeniş. Haklılık payı yok değil ama pes etmek doğru değil.

Devlet kurumlarında ipin ucu kaçmış olabilir ama vatandaşın umursamazlığında da ipin ucu kaçmış.

Halbuki olayın yaşandığı o anda sadece ben değil aynı anda birkaç kişi o özel aracı şikâyet etmeliydik. Biz devlet kurumuna gerekeni bildirelim de o üzerine düşeni varsın yapmasın. Ama biz yapmalıydık. Aksi takdirde ipin ucunu tamamen kaybederiz.

Ne oldu peki?

Tabii ki, özel sürücünün yaptığı yanına kâr kaldı. Aynı şeyi tekrar yapacak.

Ne geliyorsa başımıza, hak ediyoruz sanırım…

TEVAFUK (!) BUNA DERLER!

Olaydan birkaç gün sonra, tek yön sokağımızda yaşanan bir olay, içler acısı halimizi teyit etti. Hani, “Aman abla, kimi kime şikâyet edeceksin?” sözü doğrulandı. Sokağımızdan ters yönde çıkan araba, yukarıdan inmekte olan trafik polisi otosuyla burun buruna geldi!!! Ne mi oldu? Hiiiiiiç!!! Özel araç trafik polisine yol verdi, trafik polisi de yoluna devam etti. Polis, hani, geçtim ceza kesmeyi, “ters yola neden girdin kardeşim?” demedi bile…

Herkes işini yapsa, memleket cennet olacak… Madem uymayacaksın, uymayacağın kuralları neden koyuyorsun kardeşim?

Aynı sözleri bu olayda da tekrar edeceğim:

Ne oldu peki?

Tabii ki, özel sürücünün yaptığı yanına kâr kaldı. Aynı şeyi tekrar yapacak.

Ne geliyorsa başımıza, hak ediyoruz sanırım…

Ama polis böyle davrandı diye pes etmek yok. Ben rahatsızlığımı yazarak dile getiriyorum. Her yerde de söyleyeceğim… Siz de anlatın her yerde ki, rahatsız olduğumuz bilinsin. Şikayetlerimizi ne kadar çok dile getirirsek, yetkililer de rahatsız olmaya başlar bu sefer. Çözüm de işte bu noktada başlar. Değişimi ancak toplumsal güç mümkün kılar.

BİZE ÇOBANSIZ OLMUYOR!

İşim gereği, Kore Savaşı kahramanı olan Albay Celal Dora hakkında araştırma yaparken, albayın verdiği bir röportaja rastlamıştım… Bu röportajda Albay Dora’nın Türk subayı ve askerine ilişkin olarak verdiği örnek, yukarıda bahsettiğim olay sonrasında aklıma ilk gelen şey oldu. Bu sözleri sizinle de paylaşmak isterim:

“Ulu Türk milletine ve meslektaşlarıma şunu arz etmek isterim ki: Türk askeri paha biçilmez bir varlıktır. İtaatlidir, mütehammildir, cesurdur ancak sıkışık durumlarda kendi kanında mevcut olan bu hasletlerinin vücut bulması için onu ustaca ve maharetle kamçılamasını bilen kumandana sahip olması da şarttır. Sıkışık ve tehlikeli anlarda Türk erinin ilk yaptığı iş mütevekilane subayının yüzüne bakmak, kumandanının o andaki ahvalini tetkik etmektedir. Bu esnada subayının yüzünde sararma veya vücudunda titreme alametleri Türk erinin yukarıda arz ettiğim hassalarını bir anda sıfıra müncer kılar…”

Evet, bu sözler milli kurtuluş mücadelesini başlatmak için millet olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir öncü kahramanlık abidesine neden ihtiyaç duyduğumuzun açık bir cevabı bence… Ama aynı zamanda sanırım kötü bir özelliğimizin de göstergesi. Şöyle ki; bir şeyler başarabilmemiz için hep birinin bize önayak olması, bizi arkadan ittirmesi gerekiyor. Tembellik, aman sendecilik, teslimiyet ruhumuza işlemiş. Kendimize güven düzeyimiz sıfır. Ama iyi gaza geldiğimizi de kimse inkâr edemez.

Neden olmasın?

Kanaatim odur ki; toplu taşıma araçlarının bu tür durumlarda fotoğraf çekip trafik polisine bildirmeleri zorunlu hale getirilmeli. Toplu taşıma şoförleri ile trafik polisleri arasında özel bir hat olmalı. Polis, şoförlerin bu tür yol işgal şikâyeti aramalarına öncelik vermeli, ciddiyetle ele almalı.

Toplumu ileriye götürecek olan vereceğimiz yerinde tepkilerdir. Sus pus oturmakla olmuyor bu işler.

“Armut piş ağzıma düş” rehavetiyle hiçbir terslik düzelmez. Öyle olsaydı, Kurtuluş Mücadelesini vermezdi atalarımız ve ceremesini bugün biz de çekerdik.

PAZARDAKİ PAVAROTTİLER

Beykoz Pazarcılar Derneği Başkanı rahmetli Mehmet Bey, bu konuda şikayetimi ne zaman dile getirsem, hemen ilgililerine gerekli uyarıları yapardı.

Semt pazarlarında pazarcıların içlerindeki Pavarotti’yi çıkarmaya çalışırcasına bağırmaları ve caddeleri inletmeleri güya yasak… Sanki ortalığı inletmeseler, o mal satılmayacak… Heyhat! Kim kime dum duma… Bu zabıtalar ne işe yarıyor bilmem!

Çivisi çıktı birçok şeyin. Tam anlamıyla “uçuyoruz.”

Keş uçuşu!