Bugün IMF Başkanı Christine Lagarde’ın son söylediklerinden başlayalım.
Lagarde, ilk önce krizden çıkış için çok uzun bir yol olduğunu, sonra gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle Çin’in, bu dönemde, dünya ekonomisi omuzladıklarını ve Çin’in parası yuanın rezerv para olabileceğini söyledi.
Hemen belirtelim ki, bu tartışma yalnızca ekonomik bir tartışma değil; politik bir tartışma. Dolar ve euro bazında yapılan ticaret yerini yavaş da olsa gelişmekte olan ülkelerin para birimlerine bırakıyor. Çünkü bu ülkeler, Lagarde’ın dediği gibi, dünya üretiminin büyük bir kısmını gerçekleştiriyorlar ve fazla veriyorlar. Tabii Çin, 3.2 trilyon dolarlık rezervleriyle, ayrıca değerli emtia pazarındaki gücü ve emek verimliği ile önemli bir yük kaldırıyor.
Şu sıralar Çin’in büyümesinin düşeceğini konuşanlar Çin’in çok uzun vadeyi düşünen bir stratejist olduğunu unutuyorlar. Çin, 2005’den beri, artan bir hızla, alt yapı yatırımlarına yönelmiş durumda. Kriz başladığında devreye sokulan destek paketleri yerel yönetimler aracılığıyla çok yoğun alt yapı yatırımlarına dönüştü. Çin bunları yaparken gelen küresel krizi hesap etti mi bilemem ama gelişmiş ülkelerde hızla daralan pazarlar büyümeyi düşürmeye başladı, ancak aynı anda, bir müddettir yapılan yatırımlar ve borç stokları da faiz-enflasyon kısır döngüsüyle yuanı Çin’in istediği düşük seviyelere itti. Böylece Çin, dünya krize girerken yaptığı alt yapı yatırımlarıyla içe dönük bir büyümenin hazırlığını yaparken daralan dış pazarları da Yuan’ı daha düşürecek koşulları sağlayarak aşmaya çalıştı.
Nitekim Çin, 2012’in hemen başında devasa bir dış ticaret açığı verdi ve neden bu durumda Yuan değerlensin demeye başladı.
Şimdi Yuan’ın rezerv para olması, yani dünya ticari döngüsünün ve ekonomik güvencenin koşulsuz simgesine (aracına) dönüşmesi yalnız şu andaki para siteminin tepetaklak olması anlamına gelmez bu, aynı zamanda, dünyanın siyasi olarak değişmiş olduğunu da bize gösterir.
Çin’in Yuan’ın rezerv para birimi olmasına izin vermesi demek, yabancı yatırımcıların yerel varlıkları daha fazla talep etmesini sağlamak ve (dolayısıyla) Çin’de bireysel özgürlüklere dayalı bir çeşitlenmeye paralel olarak, iç tüketime dayalı yeni bir büyümeyi öne çıkarmak anlamına gelir. Bu aynı zamanda, ABD’nin, bu zamana değin sürdürdüğü, savaşa ve militarizme dayalı kalkınma yerine barışa dayalı yeni bir Asya kalkınmasını ortaya çıkartır ki; bunun içinde Türkiye’ye kadar uzanan bir Doğu dirilişi vardır. (Bu konuda bkz: A.G. Frank; Yeniden Doğu ve G. Arrighi; Adam Smith Pekin’de)
Şu an Çin’de bunun savaşı var. Çin Komünist Partisi, bu yılkı kongresinde tam da bunu tartışacak. Liberallerin sözcüsü Başbakan Wen Jiobo, burada çok açık konuşuyor; Jiobo, artık Çin’in önünde yalnız iki seçenek kaldığını ya siyasi reformları yapacaklarını ya da kültür devrimini bile aratacak yeni bir siyasi trajedi yaşayacaklarını söylerken aslında Batı’ya da bir mesaj veriyordu. ÇKP içinde, şu an gerçekten Mao’nun kültür devrimi yıllarına dönmek isteyen, ekonomiyi devlet işletmelerine bağlayarak yeniden biçimlendirmeye çalışan bir egemen bürokratik sınıf var. Bu sınıf, kesinlikle Çin’in kapitalist dünyanın en üst tepesinde, kapitalizmi çekip çeviren bir ülke olmasını istemiyor. Bunun için de, Lagarde’ın söyledikleri, yani Yuan’ın rezerv para olması hikâyesi bunların uykusunu kaçırıyor. Ama durum gösteriyor ki, (bkz: Grafikler) dünya Çin’le birlikte yeni bir Asya çağına giriyor.
20. yüzyılı isteyenlerin pozisyonu belli
Burada 20. yüzyılı hiç tartışmayacağım. Ama haklı bir çıkış düzleminde de (Mao gibi) ya da insanlık düşmanı bir saldırganlık düzleminde de (Hitler gibi) bugün 20. yüzyıla geri dönülmesini savunmak insanlık düşmanı bir pozisyondur. Türkiye’de şu sıralar olan bitene bakın; tarafların siyasi pozisyonlarının 20. yüzyılın pozisyonları olduğunu göreceksiniz. Bugün ÇKP içindeki statükocu bürokratların küresel ortakları hiç de Başkan Mao’nun seveceği unsurlar değil: Emperyal silah şirketleri, petrol devleri, kimya ve demir-çelik tröstleri ve finans-kapital. Yuan rezerv para olmasın bulunduğumuz yer iyi diyen ÇKP’li bürokrasi aynı zamanda, Rus oligarkları gibi katil Esad’ı destekliyor. Kelebek etkisi işte tam buna denir. Türkiye’de, demokratikleşmeyi zora sokanlarla, ÇKP’nin 20. yüzyıldan kalma bürokratları, Baas’ın katilleri ve neoconlar aynı odada; bütün bu olan biteni tezgâhlıyor.