Şu büyüme tartışmalarının yalnız ekonomi tartışması olduğunu söylemek çok zor. Pazartesi günü açıklanan büyüme rakamlarının beklentinin epey üzerinde gelmesi, bana göre, çok yaygın bir rahatsızlığa yol açtı. Burada kesinlikle CHP ve onun arkasına dizilmiş sözüm ona ‘muhalefeti-medyayı’ kastetmiyorum. Zaten bu kesimin önemli kısmının ‘beklentinin’ üzerinde gelmekte ısrar eden büyüme rakamlarının arkasındaki gerçeği görebileceği çok şüpheli. Kendisini, büyüme rakamları ile belli eden altüst oluşun çok farkında olduklarını sanmıyorum. Farkında olsalar böyle ‘muhalefet’ yapmazlardı. Ancak ‘beklentinin’ üzerinde gelmekte ısrar eden büyümenin ne anlama geldiğini çözmeye başlayan bir kesim var. İşte bu kesimin rahatsızlığından bahsetmek istiyorum.
Tabii IMF’nin temsil ettiği küresel finans sermayesi, Türkiye’nin, bu dönemde, Avrupa’dan hızla ayrışarak gaza basmasının ne anlama geldiğini, bunun kendileri için nasıl bir sorun olduğunu görüyor.
IMF ve onu takip eden çevreler, Türkiye’nin, Avrupa krizi sürecinde, gelişmekte olan Asya’yı, Ortadoğu ve K. Afrika’yla birleştirecek yeni bir ekonomik-siyasi hinderland oluşturmasından endişe ediyorlar. Bu gelişme, Rusya ve İran’dan sonra, kendi denetimleri dışında, yeni ama çok daha etkin bir alanın doğmasına yol açar.
Kara Avrupası ulus-devlet sistemiyle, Anglosakson hakimiyetinin bir uzlaşısı olan şimdiki ekonomik ve finansal sistem bitmek üzere. Merkez Avrupa-ABD-İngiltere ittifakı, ikinci savaş sonrası oluşturulmuş ve bu ittifakın parasal-mali ayakları da savaştan hemen sonra ortaya çıkarılmıştı. Örneğin aşağıdaki şekilde göreceğiniz gibi Avrupa para sistemi, dolara dayanan ve ABD’nin hegemonyasını güçlendiren Bretton-Woods sürecinin bir parçasıdır. İngiltere’nin, son liderler zirvesinde, AB’yi silecek kadar ayağa kalkması da, Almanya’nın, bu tarihi ittifakı bitirmesine bağlıdır. ABD de bu tartışmaya, hiç şüphesiz, katılacaktır.
İşte tam burada, hem dolara dayanan Bretton-Woods para sistemi hem de Euro’ya dayanan Avrupa para sistemi yerle bir olurken, Türkiye’nin ihracata ve sanayiye dayalı büyüme temposuyla alıp başını gitmesi hiç hoş değil(!)
Bu, geleneksel küresel sermaye açısından yeni bir denklem; hem de bilinmeyeni hayli bol ve çözümü imkansız bir denklem. Ama bu denklem, yalnızca IMF’de somutlanan ‘dışarısına’ çözümsüzlük üretmiyor. Türkiye’nin yerleşik sistemine de, beklenenden hızlı, bir değişim programı çıkartıyor. Mesela bu ‘hızlanmanın’ baskısını Türkiye’nin büyük sanayi ve finans grupları üzerlerinde hissediyorlar. Çünkü bu hızlanma onlar için küresel ve yoğun bir rekabet, alıştıkları ve iyice yerleştikleri pazarlara yoğun girişlere bağlı olarak kar oranları düşüşü demek. İşte tam da bundan dolayı, Türkiye’nin ‘en büyükleri’ bu hızlı büyüme temposundan rahatsız oluyor. Hatta bunlar, tıpkı Fransa ve Almanya gibi, Türkiye’nin Ortadoğu’da etkin politik pozisyon almasının da karşısındalar. Suriye’nin de çözülmesinden sonra genişleyen pazarları denetleyemeyeceklerini düşüyorlar.
Ama ekonominin böyle alıp başını gitmesi iktidarda da, haliyle, baş dönmesi yaratıyor; hata yapma riskini katlıyor. Babacan, büyüme, bizim OVP’deki öngörümüzü de aşacak derken ‘maalesef’ dememeyi başarabildi ama 4. çeyrek de böyle gelirse, kimse Babacan’ın ‘maalesefli’ büyüme açıklaması yapmayacağını garanti edemez.
Bu durum şu gerçeği bütün açıklığı ile önümüze koyuyor: Türkiye’nin ekonomik dinamizmi ve bu dinamizmi üstlenen yeni bir burjuva sınıfı (ki bunların hiçbiri TÜSİAD üyesi değildir) bugün siyasetin önüne geçmiştir.
İşte ben, tam bu nedenden dolayı, Türkiye’nin yeni anayasayı yapacağını düşüyorum. Çünkü Türkiye’nin yaklaşık on yıldır yürüttüğü değişimi taçlandıracak bir sonuç olan yeni Anayasa’yı omuzlayacak sınıfsal bir dinamizm ortaya çıkmıştır ve bu dinamizm, bugün sanayiye- ihracata dayalı yeni bir büyüme paradigmasını da ortaya çıkarmıştır. Grafikte AB’nin para birliği yolculuğunu görüyorsunuz. Avrupa para birliği denen süreç aslında, görüldüğü gibi, Bretton-Woods’un devamıdır. Nixon’ın 1971’de doların altına olan bağımlılığını ortadan kaldırması ‘tüneldeki yılanı’ ortaya çıkarmıştır. Bu gelişme, bugünkü açıkların ilk nedenidir. Şimdi önümüzde bir geçiş süreci var. Bu sürece oldukça şanslı giriyoruz. Ama siyaset kurumu, ekonominin değişimini takip etmezse en şanssız biz oluruz.