Depresyondan Önce Son Çıkış

Sevgili kardeşim, sana böyle eğri büğrü yazıyorum, kusuruma bakma. Hastalığın etkisiyle ellerim titrek, bedenim mecalsiz. Bu çağda mektup da nereden çıktı deme lütfen; on yıl sonra sana yazmışım, telefon mesajıyla, e-postayla olmazdı o iş.

On yıl olmuş değil mi sahi? Bu hayırsız kardeşin, işten güçten vakit bulup sana yazabilmek için hastalığa düşmeyi, ölümden dönmeyi, tecritte geçireceği günleri beklemiş meğer.

Ah be Yaşar, ben asıl bambaşka bir sevgilinin kollarından kaçtım da yazıyorum sana. Corona mıdır Covid midir, bu hastalık şifa oldu bana be dostum. Ölümden yakayı sıyırdık gibi şükür; belki biraz arazı kalır bilmiyorum artık, ama asıl kollarından kaçtığım şey var ki, neyse onu da anlatırım…

On yıl öncesi… Bir yandan çalışırken bir yandan da şirketin üniversite burs sınavını kazanınca, her şey ne kadar da güzel olacak gibi gelmişti. Yeni evliydik ikimiz de, çocukluktan beri kadim dostlardık, sen çok aldırış etmedin sınava, ben hayatım ona bağlıymış gibi çalıştım. Sonrasında güzel günler gelecekti.

Güzel günler geldi kardeşim! Ama hiçbiri beni evde bulamadı. Gelen o güzel günlerin hiçbirinin keyfini sürmemişim ben. Hep gelecekte gelecek başka ve daha güzel günlerin peşindeymişim.

Yokuş yukarı nefessiz koşarken yine de güzelmiş o mücadele kardeşim. Çıkmak zor ama inmek daha zormuş.

Üniversiteyi sonradan bitirdim diye eksik gördüm kendimi hep. Eşim üniversite mezunu değil diye, diğerlerinin yaptığı tatilleri borçlar yüzünden yapamıyorum diye, çocuğumu özel okula gönderemedim diye, İngilizcem sonradan öğrenilmiş ve kırık dökük diye… Neyim eksikse hep onu görmüşüm.

O yüzden be kardeşim, başka çarem mi vardı, hep daha çok çalışmalıydım. Bilemedim bana niye bu şansları veriyorlardı ki, hep eksiktim, hep kendimi daha iyi göstermeliydim, haksız yere geliyordum bir yerlere, bana ait değildi bunların hiçbiri, benim değildi, benden değildi, buralara haksız yere konmuştum hep. Fark edilmesin diye, elimden alınmasın diye, kaybetmeyeyim diye, sürekli ve burnum kanarcasına çalışmalıydım.

Yoksa

hak etmediğimi

anlarlardı.

Borçları bitirdim yetmedi. Para biriktirdim yetmedi. Evimi aldım yetmedi. Çocuğumu sonunda özel okula gönderebildiğimde bu sefer de yurtdışına dil okuluna gönderemedim be kardeşim! Eksiktim hep, geride kalıyordum, yetmiyordum.

Yetiyordum belli ki birilerine. Eşim memnundu ama o nereden bilecekti ki! Çocuğum seviyordu beni, ama o ne bilsindi ki geriden başlamış olmanın eksikliğini! Yöneticilerim seviyordu beni, beğeniyordu, terfiler veriyorlardı belli ki yetiyordum onlara da. Ama ben kendime hiç yetemedim ki be kardeşim. Hep eksiktim. Elde etmem gereken daha fazlası vardı hep. Yanlış anlama be kardeş, tamahtan değildi o zaman bile, vallahi. Sadece, ne biliyim daha iyisini daha fazlasını elde edebileceğimi göstererek aslında elimdekine hakkım olduğunu ispat etmeye çalışıyordum.

Dedim ya, yokuş çıkarken yine de iyiydi her şey. O mücadele… O dişini tırnağına takarak çalışma…

Sonra işte Corona geldi. Hastalık oldu, dünya durdu sanki. Sonra durduğu yerde zıplattılar dünyayı. Tepetaklak oldu her şey. Düşün abi yönetici olarak yer almak için bin takla attığım kocaman holding bünyesindeki bu amiral gemisi şirkette kısa çalışma ödeneği aldık! Tövbeler olsun. Nasıl bir dünyaydı bu böyle?

Haklı çıktığım ortadaydı işte, bu koca şirkete, bu koca holdinge bile güven yoktu! Elde etmek için çırpındığım şeylerin bile güvencesi yoktu işte. Dünyaya bak abi! Koca koca gelişmiş ülkeler dizlerinin üzerine çöktü. En büyüklerinde bile on bin on bin zıplamaya başladı ölüm istatistikleri.

Sonra uzaktan çalışma dediler, feleğimiz iyice şaştı.

Yemişim Corona’yı, hastalık umurumda bile olmadı. On yılda zor bela geldiğim pozisyon şirketle beraber yok olur mu diye endişe ederken hastalığı mı takacaktım kafaya?

Deli gibi çalışmalıydım. Ama ben zaten deli gibi çalışıyordum. Daha ne kadar deli gibi çalışabilirdim ki? Zaten korkuyla yaşıyordum, daha ne kadar korkabilirdim? Zaten kaygıya boğazıma kadar batmıştım, tepeme kadar mı batacaktım? Bunları tabii şimdi düşününce böyle yazabiliyorum. Hastalık sağ olsun. Kaymış şirazeme tekmeyi koydu da kendime geldim. O zaman böyle düşünemiyordum.

Nasıl anlatıyım abi sana? Bak ben satış yöneticisiydim. Ekip yönettiğim halde günde en az iki de müşteri ziyareti yapardım. İstanbul’un bazen iki ayrı ucunda olurdu yerler, o ziyaretlerin üstüne bir de ekibi yönetmekle ilgili işlerin peşinde koşardım, verileri analiz ederdim, ekibin ensesinde boza pişirmeyi de hiç ihmal etmezdim. Uzaktan çalışmayla manyak bir durum keşfettim: Günde 5 müşteri toplantısı yapabilir, üstüne ekibin hepsiyle haftada bir teke tek görüşme yapabilir, raporları analiz edip ona göre çıkarımlar bile yapabilirdim. Her şey evimin salonundaydı be abi! Sabah 9’a ilk toplantıyı koyuyordum. 8’de masa başına geçer, önceki günün satış raporlarını analiz ederdim önce. Hemen epostaları yağdırmaya başlardım ekibe. Ben müşteri görüşmelerini yaparken onların da çalışmaya başlamasını garantilemek için patrondan sıkı bir hatırlatmaya ihtiyaçları vardı. 9’da Avcılar’daki müşteriyle, 10’da Kocaeli’deki müşteriyle, 11’de Büyükçekmece’deki müşteriyle salonumdan çıkmadan toplantı yapıyordum abi; daha ne olsun! Trafikte takılmak yok, vakit kaybetmek yok, 9.59’da toplantıdan çık 10.00’da 150 kilometre uzaktaki öbür müşteriyle toplantıya gir. Öğleden sonra da dördüncü müşteri, beşinci müşteri, ekipten iki kişiyle birebir yakın takip toplantısı…

Dünya yıkılıyordu abi! Amiral gemisi şirkette kısa çalışma ödeneğiyle birkaç ayımız geçmişti. Böyle çalışmayacaktım, böyle çalıştırmayacaktım da ne yapacaktım!

Yokuş oralarda bir yerde bitti sanırım. Düz gittim önce. Sonra aşağı doğru hafif bir eğim başladı.

Bitişik toplantılar yapa yapa o toplantıların aksiyonlarıyla ilgili çalışmalar gecelere sarktı. Gece 11’e kadar çalışmalar, 12 oldu, 1 oldu, 2 oldu. Bir yandan çocuğun okulu bir açılır bir kapanır, ödev yapıyor mu, sınav oldu mu olacak mı, olmadan rastgele notlar mı verecekler belirsiz. Bir yandan eşim takmış kafaya hastalığı, eve giren çıkan sıkı yönetim. Her gelen poşeti paketi bile sabunlar yıkar. Aynı evin içinde birbirimizin yüzünü görmez olduk zaten.

Ben hiç sevmezdim kendimi. Daha da ezik, suçluluk dolu, eksikliğini hayvan gibi çalışmaya gömen bir insan olup iyice çirkin bir mahluka dönüştüm be abi.

Ne yediğimi ne kadar yediğimi bilmez oldum, elimin altında sürekli bir şeyler. Kilo aldım. Uykuyla problemlerim vardı hep zaten, gözlerim ekrana çakılı kalmaktan akmış halde yattığımda bile uyuyamaz oldum. Ve abi var ya ufacık şeylere takmaya başladım, bağırdım çağırdım.

Kontrol elimden gidiyordu. Çoktan gitmişti belki. Her şeyi kontrole almak için daha fazla çalışmaktan başka bildiğim bir şey yoktu ki, daha fazla çalıştım ben de ama yokmuş işte daha fazlası. Daha fazla çalıştıkça daha az iş çıkarır oldum. Olmuşum. Şimdi geriye bakınca…

Çocuğun okuluna taktım. İşleri çözemedikçe, çocuğun okulunun uzaktan oluşuna taktım, çıldırdım, yalvardım hocalarına falan, annesiyle kavga ettim. Bu çocuğun okulu ne olacak? Bu çocuğun hali ne olacak? Benim gibi bu da eksik olacak! Her şeyini eksiksiz yapmaya çalıştım onun, o da benim gibi eksikli olacak bu uzaktan okullar yüzünden diye… diye diye… öyle diye böyle diye…

Yokuş yukarı bitmişti ya abi, düz gitmişti biraz işler, sonra hafiften aşağıya eğim başlamıştı. O eğim durmadı abi, arttı. İyice yokuş aşağı gidiyordum artık. Çocuğun okulunu dert etmeye tutunmaya çalışıyordum ben be abi. Dünyam yıkılıyordu bari o basit endişeye tutunayım dedi beynim herhalde.

Neyse abi işte, yokuş aşağı depresyonun, ağır depresyonun kucağına doğru, o korkunç sevgilinin bataklık yatağına doğru kayarken bir ağaca tosladım: Corona’ya yakalandım. Köprüden önce son çıkış! Depresyondan önce son durak!

Bu depresyon, ağır depresyon ne menem bir şeymiş, evlerden ırak! Bak sen de biraz araştır, herkes bilmeli. Dünyada ülke ülke değişiyor ama kabaca her on kişiden biri hayatında bir kere yaşıyormuş abi. En az iki hafta sürüyormuş meret ve pek çok kişide aylarca da sürebiliyormuş. Oturduğun yerden kalkamıyormuşsun abi, beyninde bir cehenneme kapatıp kalıyormuşsun kendini. Üstelik bir kere yaşayınca tekrar aynı duruma düşme ihtimalin de artıyor diyorlar. Kendisini bırak, bir de o depresyon süresinde oluşan kayıplarını telafi etmen yerine göre yıllar alabilir yani. (Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Major_depressive_disorder )

Kıyısından döndük Allahtan!

Bir ay oldu.

İkinci hafta yoğun bakımda geçti.

Şimdi var ya abi, ben nefes alıyorum ya! Hırıltılı biraz, hala ara ara öksürtüyor. Ciğerlerimde belki hasar kalacak. Ama abi ya, nefes alıyorum ben nefes!

Hayat çok güzel.

Bu can tende durdukça! Hayat pek güzel!

Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Beklemekten Daha İyi Bir İşiniz Yok Mu?