Dil ve ulus bağlantısı
Dil, sosyal bir varlık ve belirli toplumlar için bir anlaşma aracı olarak tanımlandığında, bir milleti millet yapan unsurlardan biridir. Zira bir toplumun millet vasfını kazanması, her şeyden önce o millete mahsus bir dilin varlığı iledir. Dil, milletin duygu, düşünce, tarih ve sosyal hayatı ile el ele gittiği için milletin varlığının yüz karası ve o milletin ayrılmaz bir parçasıdır. Aynı zamanda o milletin sosyal yapısının ve ruhunun gerçek bir aynasıdır. Kendisi de o toplumun tarihsel ve toplumsal koşulları içinde değişir ve gelişir. Toplumdaki her türlü değişim ve gelişmeye araç olduğu için bir milletin genel kültür düzeyi ile yakından ilgilidir.
Dilin toplumsal bir varlık olarak zaman içinde değişimi ve gelişimi iki şekilde kendini gösterir:
1) Dilin yapısına ve çalışma şekline göre,
2) dış etkenlerle,
Bilindiği gibi her dilin kuruluş döneminden gelen bir yapı ve işleyiş tarzı vardır. Ayrıca her dil, toplumu oluşturan insanlar arasında karşılıklı anlaşma aracı olarak kullanılırken aynı zamanda işlevler de kazanır. senin dilin senin dilin
Yapısından ve işlevinden gelen özellikler, o dilin gramerini ortaya koymakta ve farklı diller arasında yapısal farklılıklara neden olmaktadır.
(…) Ancak, farklı diller arasındaki yapısal farklılıklar bir yana, her dil kendi yapısı ve işleyişinden kaynaklanan kurallar açısından zaman içinde kendi içinde bazı değişikliklere uğrar. Bu değişimler dilin ses yapısında olduğu gibi şekil bilgisi ve cümle düzeninde de görülmektedir. Türkçenin on ikisi. On ikinci yüzyıla kadar süren tarihsel süreçte -jan, -jin ekinin varlığı. Yüzyılın ortalarından itibaren bazı dallarda ekin başındaki ğ-g- ünsüzlerinin erimesiyle bu ekin Anadolu yöresinde -an/-en şekline dönüşmesi dildeki bu değişimle ilgilidir. . Yine eski Kapığ kelimesinin Anadolu yöresinde kapı ve kapu biçimlerini alması ve Türkiye Türkçesinde Doğu Türk lehçelerinde köz kelimesiyle göz oluşumu dilin yapı ve işleyişinden kaynaklanan değişimlerdir.
2) Dış etkenlerle meydana gelen dil değişiklikleri ise, milletin zaman içinde geçirdiği tüm değişikliklerin bir yansıması olarak kendini gösterir. Milletin siyasî ve sosyal hayatındaki yükseliş ve düşüşler, göçler, yeni bölgelere yerleşme, yerleştikleri yerlerde farklı aşiretlerle karışma, dinî kaymalar, komşu veya komşu olmayan devlet ve aşiretlerle ticari ve kültürel mübadeleler, milletin sosyal hayatında kültürel alanda meydana gelen değişimler ve diğer sebepler? Eğer bazı önemli değişiklikler meydana getirirse, bu değişiklikler elbette o milletin sosyal hayatının gerçek bir aynası olan dilde de kendini gösterecektir. Nitekim, sekizinci – dokuzuncu. Yüzyıllar boyunca Budizm ve Maniheizm’i kabul eden Uygur Türkleri, dünya görüşlerini bu dinin gereklerine göre uyarlamışlar ve Uygur dili de bu dünya görüşüne ayak uydurarak yeni kavram ve kelimeler edinmiş; Kendisine uygun bir ifade biçimi aldı. MS. yüzyılda Türklerin İslam’ı kabul etmesinden sonra da durum aynıdır. İslam dünya görüşü ve kültürü çerçevesinde birçok Arapça kelime yavaş yavaş Türkçeye aktarılmış; Türkçenin söz varlığı ve anlatım kalıpları bir ölçüde bu dilden etkilenmiştir.
Ulusların sosyal koşullarındaki değişmelerin dile yansıması, yukarıda bahsedilen tüm unsurlar açısından sorgulanmaktadır. Bu etkenler bazen dili o kadar güçlü bir şekilde etki alanına çeker ki, böyle durumlarda o dilin yapı ve işleyişine göre genel akışını değiştirecek durumlar ortaya çıkabilir. Türk dilinin ağırlıklı olarak Arapça ve Farsçadan etkilenmiş olması, Fransız dilinin 16. yüzyılda olduğu anlamına gelir. Önceki on yedinci yüzyıl. Özellikle 19. yüzyıldan sonra Alman dilinin etki alanına bu kadar geniş bir şekilde girmesi yukarıda bahsedilen dış etkenlerin açık bir örneğidir. Özellikle yabancı kültürlerin baskısından kaynaklanan bu dış etkenlerin yoğunlaşmasıyla dil, yapı ve işlevlerinden kaynaklanan özelliklerini giderek kaybetme eğilimine girer. Kendini geliştirme fırsatları engellenir ve kısıtlanır. Dolayısıyla dili millete bağlayan manevi bağ çözülmeye başlar. Bu gibi durumlarda dili içine sürüklendiği çıkmazdan kurtaracak en büyük yardımcı milli bilinçtir. Varlığının farkına varan ülkeler dilleri konusunda çok hassastırlar. Dil, milleti millet yapan unsurlardan biri olduğu için millet ile milli dil arasında sıkı bir bağ vardır. Bir milletin diline bağlılığı ve diline verdiği önem, o millette dil-millet ilişkisini kuran bir milli bilincin gelişip gelişmediği ile doğrudan ilişkilidir. Milli bilince ulaşmış ülkeler kendi dillerine gereken önemi vermiş, onu işleyip geliştirmiş, zengin bir kültür dili ve anlatım gücü yüksek bir dil haline getirmişlerdir. Bu nedenle dilin millet hayatındaki yeri çok önemlidir. Bu elbette her dil için olduğu gibi Türkçemiz için de geçerlidir. (…)
Zeynep Korkmaz, Cumhuriyet Dönemi Türk Dili
Attila İlhan’ın gelişimi ve Türk dilinin yapısı.
[wpcin-random-posts]