Diyarbakır’dan Başlayan, Yurt Dışına Açılan Bir Girişimcilik Öyküsü: Opr. Dr. Mehmet Söyler

BATI GÖZ YÖNETİM KURULU BAŞKANI OPR. DR. MEHMET SÖYLER, DİYARBAKIR’DA BAŞLADIĞI YAŞAM YOLCULUĞUNU, İZMİR HAVA HASTANESİ’NDEKİ OFTALMOLOJİ İHTİSASIYLA SÜRDÜRMÜŞ, DAHA SONRA KURDUĞU BATI GÖZ HASTANESİ’YLE YURT DIŞINDA TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDEN GİRİŞİMCİ BİR GÖZ DOKTORU.

TÜRKİYE’DE GÖZ HASTANELERİ DENİLİNCE AKLA GELEN İLK İSİMLERDEN BİR OLAN BATI GÖZ GRUBUNUN KURUCUSU VE ORTAĞI OPR. DR. MEHMET SÖYLER’LE ÇOCUKLUĞUNUN GEÇTİĞİ DİYARBAKIR’I, OFTALMOLOJİYİ SEÇİŞİNİ, BATI GÖZ HASTANESİ’NİN KURULUŞ SÜRECİNİ, SAĞLIK TURİZMİNİ, AYRICA AİLE YAŞANTISI VE İLGİ ALANLARINI KONUŞTUK.

Hikâyeniz Diyarbakır’da başlıyor değil mi?

1968 yılında, Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki sur içi taş evlerin, avluların, daracık sokakların olduğu Alipaşa Mahallesi’nde Meryem Ana Kilisesi Sokağı’nda doğdum. Babam Diyarbakır’lı annem Batman’lıydı. Rus Harbi sonrasında, Erzurum’dan göçtükleri için babamın ailesine muhacir denirdi. Ablam, erkek ve kız kardeşimle birlikte, dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuyum. Diyarbakır’ın o dönemki çok renkli, kozmopolit hayatında büyüdüm. Herkes, hava sıcakken yemeğini avluda yerdi. Diyarbakır’da aileler bir arada yaşardı. Beş ailenin birlikte yaşadığı, tek aileye dönüştüğü, kardeşliğin oluştuğu evler vardı. Babam ben 6 yaşındayken, 33 yaşında vefat etti. Annem ve kardeşlerimle birlikte, 1976 yılında Batman’a taşındık. Ortaokulun ardından, Batman Lisesi’nden 1985 yılında mezun oldum.

Tıp fakültesiyle yolunuz nasıl keşişti?

1985 yılında Gülhane Tıp Fakültesi’ni kazandım ve 1991 yılında lisans eğitimimi tamamladım. Aynı yıl TUS sınavını vererek, göz hastalıkları branşında ihtisas hakkı kazandım. İki buçuk yıl mecburi hizmette bulunduğum için 1994 yılında GülhaneAskeri Tıp Akademisi’nde göz ihtisasına başladım, 1997 yılında da ihtisasımı tamamladım ve İzmir Hava Hastanesi’ne tayinim çıktı. GATA İstanbul’a yardımcı doçent olarak tayin olan Dr. Murat Sönmez’in yerine, bir günlük klinik turdan sonra görevi devraldığımda, sudan çıkmış balık gibiydim. Bir uzman ve klinik şefinden oluşan ekibimizle çalışmaya başladık. Hastanede iki haftada bir katarakt ameliyatı yapıldığını öğrenince, düş kırıklığı yaşamıştım, çünkü 30 yaşındaydım, daha fazla tecrübe sahibi olmak istiyordum ve elimin yavaşlamasını istemiyordum. PEKKE cerrahisiyle gerçekleştirdiğim ilk ameliyattan dört ay sonra, o dönem gündemde olan FAKO cerrahisine kendi imkanlarımla başladım. Bu süreçte; başasistanım rahmetli Ahmet Hamdi Hocanın emeğini unutamam. Hastanedeki altıncı ayımda, haftada 10 ameliyata giriyordum. 2008 yılına kadar bu hastanede göz hekimi olarak görev yaptım. 2009 yılında da kendi isteğimle, 41 yaşındayken emekli oldum.

Göz hekimliğini seçmenizin özel bir nedeni var mıydı?

Aslında, öğrencilik sürecimde göz hekimi olmayı planlamıyordum. Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra, yedek subay adaylarının okuduğu Samsun Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı’na TUS formunu doldurup gönderdim. Bir sınıf arkadaşımın “Karakterin itibarıyla, göz hastalıkları gibi tek başına çalışabileceğin bir branş seçebilirsin.” önerisiyle, göz hastalıkları branşını seçtim. Öğrenilmesi güç bir branş olduğu için göz hastalıklarını özellikle, bir tıp öğrencisinin hayal etmesi çok zor. Göz hastalıkları branşının anlamı, ancak, pratik yapınca hekimin zihninde tam olarak oluşuyor.

Batı Göz Hastanesi’nin kuruluşu nasıl gerçekleşti?

2000 yılında, askeri hastaneye dışardan hastalar gelemediği ve göz hastalıklarıyla ilgili hastane hizmeti sınırlı olduğu için herkesin ulaşabileceği, insanlara dokunabileceğim bir göz muayenehanesi açtım. Ticari bir amaca sahip değildim, hayalim hastalara ücretsiz bakabileceğim bir vakıf ya da tıp merkezi kurmaktı. İzmir Hava Hastanesi’nde de hastalara ücretsiz muayene gerçekleştiriyordum. Buna karşın, kuruluşun ayakta kalması için ticari bir niteliğe dönüşmesi gerekiyordu ve uygun ücretlerle hizmet vermeye başladık. 2004 yılında ise, Hocam Prof. Dr. Erol Yıldırım ile Batıgöz’ü kurduk ve kısa süre içinde Dr. Serkan Biliş, Dr. Levent Emiroğlu ve Dr. Kamuran Öztan aramıza katıldı. Büyüme sürecine girdik ve 2005 ile 2006 yılında iki göz merkezi daha açtık. 2007’de Diyarbakır’da uzak şubemizi açmış olduk.

Daha sonra yurt dışına açılım gerçekleşti değil mi?

Yurt dışına açılma çalışmalarında; ilk olarak 2006 yılında Ukrayna’nın Zaporijya kentinde bir göz hastanesi kurmuştuk. Fakat 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Demokrasilerin olmadığı yerde iş yapmayınız” sözü doğrulanırcasına, rejimden kaynaklanan sıkıntılar yaşadık. Daha sonra ise bu hastanenin yerine, Ukrayna’nın Kiev kentinde yeni bir hastane açtık. 2008 yılında Romanya’da Bükreş Türk büyükelçiliğine giderek, göz merkezi konusunda Romanya’da yatırım yapma isteğimizi sunduk ve talebimiz uygun karşılanınca, yüzde yüz yerli sermayeyle başladığımız hastane inşaatı bir yıl sürdü. 2010 yılında 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda Bükreş Büyükelçisi’nin de katılımıyla şu anda 19 Rumen hekimin çalıştığı hastanemizi hizmete açtık. Romanya’daki ikinci hastanemiz için proje gerçekleştiriyoruz.

Yeni şubeler açmayı planlıyor musunuz?

Toplamda şu an 11 şubemiz faaliyet gösteriyor. İskenderun ve Batman’da halkın ihtiyaçlarına yanıt verebilecek göz hastanelerinin eksikliğini göz önüne aldık ve gerekli fizibilite çalışmalarını yaptık. Mart ayında İskenderun’da yıl sonuna doğru ise Batman’da yeni şubelerimizin açılışını gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Ağırlıklı yurt dışı olmak üzere, şube sayımızı 20’ye çıkarmayı hedefliyoruz.

İş programınızı nasıl gerçekleştiriyorsunuz?

Ağırlıklı olarak İzmir’de çalışmalarımı sürdürüyorum. Şubelerimizi belirli periyotlarla ziyaret ediyorum. Çok yoğun bir iş programım var. Haftanın üç günü İzmir merkezimizde hastaları muayene ediyorum, ameliyatlara giriyorum. Her hafta en az bir gün yurt dışına çıkıyorum. Yurt dışında büyük bir şube açma projemiz var. Ayrıca, üyesi olduğum TOD Katarakt Birimi’yle ilgili çalışmalara katılıyorum.

Türkiye’nin sağlık turizmindeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye sağlık sektöründe uluslararası bir başarı kazanmış durumda. Dünyaca ünlü ve bilinen doktorlarımızın yanında, çok başarılı ve çalışkan bir tıp camiasına sahibiz. Buna ek olarak, hastanelerimiz ve sağlık merkezlerimiz uluslararası sağlık sektörünün standartlarına sahip bulunuyor. Yurt içinde ve yurt dışında çok önemli sağlık merkezleri kuruluyor. Oftalmoloji alanı için de aynı şeyleri vurgulayabilirim. Oftalmologlarımız dünya çapında başarı ve ün kazanıyor, akademik çalışmaları oftalmoloji dünyasında değer görüyor. Bu durumun sonucu olarak, bölge ülkelerden ve Avrupa’dan hastalar Türkiye’ye akın ediyor. Bu açıdan Türkiye, sağlık turizminde çok büyük bir potansiyeli içeriyor. Sağlık turizmine daha fazla yatırım yapılması, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki dönem büyümesinde temel rol oynayacaktır.

İki çocuğunuz var. Çocuklarınız sizin mesleğinize nasıl yaklaşıyor?

Oğlum Bülent Koç Üniversitesi’nde Ekonomi-İşletme Çift Anadal’da son sınıfta okuyor. Kızım Zeynep ise Bilgi Üniversitesi Reklamcılık Bölümü’nde ikinci sınıfta eğitim görüyor. Kızım sporla da çok ilgili triatlon yapıyor. Prof. Dr. Erol Yıldırım hocamın kulağıma küpe olan bir sözü vardır: “Bir doktorun cumhuriyeti muayenehanesidir. Bir doktorun en mutlu olduğu yer, iyi çalışan bir muayenehanedir.” Ben de çocuklarımı küçüklüklerinden itibaren muayenehane getirdim. Bülent’i dört yaşındayken, kreşten alıp 16.00-19.00 arasında ameliyat kıyafetlerini giydirip ameliyatları döner bir taburenin üstünde izlettiriyordum ona. Çizgi film yerine, ekranda mikroskoptan gelen görüntüyü seyrediyordu. Dolayısıyla, Bülent özellikle, oftalmoloji tarihine bugün de çok yoğun bir ilgi gösteriyor. Dünyada ilk basılan optik kitabının orijinaline sahip. Latince tıp kitaplarını okuyor. Bülent’in işletme, Zeynep’in reklamcılık eğitimi görmesi, önümüzdeki dönem için planlarımıza çok uygun bir durum.

Mesleğiniz dışında ne tür ilgi alanlarına sahipsiniz?

Yoğun iş programımdan dolayı, hobilerime yeterli zaman ayıramıyorum. Türk Hava Kurumu Uçuş Okulu’ndan uçuş lisansı alarak, 2009 yılından 2014 yılına kadar özel uçağımı kullandım. Bir ara da dalış üzerine yoğunlaştım. Tespihlere özel ilgi gösteriyorum. Zengin bir tespih koleksiyonuna sahibim. 2007 tarihinden beri kiraz yetiştiriyorum. Mart ayında kiraz ağacı çiçek açtığında seyrine ve kokusuna doyum olmuyor.

Ama asıl ilgi alanım et yemekleri yapmak. Bir masada bulunan herkesin damak zevkine göre eti az, orta ve çok pişmiş olarak hazırlayabilirim. Eti kesinlikle kızartma yöntemiyle veya mangalda pişirmem. Yağsız ve sossuz olarak et yemeğini yaparım. Tabakalar haline getirdiğim himalaya tuzuyla harmanlayarak eti 250 derecede yaklaşık yarım saat, fırında pişiririm. Etin cinsine göre zeytinyağı ile buluşturuyorum ya da buluşturmuyorum. Kobe etini tamamen saf haliyle hazırlıyorum, Eğer, black angus eti ise zeytinyağında yaklaşık 1 saat bekletiyorum. Döküm tavada birer dakika iki tarafını ısıtarak, himalaya tuzun üzerinde
pişiriyorum. Dolayısıyla, çok pişmiş isteyenler varsa kesiyor iki tarafına dokunduruyor, az pişmiş isteyenler ise kesip tek tarafını dokunduruyor. Et yemeklerimi gurmelere de denettirdim. Onlar da çok beğendiklerini ifade ettiler. Buna ek olarak, salatayı da son derece leziz yaptığımı söyleyebilirim.

Ophthalmology Life 31. Sayı