Doğaya Darbeye Hayır!

Hazırlayan: Önce Demokrasi Gençlik Ekibi / 23.08.2016

1) Bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Size neden “Derelerin Avukatı” diyorlar?

Merhabalar, ben Avukat Yakup Okumuşoğlu. Liseyi Zonguldak TED Koleji’nde okudum. 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1994 mezunuyum. 1998’de büromu açtım. Fırtına Vadisi’ne, doğup büyüdüğüm yere kurulmak istenen hidroelektrik santrali konu alan ilk davam ile çevre ve ekoloji alanında mücadelelerim başladı. Bu dava aynı zamanda Türkiye’de bir HES’e karşı açılan ilk davaydı. Dava yaklaşık altı yıl sürdü. Hemen ardından sırasıyla İkizdere’de, Fındıklı’da, Arhavi’de ve Trabzon’daki birçok vadide HES yapımı gündeme geldi. Buradaki mücadeleler ve hukuksal kazanımlar sayesinde adım “Derelerin Avukatı” oldu.

2) Nasıl bir Türkiye hayaliyle çevre savunucusu oldunuz? Sizin gibi bu yola baş koymak isteyenlere ne önerirsiniz?
Başlangıçta çevre mücadelem tamamen yöreseldi. Yörenin güzelliklerini bizzat yaşayarak büyümenin getirdiği doğal bir sonuçtu. Vadilerin bizlere ait olduğu inancıyla başlamıştım. Bu süreçte HES’lerin yalnızca enerji üreten projeler olmadığını anladım. HES’ler, Dünya Bankasının diğer ülkelere ihraç ettiği “Suları Ticaretleştirme” politikasının bir aracıydı. Hatta Coca-cola ve Nestle gibi uluslararası firmaların bu bağlamda Dünya Bankasına krediler verdiğine ve lobiler kurulmasını istediğine dair bilgi ve belgeler elime geçti. Bu küresel ölçekte bir saldırıydı . “Enerjiye ihtiyacımız var”, “Sular boşa akmasın” söylemleriyle, adına “yatırım” diyerek yürütülen bir saldırıydı. Bu noktadan sonra amacım Anadolu’nun coğrafyasını korumak oldu.

“Özgür; kaynakları, doğası ve varlıkları öncelikle kendi halkına yararlı olan Türkiye umut ediyorum.”

Coğrafyamız; hepimizin ortak değeri olan, atalarımızdan bu yana birike birike gelen kültürlerin yok olmaya başladığı bir dönüşüm geçirmektedir. Günümüzde her dereye, kaynağından denize kadar, birinin bitip diğerinin başladığı “HES-kondular” kurulmak isteniyor. Enerji politikalarımız yanlış olduğu için Anadolu’nun kültürel varlıkları ve doğal kaynakları ele geçiriliyor. Yıllardır bu dönüşüme karşı verdiğim mücadelede duruşum eko-sosyalist duruştur. Yerel halkın ihtiyacı kadar ve halkın hizmetinde , daha küçük ölçekli yatırımlarla, öncesinde ekosistem değerlerini ortaya koyarak ve ekosisteme verilecek en az zararla, uygun teknolojilerle enerji politikalarının değerlendirilmesini istiyorum. Özgür; kaynakları, doğası ve varlıkları öncelikle kendi halkına yararlı olan Türkiye umuduyla mücadeleme devam ediyorum.

“Önce yakın çevrelerdeki mücadelelere katılmak gerekir.”

Bu alanda çalışmak isteyen arkadaşlara önerim öncelikle yakın çevrelerindeki ekoloji mücadelelerinin içerisinde olmaları. O mücadelenin bir parçası haline gelerek çevre hukuku alanında sahada tecrübe edinebilirler. Genç hukukçulara çevre hukukunu öneriyorum. Yılların getirdiği birikimlerimizi paylaşmak ve yeni pratikler üretmek çok isteriz. Binlerce avukat olsak çok daha hızlı ve etkili sonuçlar ortaya koyabiliriz.

3) Twitter’da #Madde75DoğayaDarbedir etiketiyle haberdar olduğumuz madde 75 nedir?

“Stratejik yatırım kapsamına giren yatırımlar vergi ödemeyecek, Hazine arazilerinden bedelsiz yararlanacak, 49 yıl sonra da arazinin sahibi olacak.”

Varlık Fonu Yasa Tasarısının 75. Maddesi Türkiye’de yapılacak yatırımların desteklenmesi, teşviki ve muafiyetleri içeriyor. Türkiye’de stratejik yatırım denilen bir kavram var. Bu stratejik yatırım önceden bir milyar lira üzerindeki yatırımlar için tanımlanmışken beş yüz milyon liraya indirilmişti. Bu tasarıyla elli milyon liraya indi. Böylece elli milyon liranın üzerinde enerji yatırımları, altyapı yatırımları, nükleer santraller, Kanal İstanbul gibi projeler Bakanlar Kurulunca stratejik yatırım kapsamına alındığında kurumlar vergisi, gümrük vergisi, sigorta ve prim ödemeyecek, Hazine arazilerinden bedelsiz yararlanacaklar. Beş yıl içerisinde taahhüt edilen yatırım gerçekleştiği takdirde 49 yıl sonra bu hazine arazisinin bedelsiz olarak yatırım sahibi şirkete devredilecek.

“İdari yargı denetiminden kaçılacak, ÇED raporu gerekmeyecek.”

Ayrıca stratejik yatırım kapsamındaki projelere ruhsat, lisans, izin, onay gibi usuller uygulanmadan doğrudan Bakanlar Kurulu kararıyla yatırıma başlanacak. Bunun pratikteki sonucu şu; bir yatırımın yapılacağı yer eğer ormanlık alansa, orman tahsis izini alınmayacak. Bu izni almak için gereken araştırmalar yapılmayacak. On binlerce ağacın kesilmesinden bahsediyoruz. Orman tahsisi bir karar olduğu için idari yargının denetimi kapsamındaydı ve çevre hukukçuları bu izni idari yargıya taşıyor böylece ilgili projenin denetimini sağlıyorduk. Şimdi karara gerek olmadığı için dava açılamayacak, idari yargı denetiminden kaçılacak. Her yatırım bir yapı da içerdiği için imar izni ve ruhsatı da gerekmekteydi; bu tasarıyla bu izinlere de muafiyet getirildi. Çevre Kanunu kapsamında gereken çeşitli izin ve ruhsatlara da ihtiyaç olmayacak. Örneğin ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporu gerekmeyecek, yani ilgili yatırımın çevreye vereceği zararı da değerlendirilmeyecek, azaltılması için herhangi bir tedbir içeren taahhütname verilmeyecek.

4) Bu maddeyi anlatmak için meclise gittiniz, bu süreçten bahseder misiniz?

75. Maddeyi maalesef çok geç öğrendik çünkü ilgili tasarı; kamuoyunda herhangi bir tartışma açılmadan, hiçbir odanın görüşü alınmadan, üzerinde herhangi bir çalışma yürütmesine fırsat verilmeden meclise sunulmuştu. Öğrendiğimizde TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekteydi. Hemen komisyon üyelerine ulaşmaya çalıştık ve kamuoyunda duyarlılık yaratmak için sosyal medya üzerinden paylaşımlarda bulunduk. Tasarı komisyondan geçince, genel oylamadan önce meclise giderek milletvekilleriyle yüz yüze görüşmek istedik.

“Şirketler bakanlıkların koridorlarında dolaşırken bizler de meclis koridorlarında kulis faaliyeti yapmalıyız.”

Ulaşabildiğimiz milletvekillerine; Varlık Fonu’nun halkın parasıyla toplanan bir fon olduğunu, halkın parasıyla şirketlerin fonlanacağını, şirketlerin herhangi bir denetime tabi olmadan doğayı katledeceklerini, üstelik dava da açmayacağımızı anlattık. Bizi dinlediler, şaşırdılar, not aldılar. Mecliste sunmaları için konuşma metinleri de gönderdik, bazı milletvekilleri bu konuşmaları yaptılar. Ama maalesef yeterli olmadı, çünkü meclise giden yalnızca iki kişiydik. Daha önce öğrenmiş olsak, daha fazla kişi olsak, daha fazla milletvekiline bire bir ulaşabilirdik. Şirketler bakanlıkların koridorlarında dolaşırken bizlerin de sürekli meclis koridorlarında kulis faaliyetleri yürütmemiz gerektiğini, sorunun kaynağında çözülebileceğini gördük. Bundan sonraki mücadelelerimizi meclis koridorlarında da göstereceğiz.

6) Madde geçti, bu süreçte en büyük hayal kırıklığınız ne oldu? Şimdi ne yapılabilir?

Milletvekillerinin milletin taleplerine duyarsız kalması hayal kırıklığıdır.”

19 Ağustos Perşembe günü saat 02.00-03.00 gibi tasarının bütünü oylandı ve kabul edildi. En büyük hayal kırıklığımız; oylama yapılırken milletvekillerinin mecliste bulunmamaları, yeterli tepkiyi göstermemeleriydi.

Konuştuğumuz milletvekilleri gruplarına, grup başkan vekillerine ulaşmadı. Asıl olanlar biziz, vekil olanlar onlar. Vekillerin bizlerin isteklerini ve taleplerini daha fazla dikkate almaları gerekir. Yasama faaliyeti bu şekilde yürütülmelidir. Demokratik bir ülkede milletvekilleri, milletin vekilidir. Milletin taleplerine duyarsız kalmaları hayal kırıklığıdır. Bundan sonraki aşamada milletvekilleriyle daha sıkı ilişkilerimiz olacak ve milletin taleplerinin mecliste gereğince yerine getirilmemesi halinde bizim de alacağımız birtakım tedbirler olacak. Bununla ilgili olarak şimdilik çalışmalar yapıyoruz, zannediyorum önümüzdeki günlerde somut uygulamalarını da göreceğiz hem mecliste hem de kamuoyunda.

7) Diğer ülkeler ve özellikle Avrupa’daki muadilleriyle karşılaştırdığımızda Türkiye’de çevre hukuku hangi aşamada?

Türkiye’de çevre hukuku, aktif ve hukuki mücadelede Avrupa’dan çok daha güçlüdür. Bunun sebebi bizim hakkımız olan için mücadele vermemiz gerektiğidir. AB’de yatırıma başlamadan önce o yatırımın gerçekleşeceği yerdeki halk ile iletişim kuruluyor, halkın görüş ve önerileri alınıyor. İlgili yatırımın orada gerekli olup olmadığı, çevresel etkileri, getirileri-götürüleri tartışılıyor ve hep birlikte bir karar alınıyor.

“Türkiye’de çevre hareketi hem aktif bir muhalefettir hem de ciddi bir tecrübe kazanmış vaziyettedir.”

Türkiye’de halkın katıldığı tek hukuki alan ÇED süreci. Bu da kağıt üzerinde kalıyor. Halka üstten bir dil ile “Böyle bir yatırım yapacağız” deniliyor, görüş ve eleştiriler raporda bir iki cümleyle geçiştiriliyor. Halktan alınan görüşler, ÇED raporunun dava edilmesi ihtimalinde iptalini engelleyecek birtakım tedbirler olarak kaydediliyor. Ne bilime ne de o coğrafyanın koşullarına uygun olan havada kalan sözler ve taahhütlerle ÇED raporu onaylanıyor ve hukuki mücadele başlıyor. AB’de ise ÇED ile ilgili mevzuat çevre ilgili olan genel mevzuatın çok küçük bir kısmını oluşturmaktadır. Türkiye’de sadece ÇED süreci yürütülmektedir bu da son derece eksiktir. Bu yüzden Türkiye’de çevre hareketi hem aktif bir muhalefettir hem de ciddi bir tecrübe kazanmış vaziyettedir.

8 ) Çevre hukukunu geliştirmek adına Türkiye’de ne gibi projeler var?

Üzülerek söylüyorum, ülkemizde devlet tarafından yapılan bir proje yok. Biz hukukçular her bir yasama faaliyeti ayrıntılı olarak değerlendiriyor ve davalar açıyorduk. Açtığımız davalarda başarılı oluyorduk ancak 75. Madde sebebiyle bu hukuk ayağında ciddi bir gerileme olacak. İlerleyen günlerde halk bu duruma nasıl tepki gösterecek göreceğiz.

“Mücadele ile kazanılan hukuk havadan gelen hukuk değildir, halkın ihtiyaçları ve talepleri sonunda oluşur.”

Maalesef Türkiye Cumhuriyeti bu süreci kendi başına düşe kalka öğreniyor. Kendisine sorulmadan yaşam alanına giren projelerle, zorbalıklarla karşılaştıkça kendi çözümlerini üretmektedir. Dolayısıyla çevre hukukunda sahada yaşayarak geliştiriyoruz. Bu konuda çok fazla tecrübemiz ve birikimlerimiz var. Bunların mutlaka TBMM’de de yasallaşması gerekir. İki partinin (HDP ve CHP) geçmiş dönem seçim bildirgelerinde çevre konularına oldukça fazla yer verdi. Bu çevre hukukuyla ilgili çözüm üretilmesi açısından önemli bir sonuç. Bunun gelişeceğinden ve yakın gelecekte taleplerimizin yasalaşacağından eminim. Bu şekilde oluşan hukukun çok değerli olacağına inanıyorum. Havadan gelen hukuk değildir. Halkın ihtiyaçlarının ve taleplerinin sonucu olan bir hukuktur; yasalaştıktan sonra değiştirilmesi ya da geri alınması da zor olacaktır. Çünkü halk hukukun takipçisi olacaktır. Yaşayarak, alttan örerek yasallaşmasını sağlarsak değerlenir ve hukuk kalıcı olur. Umarım böyle bir hukuku hep birlikte yaratacağız.

9 ) Halk olarak bize ne tür görevler düşüyor?

Halk olarak bize düşen edindiğimiz tecrübeleri talepler haline getirmek ve TBMM’de yasalaşmasını sağlamaktır. Bunun yolu vekillerden geçmektedir. Şu an için Türkiye’de maalesef parti liderleri vekilleri seçip önümüze koymaktadır. Eğer bir gün vekilleri biz seçersek sesimizi can kulağıyla dinleyeceklerini düşünüyorum. Taleplerimiz yerine getirilmediğinde milletvekili olamayacaklarını anladıkları zaman biz başarılı olacağız. Halkımızın kendisine düşeni yani yurttaş olmanın ne demek olduğunu iyi anlamalıdır. Siyasi partiler yasasının değişmesini talep etmeli, vekilini kendi seçmelidir. Böylece halka dayanan bir demokrasi ülkemize gelecektir.