Bütün bunlar Faşist Din Devletine doğru götürülüşün adımlarıdır. AKP’giller; Laik Eğitimi ortadan kaldırdılar, Laik Cumhuriyet’i yıktılar, Yargıyı kendi hukuk bürolarına dönüştürdüler, bu yetmedi Dualı Adli Yıl Açılışıyla Faşist Din Devletine doğru giden son halkalardan birini de tamamlamış oldular. Bu Ortaçağ’a doğru gidişe dur demek lazım, tepki koymak lazım ve karanlığa gidişe karşı mücadele etmek lazım.
Partimiz yıllardır uyarıyor Halkımızı, aydınları, demokratları. Ve yıllardır da bu Ortaçağ Kanalığına doğru gidişe karşı yalnız kalma pahasına mücadele ediyor. İşte bu Ortaçağ Karanlığına doğru gidişin son basamaklarından olan Dualı Adli Yıl Açılışına karşı Partimiz; Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanı ve Yargıtay Başkanı hakkında suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurumuz sonrası Partimiz MYK Üyesi Av. Doğan Erkan Yoldaş’ın yaptığı açıklama aşağıdadır:
***
AKP iktidarı ve onun Genel Başkanı Tayyip Erdoğan aslında yıllardır hedefledikleri Laik Düzeni ortadan kaldırma hedeflerine adım adım gidiyorlar. Bu konuda ne yazık ki artık devlet olanaklarını ve devlet kurumlarını kullanıyorlar. Geldikleri noktadaki bir nitelik farkı, nitelik avantajı artık bu. Çünkü Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı sıfatını kullanıyor bu işleri yaparken. Ve de devlet kurumlarını da Cumhurbaşkanı sıfatıyla bu projesini arkasına takıyor.
En son biz hukukçuları doğrudan ilgilendiren Yargıtay açılışıydı. Adli Yıl Açılışına denk getirerek yaptıkları Adli Yıl Açılış Töreni. Bakın Yargıtay Başkanını aldılar, sırtında cübbesi, zaten siyasi parti genel başkanı veya yürütmenin başı, her iki sıfatıyla da Adli Yıl Açılışında Yargıtay Genel Başkanının yanında olamaz. Yargı Bağımsızlığı gereği, Anayasa gereği, Bangolar Yargı Etiği gereği görüntüde bağımsız olmak zorundadır.
Şimdi idare aleyhine dava açılacak olsa ya da doğrudan AKP’ye dava açılacak olsa ki kim bakacak bunlara?
Bu yargıç ve savcılar bakacak. Dolayısıyla bu görüntüyü zaten yürütmenin başı olarak da veremez.
Peki, şu zatın yargıyla ilişkisi nedir?
Diyanet İşleri Başkanının Anayasamızda tanımlanan Bağımsız Yargıyla ne gibi bir bağı var da orada hazır bulunuyor? Tek bağı var. Size söyleyelim. Artık biz sizin hukukunuzu Şer’i kurallara göre yöneteceğiz bağıdır bu. Bu Şer’ilik de tabii tek mezhepçi, tekçi Şer’i kurallardır. Vehhabi-Sunni kurallara göre yöneteceğizdir.
Oysa Anayasa 24 ne diyor?
Devletin ve Devlet Kurumlarının kısmen dahi olsa dini inançlarla, din kurallarıyla yönetmeye kimse kalkışamaz.
Biz ne yaptık?
Bu bir eylemdi açıkçası. Üçünün yan yana gelerek biz sizin Laik Hukukunuzun ve Laik Yargınızın canına okuduk eylemiydi. Bu eylemde Türk Ceza Kanununun 309 maddesindeki Anayasayı İhlal suçu işlediler. Anayasanın açıkça öngördüğü Laik Düzeni ortadan kaldırmaya, Bağımsız, Laik, Cumhuriyet Yargısını ortadan kaldırmaya bir teşebbüstü. 309/1’e yönelik bir teşebbüs eylemidir.
Eylemin gerçekleşmesi gerekmez. Bu teşebbüsü sağlayacak güçteler midir? Evet, bu güçtedirler. İktidar olanaklarıyla herkesi korkutarak, herkesin üzerine terör estirerek bir mefruzce kullanmaktadırlar. 309’un koşulları her biçimde oluşmuştur.
Buna sessiz kalamazdık. Az önce Halkın Kurtuluş Partisi olarak suç duyurusunda bulunduk. Bu suç duyurusu aynı zamanda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ve Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderme talepli bir suç duyurusudur. Eninde sonunda hesap verecekler.
6 Eylül 2021
HKP Genel Merkezi
Suç Duyurusu Dilekçesini aynen yayımlıyoruz:
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞINA
MÜŞTEKİ : HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
VEKİLLERİ : Av. Metin BAYYAR – Av. Ayhan ERKAN – Av. Ali Serdar ÇINGI
Av. Tacettin ÇOLAK – Av. Sait KIRAN – Av. Azime Ayça OKUR
Av. Halil AĞIRGÖL – Av. Pınar AKBİNA – Av. Doğan ERKAN
Kızılırmak Cad. 7/9 Kavaklıdere, Çankaya/ANKARA
ŞÜPHELİLER : 1. Recep Tayyip ERDOĞAN
SUÇ : 1. Anayasayı İhlal (TCK 309)
KONU : Şüphelilerin 2021-2022 adli yılı açılış töreninde gerçekleştirdikleri eylemlerin, anayasal olarak teminat altına alınan laiklik ilkesini fiili olarak ortadan kaldırmaya dönük olması ve anayasayı ihlal anlamına gelmesi sebebiyle şüphelilerin söz konusu eylemlerinden dolayı haklarında iddianame tanzim edilerek cezalandırılmaları istemidir.
AÇIKLAMALAR :
2021-2022 Adli Yıl Açılış Töreni’nde ortaya çıkan görüntüler sebebiyle, anayasanın kurucu ilkelerinden olan laiklik ilkesinin fiilen ortadan kaldırılmaya çalışıldığını görmekteyiz.
Yargı sistemimizin yüksek mahkemesi konumunda olan Yargıtay’a ait yeni binada yapılan tören; adli yılın açılışını dinsel bir törene çevirmiştir. Açılışta, Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’nın yanı sıra, bağımsız yargıya müdahale niteliğinde AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Bağımsız Yargı ile hiçbir ilgisi ve ilişkisi olmayan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, üçü yan yana gelecek şekilde sahneye çıkmışlar ve okutulan dualar eşliğinde adli yıl açılışı yapmışlardır. Söz konusu bu duaya Yargıtay Mahkemesi Başkanı sıfatıyla Mehmet Akarca üzerinde bulunan ve hâkimlik görevini temsil eden cübbesiyle iştirak etmiştir.
(https://t24.com.tr/video/yargitay-in-yeni-binasi-adli-yil-baslangicinda-acildi-diyanet-isleri- baskani-nin-duasina-yargitay-baskani-cubbesiyle-eslik-etti,41565)
Duayı okutan, yargılama faaliyetiyle hiçbir ilişiği olmadığı halde törende bulunan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tır. Bundan 1 sene kadar önce camiye dönüştürülen Ayasofya’nın merdivenlerinde ülkenin kurucuları hakkında yaptığı ve suç duyurularına konu edilen konuşması ile elinde kılıcıyla cumhuriyete-laikliğe meydan okuyuşun sembolü haline gelen bir görüntüyle hafızalara kazınan Ali Erbaş törendeki duasında, “Ya Rab kuruluşundan bugüne kadar Yargıtay’da bir buçuk asırdan beri nice hakimler nice savcılar hizmet ettiler. Onlar senin adaletini, senin emrettiğin adaleti yerine getirmek için gayret ettiler. Kendilerine rahmetinle muamele eyle Allah’ım” demiştir.
Oysa Yargıtay üyeleri, dinin emrettiği söylenen adaleti değil, Laik Cumhuriyet Anayasasının ve Kanunların öngördüğü adaleti yerine getirmeleri gerektiği, dini inançlarını ise bilakis bu göreve karıştırmamaları gerektiği açıktır.
Diyanet İşleri Başkanı olan şüphelinin sözlerine göre hakim ve savcıların mevcut normatif hukuk düzenini ve buna dayanarak adaletin tesisi görevleri, Allah’ın adaletinin tesisi görevleri ile yer değiştirmiştir. Söz konusu söylem gerçekleşirken, kürsüde Yargıtay Başkanı’nın yanısıra cumhurbaşkanlığı sıfatını taşıyan ve kamu görevi nedeniyle törene katılan Erdoğan da bulunmaktadır.
2021 Adli Yılı Açılış Töreni’nde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a dua ettirilmesi, AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın ve Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca’nın kamu görevlisi sıfatıyla kamusal hizmetin icrası esnasında, dahası bu kamusal hizmet laik yargının adliye sistemine ilişkin iken, kamusallığı herhangi bir dinin duaları eşliğinde icra etmesi suçtur. Yurttaşların adalet özlemiyle girdiği 2021 Adli Yılı, şer’i kuralların sergilendiği bir gövde gösterisiyle açılmıştır.
Görüldüğü üzere şüpheliler, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye, kamu gücünün arkasına sığınarak, resmi sıfatlarını kullanarak teşebbüs etmişlerdir. Bu ilke ve kuralların Cumhurbaşkanı ve Yargıtay Başkanı’nın bulunduğu kürsüde, hakim ve savcıların önünde somut olarak gerçekleştirilmesi ve dillendirilmesi başlı başına mevcut düzenin ortadan kaldırılarak, din devletinin kurulması özlemi içinde olunduğunun somut bir delilidir.
Hukuki Nitelendirme
Anayasa m. 2:
“II. Cumhuriyetin nitelikleri
“Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
Anayasa m.24:
“VI. Din ve vicdan hürriyeti
“Madde 24 – Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir. Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya , dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz… Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye
kullanamaz. ”
“Anayasanın Başlangıç Kısmında… laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;’ şeklindeki ifade ile siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır.
Siyasal iktidarın kuruluşu ve işleyişine egemen olan bu ilkeleri içeren kuralların bütünü, Anayasal düzeni teşkil etmektedir. Bu madde ile korunmak istenen hukuki yarar, Anayasa düzenine egemen olan ilkelerdir.
Madde ile korunmak istenen hukuki yararına niteliği dikkate alınarak, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukuki yarara açıklık getirilmiştir.
Maddede tanımlanan suçun oluşabilmesi için, cebir veya tehdit kullanarak Anayasal düzenin değiştirilmesine teşebbüs edilmesi gerekir. Bu nedenle, cebir ve tehdit bu suçun unsurunu oluşturmaktadır. Cebir ve tehdit kavramlarının hukuki anlam ve içeriği, bilinen bir husustur. Bu nedenle, Anayasal düzenin değiştirilmesine yönelik teşebbüsün ancak cebir veya tehdit kullanılarak, yani bireylerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek gerçekleştirilmesi gerekir.
765 sayılı Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin kaynağını oluşturan 1889 İtalyan Ceza Kanununun 118. maddesi, 146. maddede olduğu gibi, cebir (“Violentemente”) unsurunu taşımaktaydı. Ancak, 1930 faşist İtalyan Ceza Kanununun aynı konuyu düzenleyen
Maddede, maddi unsur olarak “teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi, cezalandırma için yeterlidir. Suç hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişlilik, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan cebir veya tehdidin netice elde etmeye elverişli olup olmadığının hakim tarafından takdir edilmesi gerekir.”
TCK m. 309:
“Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
“Bu suçun işlenmesi sırasında başka suçların işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre cezaya hükmolunur.
“Bu maddede tanımlanan suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler hakkında bunlara özgü
güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”
TCK m. 309 gerekçesinde yer alan “laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;’ şeklindeki ifade ile siyasal iktidarın kuruluş ve işleyişine egemen olması gereken ilkeler gösterilmiş bulunmaktadır. HUKUK bir devlet işi olduğuna göre ve Anayasada açıkça belirtildiği üzere bu ülke laik bir ülke olması gerektiğine göre yüksek mahkeme olan Yargıtay binasında gerçekleştirilen adli yıl açılışında gerçekleştirilen söz konusu eylem ile amaçlananın laiklik ilkesine saldırı olduğu anlaşılmaktadır. Haberlere de yansıyan açılış konuşması metinlerine bakıldığında, bizzat kamu görevlileri ve devlet yöneticileri tarafından başta hakim ve savcılar olmak üzere bir bütün olarak yargı sistemini; bilimsellikten uzaklaştıran, bilimsel ilkelere dayanması beklenen yargılama faaliyetini de dini argümanlara yönlendiren, din ile devlet işini birbirine karıştıran hatta din işini devlet işi haline getiren; başka bir değişle devlet adına yapılması gereken yargılama faaliyetinin dini kurallar çerçevesinde yapılmasını öngören hukuka aykırı bir faaliyet yürütülmektedir.
Şüpheliler Devlet yetkisi, Kamusal erk, ve bunun tüm olanaklarını kullanarak devletin Resmi Gazetesinde yayımlamak suretiyle söz konusu suçu işlemişlerdir. Dolayısıyla Devlet erki içinde mevcut cebir yetkisi, potansiyel cebir gücü olarak şüphelilerin eylemine içkindir. Nitekim bu eylemlerini durdurabilecek –diğer devlet fonksiyonları dışında – başka bir güç görmediklerinden bu pervasız eylemi gerçekleştirebilmişlerdir.
“Lâik Devlet ilkesi “Din Hürriyeti
“1. İnanç Hürriyeti
“2. İbadet Hürriyeti
“Din ve Devlet işlerinin Ayrılığı
“1. Devletin Resmî Bir Dini Olmamalıdır
“2. Devlet Bütün Dinler Karşısında Tarafsız Olmalıdır “3. Devlet Bütün Din Mensuplarına Eşit Davranmalıdır
“4. Din Kurumları ile Devlet Kurumları Birbirinden Ayrı Olmalıdır “5. Hukuk Kuralları Din Kurallarına Uymak Zorunda Olmamalıdır.”
Dolayısıyla gerçekleşen açılış konuşması laiklik ilkesinin fiili olarak ortadan kaldırılması, anayasal ilke ve teamüllerin ortadan kaldırılmasına hizmet etmektedir.
Anayasa’nın 24’üncü maddesi son fıkrası aynen, “ Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
Yukarıdaki düzenleme gözetildiğinde suç duyurusuna konu fiiller ile bilimsel ölçütlere dayanan, laik, tarafsız yargılama faaliyetleri ile dine dayalı denetleme ölçütleri arasında bir tercih yapılmış, kamusallık ile dinsellik çatıştığında da dinsellik tercih edilmiştir. Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki hukuk düzeninin temeli dini bir adalet anlayışı üzerine
oturtulmuş, Anayasa da dahil olmak üzere tüm düzenlemelerin uygulanma ölçütü dine uygunluk olarak belirlenmiştir.
Bir başka boyut olarak ise hâkim ve savcıların adalet tesis etme görevleri dini gerekçelere dayandırılmış, bunun da kabulüyle hakim ve savcıların görevlendirilmesinin dayanağının da din olarak gösterilmesinin yolu açılmıştır.
Oysa Anayasa, yargılama faaliyetini kısmen de olsa dini kurala dayandırmayı açıkça yasaklamıştır. Burada kısmen değil tamamen dini kurallara dayanılmıştır.
Anayasanın Din ve Vicdan Hürriyetini korumaya aldığı doğrudur. Bu sebeple Anayasa’nın 70’inci maddesinde belirtilen kamu hizmetine alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilememelidir. Kamu hizmetine alımlarda, kişilerin dini inançları veya inançsızlıkları göz önünde bulundurulmayacaktır. Kamu Hizmetine alınmada öngörülen bu şartın, Kamu Hizmeti’nin yürütülmesinde de uygulanması, alınmada öngörülen şartın amacına ulaşabilmesi için bir zorunluluktur. Aksi halde hukuka uygun şekilde göreve alınmış kişi bile Kamu Hizmetinin gereğini yerine getiremeyecektir. Dolayısıyla kamu hizmetine alımda temel bir kriter olan bu ilke kamu hizmetlerinin yürütülmesinde de evleviyetle uygulanmalıdır. Kamu hizmeti yürüten hâkim ve savcılara, din yolunda karar verme talimatının devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığı talimatıyla yüklenmesi, kamu hizmetini yürüten hâkim ve savcıların da bu yola yönlendirilmesi açıkça Laiklik ilkesinin yok edilmesi ve yerine şeri bir hukuk düzeni koyma arzusunun devletin en üst yönetim merciince beyan edilmesi olarak kabul edilmelidir.
Ancak Anayasanın 10’uncu maddesinin son fıkrası “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” şeklinde düzenlenmiştir. Yurttaşların adalet hizmetlerine erişimi noktasında belirli bir dinin adaletini tesis etme iddiası ile bu maddenin çelişmesi yurttaşların hukuki güvencesini yok edecektir. Son dönemde yargı kararları ve adalet bakanlığı görüşlerinde dini referanslara yapılan atıfların artması ise bu güvencenin fiili olarak ortadan kaldırıldığını göstermektedir.
Anayasa Mahkemesinin 05.06.2008 tarih ve 2008/16 Esas-2008/116 Karar sayılı kararı bu konuda yol göstericidir.
“…Anayasa’nın 2 nci maddesinde belirtilen laik Cumhuriyet ilkesi, egemenliğin ulusa ait olduğu, ulusal irade dışında herhangi bir dogmanın siyasal düzene yön vermesine olanak bulunmadığı, hukuksal kuralların dinsel buyruklar yerine demokratik ulusal talepler esas alınarak aklın ve bilimin öncülüğünde kabul edildiği, çoğunluk ya da azınlık dinine, felsefi inançlara veya dünya görüşlerine mensup olup olmadıklarına bakılmaksızın, din ve vicdan özgürlüğünün ayrımsız ve önkoşulsuz olarak herkese tanındığı ve anayasada öngörülenin ötesinde herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmadığı, dini veya din duygularının kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklandığı, devletin tüm işlem ve eylemlerinde dinler ve inançlar karşısında eşit ve tarafsız davrandığı bir CUMHURİYETİ ÖNGÖRMEKTEDİR.
“…Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında ayrıntılı olarak açıklanan laiklik ilkesi düşünsel temellerini Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma dönemlerinden alır. Çağdaş demokrasilerin ortak değeri olan bu ilkeye göre, siyasal ve hukuksal yapı, dogmalardan arındırılarak akılcılığı ve bilimsel yöntemleri esas alan katılımcı demokratik süreçlerin ürünü
olan ulusal tercihlere dayanır. Bireylerin anayasal özgürlüklerinden inanç, din, mezhep veya felsefi tutum nedeniyle ayrımsız yararlandığı, akılcılığı esas alan bir süreç olan aydınlanma koşullarının sağlandığı toplumlarda laik ve demokratik değerler özümsenir, siyasal, sosyal ve kültürel yaşam da buna bağlı olarak evrensel değerlerin egemen olduğu çağdaş bir görünüm kazanır. Laikliğin bu işleviyle toplumsal ve siyasal barışı sağlayan ortak bir değer OLDUĞU AÇIKTIR. Bireylerin özgür vicdani tercihlerine dayanan ve sosyal bir kurum olan dinler, siyasal yapıya egemen olmaya başladıkları veya ulusal irade yerine siyasal yapının hukuksal kurallarının meşruiyet temelini oluşturdukları anda toplumsal ve siyasal barışın korunması olanaksızlaşır. Hukuksal düzenlemelerin katılımcı demokratik süreçle ortaya çıkan ulusal irade yerine dinsel buyruklara dayandırılması, birey özgürlüğünü ve bu temelde yükselen demokratik işleyişi olanaksız kılar. Siyasal yapıya egemen dogmalar öncelikle özgürlükleri ortadan kaldırır. Bu nedenle çağdaş demokrasiler, mutlak hakikat iddialarını reddeder, dogmalara karşı akılcılıkla durur, dünyayı dünyanın bilgisiyle açıklayabilecek toplumsal ve düşünsel temelleri yaratır, din ve devlet işlerini birbirinden ayırarak, dini siyasallaşmaktan ve yönetim aracı olmaktan çıkarır…”
Anayasa Mahkemesinin işaret ettiği gibi, dinsel kuralın hukuksal düzenin temelini oluşturması laiklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.
” 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 309. maddesi ile korunmak istenen hukuki yararına niteliği dikkate alınarak, “Türkiye Cumhuriyet Anayasasının öngördüğü düzen” ibaresi kullanılmış, böylece korunmak istenen hukuki yarara açıklık getirilmiştir.
“Madde de, maddi unsur olarak “teşebbüs edenler” ibaresi kullanılmış olduğundan, Anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen üzerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edilmesi, cezalandırma için yeterlidir. Suç hem idare edenler hem de idare edilenler tarafından işlenebileceğinden teşebbüste aranılacak elverişlilik, suçun işleniş biçimi ve özellikle suçun bir tehlike suçu olduğu dikkate alınarak, kullanılan cebir veya tehdidin netice elde etmeye elverişli olup olmadığının hâkim tarafından takdir edilmesi gerekir.”
(YARGITAY16. Ceza Dairesi, 2019/1950 E., 2019/2164 K.)
Keza aynı karara göre; “Suçun Maddi Unsurları:
Bu suçun bu amaçla kurulmuş bir örgüt faaliyeti kapsamında işlenmesi, korunan amaçlara matuf fiillerin elverişliliğinin değerlendirilmesi bakımından önem taşımakta ise de, bu hususun Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde düzenlenen suçun unsuru olmadığı kabul edilmektedir. (Kangal s. 40, Hafızoğulları, TCK madde 302, s 509, Yard. Doç. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, S. 75)
Türk Ceza Kanununun 309. maddesinde yer alan amaçları gerçekleştirmeye yönelik araç fiil, bu amaçları gerçekleştirmeye elverişli olmak kaydıyla icrai suç niteliğinde olabileceği gibi ihmali suç niteliğinde de olabilir. (Eren-Toroslu, Özel Hükümler, s.73, Soyaslan, Özel Hükümler, s.582, Akdoğan s.25, Akbulut s. 135, Vural-Mollamahmutoğlulları, Türk Ceza Kanunu Yorumu s. 1775, Hafızoğulları, TCK
madde 302, s 561, Yard. Doç. Namık Kemal Topçu, Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar, S. 91). Ancak, ihmali fiillerle bu suçun işlenebilmesi; sanığın gerçekleştirilmekte olan icrai fiiller yönünden görevi gereği önleme yükümlülüğünün mevcudiyedine, başka bir deyişle garantör sıfatının bulunmasına bağlıdır.
….
Bu suçun işlenmesi için önceden oluşturulmuş bir çete veya örgütün varlığı zorunlu değildir. Maddede “teşebbüs edenler” denilmiş olduğundan, suçun işlenmesi bakımından şahıs itibariyle ayırım yapılmadığı, korunan değeri zorla ihlal eden bir kimsenin konumuna bakılmaksızın bu suçun faili olabileceği görülmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 07/07/1998 tarih, 9-187/272 karar)
Suça konu tüm fiiller, bizzat anayasal düzenin temel ilkelerini korumakla görevli olan kişiler tarafından, gene diğer yargı mensuplarının gözleri önünde gerçekleştirilmiştir. Din, devlet işlerine karıştırılmakta, devlet ve tüm toplumsal hayat dini kurallarla yönetilmeye çalışılmakta ve hatta yargılama faaliyetinin dinsel kurallara göre yapılması talimatı verilmekte, Anayasa ve TCK ihlal edilmektedir. Siyasal iktidar ve onun en yüksek temsilcisi olan Cumhurbaşkanlığı makamındaki zat, Anayasal düzeni değiştirmeye yönelmiş ve laiklik ilkesini kaldırmayı amaç edinmiş artık herkesçe malum siyasal çizgisine mütealik mefruz cebir potansiyelini, bizzat devlet gücünü kullanarak ortaya koymaktadır.
Nitekim suçun aradığı cebir unsuru “mefruz” (varsayılan) cebirdir. İktidarın en tepesinde ve böylesine dokunulmaz şekilde “PARTİLİ BAŞKAN” olmanın verdiği de facto yetkilerin dayandığı siyasal gücüyle birleştirdiği devlet gücü, kolluk gücü ve silahlı gücün caydırıcılık özelliği mefruz cebirin ötesindedir.
Sonuç olarak, suç duyurusuna konu eylemleriyle ise şüpheliler, açıkça görevi kötüye kullanmışlar ve Anayasal Laiklik ilkesini ortadan kaldırmaya yönelmişlerdir.
Kuvvetli suç şüphesinin varlığı da gözetilerek soruşturmanın acilen başlatılması gerekmektedir.
SONUÇ ve İSTEM : Yukarıda açıkladığımız ve Cumhuriyet Savcılığınca re’sen araştırılacak sebeplerle, şüphelilerin eylemlerine uyan Anayasa, Türk Ceza Kanunu ve ilgili diğer kanunlarda belirtilen suçlarından yargılanıp cezalandırılmaları amacıyla haklarında gerekli soruşturmanın yürütülerek Kamu Davası açılmasını, soruşturma rejimine göre TBMM’ye fezleke yazılmasını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına soruşturmanın bildirilmesini müvekkil parti adına talep ediyoruz. 06.09.2021
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ VEKİLLERİ
Av. Metin BAYYAR Av. Sait KIRAN
Av. Azime Ayça OKUR Av. Doğan ERKAN