Dünyanın En Tehlikeli Eğlencesi!

Geçenlerde bir gazetede vardı. İnternette bir arkadaşlık sitesine üye bir ağbi “ilgi açlığı çeken” dokuz tane orta yaşlı hatuna “istedikleri ilgiyi” verirken, çaktırmadan para ve kredi kartlarını alıyormuş. Sonra onların paralarıyla da onlara hediyeler alıyor, gönüllerini hoş tutuyormuş! Yakalandığında ise dediği: “beş aya kalmaz çıkarım.”

Aynı gazetedeki diğer bir manşet haber ise bir medyumdu: “Galatasaray bana 10 milyon TL versin, Kadıköy’deki büyüyü çözeyim!”

Kaynak: bobiler.org

Örnek çok, bir o kadar da eğlenceli:

> Mesela ülkemizde uluslararası düzeyde yüzme şampiyonası düzenler, kendi sporcularımızı kayıt ettirmeyi unuturuz! Bunun için rekor kırıp sekiz günde yüzme havuzu inşa eder, sonra da tek bir madalya almadan bitiririz şampiyonayı.

> Che baskılı t-shirt giyer, kafaya Coca-Cola şapkası takarız.

> Reyting uğruna televizyonlardan eksik olmayan cübbeli hocaların vaazlarını can kulağı ile dinler, dediklerini kanunların bile önüne koyarız. Hatta öyle ki, cinayetleri töre geleneği diye savunabiliriz. Bu da sonradan mahkemelerde “hafifletici” neden sayılabilir. Doğal karşılarız.

> Sağlık bakanımız H1N1 (domuz gribi) için aşı yaptırın derken, başbakanımız “biz ailecek aşılanmaya gerek duymuyoruz” der…

> Bir oyuncusunun aldığı cezayı çabuk bitirebilmesi için aynı gün takıma iki hazırlık maçı yaptırırız. Ve bu maçlarda cezalı oyuncuyu başka bir arkadaşının formasıyla, hem de gazeteciler ve binlerce seyirci önünde oynatıp yakalanmayacağımızı düşünürüz. Bunu amatör bir basketbol takımı değil, asırlık Galatasaray Kulübü yapar.

> Yangın merdivenini tahtadan yapar, duyda elektrik var mı diye parmağımızla yoklamayı severiz örneğin.

> Çernobil sonrası bir bakanımızın kameralar önünde radyosyonlu çaydan içip, ‘bize bir şey olmaz’ demesi olağandır, hem de çok olağan.

> “Gusül abdesti alana AIDS bulaşmaz” lafını duymuşunuzdur, geçiyoruz…

> Komiktir ancak Şahin model bir arabanın içine inek sığdırıp fotoğrafını çeker, sonra arkadaşlara mail atarız.

> Futbol maçlarına “ölmeye, ölmeye” diye gider, kazanınca havaya ateş açıp birilerini ‘maganda kurşunuyla’ mezara göndeririz.

> Tek görevi maçı anlatmak olan bir spiker gaza gelip, bir kalecinin her tarafını öpmek ister. Kaleci sonradan kırmaz belki onu, o kadarını bilmiyoruz…

> Komşu ziyaretlerinde ufak erkek çoçukların pipisini görmeye meraklıyızdır örneğin… Babası ister her şeyden önce; “hadi oğlum, göster amcalara pipini!”

> Sahilde güneşlenen bir turiste tecavüz eder, sonra da sorguda “çıplaktı ama napayım” diye ifade veririz.

> Hayal dünyamız geniştir, zaman mekan tanımaz. Damacana ile asansörde ilişkiye girer, şişme bebekle yüzeriz…

> Kaza yapıp baygınlık geçiren vatandaşın cüzdanını çalarız. Veya boğulan bir vatandaşı kurtarmaya atlayan kişi çıkışta elbiselerini bulamazsa şaşırmayız.

> İntihar etmek için yüksek bir binanin çatısına çıkan adama ‘atla atla’ diye tezahürat yapar, atlamaktan vazgeçerse ona kızar, küfürler savururuz.

> Otobanda at arabasıyla gider, havaalanında deve keseriz.

> Olimpiyatımız yok, stadı var. Stad var, yıllarca yolu yok… Sorumlular koltuklarında oturmaya devam eder, olağan karşılarız.

> Bir dolandırıcı Galata Kulesi, Boğaz Köprüsü veya Kız Kulesini satar, biz de satın alırız.

> Uçak inince pilotu alkışlar, pikniğe gider orman yakar, bir gaz tüpünün infilak edip etmeyeceğini kibrit tutarak anlamaya çalışırız.

> Her gün onlarca siteye sansür koyar sonra da bunlara yan yollardan gireriz. Mesela kendisine bağlı bir kurumun yasakladığı YouTube’a başbakanımız alenen girdiğini söyler…

> İşimize gelen mahkeme kararları için “hukuka saygı göstermek gerek” derken, gelmeyenler için açıkça “biz bu kararları ‘by-pass’ edecek yöntemleri devreye almayı biliriz” deriz. Ve alırız da gerçekten!

> Web site adresini tarayıcının adres kutusuna yazacağına, Google arama kutusuna yazar, oradan tıklarız.

> Trafikte ambulansın arkasına geçer, araya girmeye çalışanlara korna çalıp kızarız. Karşıdan karşıya geçmek için üst geçit yerine hemen altından geçer, otobanda can veririz.

> Seçim dönemlerinde önce kapağını dağıtır, bize oy verirsen tencereyi de vereceğiz deriz. Yine seçimlerden önce gecekondulara elektrik ve su verir, bir yıl geçmeden de “yasal değil” diye yıkarız.

> İçine bok karışan il suyundan içip zehirleniriz. Sonra da “bu suya bok karışmıştır” diyen üniversite görevlilerini “siyaset yapmakla” suçlarız.

> Meclis?in 90?ıncı yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen bisiklet yarışı için federasyon ve bir firma tarafından getirilen 24 adet bisikleti iade etmeyip, bürokratlar arasında paylaştırırız…

> Dere dibine bazıları kaçak, bazıları imar izinli! ev yapar, selde boğuluruz. Sel biter evleri yıkarız. Sonra yenileri için yeniden imar izni veririz.

> Rakip bir markanın önüne “öz” yazarız, sonra diğeri de gelir “hakiki” yazar. Hangisi hangisi bir müddet sonra farketmez, hepsine sorgusuz sualsiz müşteri oluruz. Onu geçtim, kendi sandalımıza ‘öztitanik’ yazarız.

> Şirketlerin kapısını çalıp, “beni Polat Alemdar gönderdi, bana iş vereceksiniz” deriz.

Yılmaz Özdil de yazılarında sık sık ele alır bu konuları:

Dünyanın neresine giderseniz gidin, yoğurdun üzerinde yogurt yazar. İnsan, gurbet ellerdeki marketleri gezerken, rafta, emmioğlunu görmüş gibi olur. Ama yoğurt dışında, insanlığa pek katkımız olduğu söylenemez.

Bu nedenle, tıp, fizik, kimya ve barış Nobel’leri sayılırken, bizi hatırlayan pek olmaz. Çünkü “sahte para” icat ederek, kimya ödülü almak mümkün değil. SSK’yı soymak için erkeklere sezaryen faturası keserek, tıp ödülü almak da imkansız. Ya da ne bileyim. “Pinpon topu titreyince deprem olacağını anlıyoruz” diyene, fizik ödülü vermiyorlar.

Say say bitmez bu işler.

Mesela, istanbul’dan çıkan şehirlerarası otobüslerin yüzde 99.9’u Anadolu’ya gider… Otogar nerede. Avrupa’da.

Eğlenmeyi bile bilmeyiz, eğleniyoruz diye gösteriş amaçlı masa devirir, garson ceketi yakar, havalara selpaklar atarız… Hatta assolistin ayakkabısından şampanya içeriz.

Bu da Ahmet Altan’ın 2002’deki yazısından bazı cümleler:

Dünyanın, en tehlikeli eğlencesi Türk olmaktır. Burada hayatın bizzat kendisi bile hayata şaşar.

Altmış milyonluk bir bungee-jumping?dir hayat. Bir beton zemine doğru milyonlarca insan süratle düşeriz. Tam çarpacağımız zaman, kim olduğunu kimsenin bilmediği bir güç, ucunda sallandığımız lastik halatı çekiverir ve biz yukarlara sıçrarız.

Padişahımızın ırzına geçer, başbakanımızı asar, genelkurmay başkanımızı hapseder, gençlerimizi idam sehpalarına gönderir sonra da en güzel aşk şiirlerini yazarız.

Hep aptallığımızdan yakınır sonra da dünyanın en akıllısı IMF?yi tam on yedi kere dolandırırız. Paralarını bize nasıl kaptırdıklarını anlamazlar bile.

Aptallıktan sıkıldığımızda zekamızla övünür ve bin senedir her yaz mevsiminde damlarda yatar ve oradan düşerek ölürüz.

Devleti kutsal ilan eder sonra da devleti soyarız. ?Köylü efendimizdir? der köylüleri döveriz.

Bir büyük deprem olduğunda çoluk çocuk, zengin fakir el birliğiyle yardıma koşup, evdeki iki battaniyeden birini depremzedelere bağışlayanlar da Türklerdir.

Kırk sekiz yıl boyunca dünya futbol şampiyonasının kapısından bile geçemedikten sonra ilk katıldığı şampiyonada dünya üçüncüsü olmayı Türkler başarır.

Her konuda fikrimizi söylemeye bayılır ama hiçbir fikrimize inanmayız.

Hiçbir filozofumuz yoktur ama ne olduğunu kimsenin bilmediği bir hayat felsemiz vardır.

Katillerin ?ulusal kahraman?, şairlerin ?vatan haini? olduğu tek ülke Türkiye?dir.

Müslüman olanlardan sürekli kuşkulanır ama müslüman olmayan vatandaşlarımıza devlette tek bir görev bile vermeyiz.

Yıllarca, Avrupa Birliğine girmemizi sağlayacak yasalardan hiçbirini çıkartamayıp, bir gecede başkalarının on yılda geçirebileceğinden daha fazla yasa geçiririz.

Ömründe hiç trapez yapmamış altmış milyon insanın trapez yapmasıdır hayat burada. Bütün dünya, şaşkınlıkla bakarak düşmemizi beklerken biz düşmeyiz.

Biz Türküz. Ya oynar ya ağlarız.

Dünyanın en tehlikeli eğlencesidir Türk olmak. Ve, biz korkuyla eğleniriz.

Evet, eğlencelidir, sürprizlerle doludur gerçekten bu ülkede yaşamak. Bir o kadar da güzel. İşte belki de bu yüzden bu ülkeyi çok seviyor, her yeni güne yeni ‘heyecanlarla’ uyanıyoruz.

Benzer olaylar mutlaka birçok ülkede yaşanıyordur. Tamam, ancak yaşandığında artık kimsenin şaşırmadığı tek memleket sanırım sadece bizimkisi. Her şey olağan bizde!

Eminim sizin de denk geldiğiniz onlarcası vardır… Hatırladıklarınız hangileri?