Gökyüzüne baktığınızda, dünyanın neresinde olursanız olun ortak bir anlam vardır. Olumlu ya da olumsuz, fark etmez, olabilecek tüm yoğun duygulara maruz kalsanız bile bu yoğunlukla baş edebilmek için bazen kafamızı gökyüzüne kaldırmak isteriz. Peki neden?
Birçok kültürde de görülen bu haslet, bir nevi ritüel de diyebiliriz, bize önemli bir şeyi fısıldıyor aslında. Modern çağın kalabalıkları arasında “resilience” ya da “duygusal istikrar” halimizi bozacak nice olumlu veya olumsuz duygu yaşıyoruz. Yaşıyoruz ama duyguların etkilerinin normale dönmesi uzun zaman alabiliyor. Özellikle de olumsuz duygular bizi bazen derinden etkileyip uzun süre tüm ruhsal dengemizi bozabiliyor. Bu sorun çok eskiden beri varmış gibi görünüyor; çünkü insanlık bu istikrarı korumak için binlerce yıldır bazı belirgin pratikler üretmiş gibi. Kafamızı gökyüzüne şöyle bir çevirmek de bunlardan birisi gibi görünüyor.
“Duygusal istikrar” özelliği kişilik yapımızla doğrudan ilişkili gibi görünüyor. Özellikle kendini tanımak, farklı durumlarda ne tepki verebileceğine dair derinlikli bir içgörü sahibi olmak, bizi duygusal açıdan çok daha istikrarlı kılıyor.
Kişiliğin ne olduğu çoğunlukla bir muamma. Yüzyıllardır kişiliği anlama ve tanımlama çabası içindeyiz. Birbirinden bağımsız çok fazla kişilik tipi var gibi görünüyor.
Mischel (1976) kişiliği tanımlarken “Her bireyin kendi yaşamına uygun durumları belirleyen farklı davranış kalıpları” ifadelerini kullanıyor. Buna duygular ve düşünceler de dahil. McCrae ve arkadaşları (1989) kişiliği “farklı durumlarda gösterilen farklı davranışları açıklayan; duygu, kişilerarası ilişki, deneyim, tutum ve motivasyon tarzları” diye tanımlıyorlar.
Bu tanımların hepsini incelediğimizde, kişiliğimizin boyutları hakkında farklı yönler ve görüşler açısından perspektif kazanıyoruz. Dolayısıyla her gün yeni bir şeyler öğreniyor ve bir yaşımıza daha giriyoruz!
Tarihte ilk olarak Fiske (1949) sonra da Tupes ve Christal (1961) tarafından ortaya atılan ve daha sonra birçok bilim insanı tarafından geliştirilmeye çalışılan bir teori var. Adı “büyük beş faktör” teorisi. Bu teoriye göre kişilik, beş büyük faktörün farklı kombinasyonlarına göre oluşuyor.
Bu faktörleri çok kısaca özetleyelim öncelikle:
Bu “Beş Temel Büyük Faktör” farklı bileşimler halinde bir araya gelerek hepimizi kendimize has bir kişilik tipine sokuyor gibi gözüküyor.
Bu kavramlardan yola çıkarak yapılan çok yeni bir çalışma var. “Duygusal İstikrar” ve “Kişilik” arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışan Delhi Üniversitesi Psikoloji Bölümü araştırmacılarından Anamika Das ve Divya Arora, kişiliğin beş boyutunu ölçen 60 maddelik bir test hazırlamışlar. Ayrıca, 25 madden oluşan bir “Duygusal İstikrar Ölçeği”ni 18-25 yaş aralığındaki 150 erkek ve kadına da uygulamışlar.
Çalışma sonuçları, dışadönüklük, vicdanlılık ve deneyime açlık faktörlerinden yüksek puan alan genç yetişkinlerin duygusal istikrar açısından diğerlerine göre daha yetkin olduğunu gösteriyor.
Nevrotik; yani olumsuz duyguları öncelemeye meyyal olanlar ise duygusal istikrar ve olumsuz şartlarda “anda kalabilme” konusunda problem yaşıyorlar. Öte yandan “uyumluluk” faktörü yükse kişiler, duygusal istikrar ve aşırı duygulara maruz kaldıktan sonra istikrara dönme konusunda akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Araştırmacılar, bu iki kavram arasında anlamlı bir ilişki saptayamamışlar.
Araştırma nın baş yazarı Dr. Anamika Das, “Daha sosyal olan bireyler hayatlarında birçok arkadaşlık ve yakın ilişki geliştirir ve hayatlarında istikrarlı bir sosyal destek sistemi oluşturur.” diyerek durumu özetliyor. “Duygusal istikrar, bir meydan okuma sırasında veya sonrasında zihinsel veya fiziksel yeteneklerini sürdürme, iyileştirme veya geliştirme yeteneğidir” diye de ekliyor.
Anlaşılan o ki hayattaki olumsuz tecrübe ve düşünceleri almaya eğilimli bireyler yetiştirmek, yahut kendi çevremizde böyle bir alan oluşturmak, bizden öğrenen genç zihinlerin duygusal istikrar geliştirme hususunda dezavantajlı olarak hayata başlamalarına neden olabiliyor.
Resilience, duygusal dayanıklılık, duygusal yılmazlık veya duygusal istikrar; adına ne derseniz deyin görüyoruz ki tutumumuz sadece bizim yaşamımızı değil, az veya çok bizden etkilenen her bireyin hayatına dokunuyor.
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazı sizin için geliyor: Gözler Ruhun Penceresidir