Korku, stres ve kaygı ruh sağlığımız için en büyük tehlikelerden bazılarıdır. Ancak hoş olmayan duygularımızın çoğu gibi, bunların da önemli işlevsel kökenleri vardır; bunlar olmadan tehlikeden veya zararlı davranışlardan kaçınmak için motivasyonumuz olmaz.
Amigdala, korku ve endişe gibi duygusal deneyimlerle ilgili bir beyin yapısıdır. Stresli deneyimler onun hassasiyetini ayarlayabilir. Örneğin, askerlik hizmetine giren askerlerde stres belirtileri amigdala tepkiselliği ile ilişkilidir. Askerlik hizmetinden sonra amigdala, tıbbi görüntülerde eskisine kıyasla daha duyarlı hale gelir.
Bazı bulgular, davranışsal kontrol ve karar verme ile sıklıkla bağlantılı olan beynimizdeki prefrontal korteksin, rahatsızlık veren stres faktörleriyle karşı karşıya kaldığımızda amigdalamızdaki faaliyet düzeyini düzenlediğini göstermektedir. Prefrontal kortekslerinin belirli bölümlerinde lezyon olan hastalar, sıkıntı verici görüntülere bakarken daha güçlü amigdala tepkileri gösterirler. Bir anlamda, amigdalaları kontrolden çıkmıştır. Prefrontal korteks ve amigdala arasındaki bu kontrol bağlantısındaki diğer anormallikler, depresyondan muzdarip hastaların karakteristik özelliğidir.
Bu da ilginç bir soruyu gündeme getiriyor: İnsanların endişeli olduğu zamanlarda amigdalalarındaki aktiviteyi kontrol etmeleri için, onları eğiterek stresle başa çıkmalarına yardımcı olabilir miyiz?
Duyusal geri bildirim (Nörofeedback) olarak bilinen bir sinirbilim uygulaması bu soruya yanıt verebilir. Tekniğin arkasındaki genel amaç, insanlara beyinlerinin ne yaptığını yansıtan sinyalleri tanımayı ve buna göre tepki vermeyi öğretmektir. Sol veya sağ motor korteksinizin ne kadar aktif olduğuna bağlı olarak size sola veya sağa hareket eden bir top gösteren bir bilgisayar hayal edin. Ya da yılan fobinizle bağlantılı bilinçsiz beyin aktivitesini her tespit ettiğinde sizi para ile ödüllendiren bir bilgisayar. Eğer bilgisayar beyninizde belirli bir stres etkeniyle olumsuz değil de olumlu bir ilişki kurmayı başarırsa, sonuçta gerçek dünyada bu stres etkeniyle karşılaştığınızda göstereceğiniz panik tepkilerini azaltabilir. Bu yaklaşım, fobilerin iyileştirilmesinde umut vaat ettiğini göstermiştir.
Bu sorunlara yönelik mevcut tedavilerin birçoğu, insanların belirli korkuları yeniden yaşamalarını gerektirmektedir ki bu da açıkçası sancılı ve zor bir süreç olabilmektedir.
2019’un başlarında yayınlanan bir çalışma, duyusal geri bildirimin askerlerin beyinlerindeki amigdala kontrolünü iyileştirip iyileştiremeyeceğini test etti. Araştırmacılar, kendilerini göreve hazırlamak için tasarlanmış stresli bir savaş eğitim programının ilk birkaç haftasında olan toplam 180 askeri çalışmaya aldı. Bu grubun yarısını – 90 asker – amigdala duyusal geri bildirim eğitimine dahil ettiler.
Bu eğitim, amigdala aktivitesini daha iyi düzenlemek için askerlerin beyinlerini eğitmeyi amaçlıyordu. Bunu başarmak için askerler, hastanedeki bir bekleme odasının yer aldığı bir animasyon izlediler. Bekleme odasında birkaç gergin karakter vardı ve bir resepsiyon görevlisine bağırıyorlardı. Askerlere bu karakterleri sakinleştirecek “zihinsel stratejiyi” bulmaları söylendi. Talimatlar kasıtlı olarak belirsizdi ve askerler beyinlerinde neler olup bittiği hakkında çok az şey biliyordu. Ama eğer amigdala aktivite seviyelerini başarıyla bastırabilirlerse, ekrandaki karakterler sakinleşecekti.
Başka bir deyişle, duyusal geri bildirim eğitim programı boyunca bu 90 asker videoyu izledi, karakterler sakinleşene kadar zihinleriyle ilgilendi ve ardından bu hedefe ulaşan zihinsel stratejileri tekrarlamaya çalıştı. Arka plandaki bir beyin gözlem cihazı (EEG), amigdala ile ilgili elektriksel bir parmak izi aradı ve bu parmak izinde azalan aktivite tespit ettiğinde karakterleri sakinleştirdi.
Duyusal geri bildirimin özellikle amigdala için işe yarayıp yaramadığından emin olmak isteyen araştırmacılar, örneklemlerinde geriye kalan 90 askeri bir kontrol grubuna dahil etti. Bu grup ya amigdala dışında bir beyin sinyali kullanarak duyusal geri bildirim ile eğitim aldı ya da hiçbir eğitime katılmadı.
Askerler, askeri eğitim merkezlerinde dört hafta boyunca toplam altı duyusal geri bildirim seansını tamamladılar. Ana soru, eğitim tamamlandıktan sonra amigdala grubunun kontrol grubuna göre daha iyi duygu düzenleme becerileri geliştirip geliştirmeyeceğiydi.
Duyusal geri bildirim sırasında araştırmacılar tam da bekledikleri şeyi buldular. Beyin aktivitesi verilerine göre, amigdala eğitim grubundaki askerler, henüz dördüncü eğitim seansından sonra, amigdala aktivitelerini kontrol grubundaki askerlerden daha fazla azalttı.
Araştırmacılar hastane animasyonunu kaldırıp duyusal geri bildirim eğitimi alan askerlerden öğrendikleri zihinsel stratejiyi yeniden uygulamalarını istediklerinde, askerler boş bir ekrana bakarken amigdalalarını başarılı bir şekilde kontrol altına alabildiler. Hatta aynı başarıyı eş zamanlı olarak ayrı bir hafıza görevine odaklanırken de gösterebildiler. Yani insanlar zihinsel baskı altındayken bile duyusal geri bildirim yoluyla öğrendikleri stratejileri uygulayabiliyorlardı.
Bir adım daha ileri giden araştırmacılar, bu amigdala değişimlerinin olumlu bir duygu kontrolüne dönüşüp dönüşmeyeceğini test ettiler. İnsanların tutarsız duygusal kelimeler karşısında dikkatleri dağılırken yüzlerindeki duyguları ne kadar iyi kategorize edebildiklerini ölçen davranışsal bir testte, duyusal geri bildirim eğitimi grubundaki askerler dikkat dağınıklığının kendi performanslarını etkilemesini daha iyi engelleyebildi.
Araştırmacılar ayrıca bazı ek anketler uygulayarak bu eğitim sonrasında askerlerin kendi duygularını daha etkin bir şekilde tanımlayabildiklerini ve ifade edebildiklerini ortaya koydu. Daha spesifik olarak, kontrol grubuna kıyasla, aleksitimi olarak bilinen ve kişisel-duygusal durumları anlamada güçlük olarak ifade eden bir özelliğe ilişkin sonuçlarda da önemli ölçüde azalma görülmüştür.
Askeri kamptaki duyusal geri bildirim eğitimi sırasında, araştırmacılar elektroensefalografi olarak bilinen bir beyin izleme yöntemi kullandılar, çünkü ekipman taşınabilir ve pratikti. Ancak bu yöntem, amigdalanın kendisinden gelen güvenilir ve doğrudan bir sinyal yerine, amigdala için yalnızca dolaylı bir elektriksel bir işaret tespit edebildi. Geçmişteki kanıtlar bu elektriksel parmak izi ile uzamsal olarak daha hassas beyin taramaları arasında iyi bir bağlantı olduğunu gösterse de araştırmacılar duyusal geri bildirimin amaçlanan beyin bölgelerini hedeflediğini doğrulamak istediler.
Bu nedenle, önemli bir son testte, araştırmacılar bu eğitimi alan 30 askeri ve kontrol grubunda yer alan diğer 30 askeri eğitim seansları sona erdikten bir ay sonra akademik bir laboratuvara geri çağırdılar. Askerler, beyin aktivitesinin nereden ortaya çıktığını değerlendirmek için daha kesin bir yöntem olan fonksiyonel manyetik beyin görüntüleme tarayıcısına girdiler ve başka bir duyusal geri bildirim protokolünden geçtiler.
Beklendiği gibi, askeri kamplarda bu eğitimi almış olan askerler, kontrol grubundaki askerlere kıyasla amigdala aktivitelerini daha iyi kontrol altına alabildiler.
Bu son beyin görüntüleme testi, araştırmacıların prefrontal korteks ve amigdala arasındaki etkileşimleri test etmelerini sağladı. Araştırmacılar, kontrol grubundaki askerlere kıyasla duyusal geri bildirim eğitimi alan askerlerin beyinlerindeki bu iki bölge arasında daha güçlü bir bağlantı buldular.
Dolayısıyla, bu eğitimden bir ay sonra yapılan beyin kontrol taraması, programın başarısının prefrontal korteks ve amigdala arasındaki bağlantıyı güçlendirmesine bağlı olarak ortaya çıkmış olabileceğini düşündürdü. Ancak belki de daha önemlisi, eğitimin faydalarının minimum birkaç hafta daha sürdüğünü de vurguladı.
Duyusal geri bildirim eğitimi hakkında bizi heyecanlandırması gereken bir şey varsa, o da stres ve kaygının altında yatan temel beyin sistemlerini, insanları korkularına maruz bırakmadan etkileme yeteneğidir. Bu sorunlara yönelik mevcut birçok davranışsal ve psikolojik tedavi, insanların belirli korkuları yeniden yaşamasını gerektirmektedir ki bu da acı verici ve zor bir süreç olabilir.
Duyusal geri bildirim dünyasında ilk adımlar olsa da, araştırmalar genişlemeye ve bizi şaşırtmaya devam ediyor. Beyin görüntüleme teknolojisi daha pratik, daha hassas ve daha yaygın olarak kullanılabilir hale geldikçe, hepimiz stresle başa çıkma becerimizi geliştirmek için bu teknolojiyi kullanma fırsatına sahip olabileceğiz. Duygusal refahımızın önündeki en büyük zorluklardan biri, yeni bir zorlukla karşılaştığımızda dürtüsel olarak aşırı tepki verme eğilimimizdir. Henüz dayanıklılığımızı ve özdenetimimizi geliştirecek, evde uygulanabilir duyusal geri bildirim araçları bulamasak da, bu yönde ilerlediğimiz söylenebilir.
O zamana kadar, bu araştırma beynimizin yararlı geribildirimlere ve uygulamaya ne kadar çabuk adapte olabileceğine dair harika bir hatırlatma. Kaçınmak ihtiyacını hissettiğimiz bir şekilde davrandığımızda bunu hemen belli eden kendi geri bildirim sistemlerimizi yaratarak bu niteliklerden faydalanabiliriz. Öfkeli hissettiğimiz için sık sık pişmanlık duyuyorsak, arkadaşlarımız ve ortaklarımızla birlikte bizi dürtüsel -duygusal döngülerimizden çıkarmak için kullanabileceğimiz bir “alarm sözcüğü” icat edebiliriz. Ya da birçok büyük sporcu gibi, odaklanmış ve kendinden emin hissetmekle ilişkilendirdiğimiz alışkanlık ve ritüelleri uygulayabilir, böylece kaygılı ya da dikkatimizin dağıldığı zamanlarda bunları kullanabiliriz. Batıl inançlar genellikle tuhaf ve hatta gerçekte saçma görülebilir, ancak bize yardımcı oldukları da görülmektedir.
Elbette, rahatsız edici duyguların sağladığı faydaları da bir kenara atamayız. Kaygı konusunda iyimser olduğumuzda – dikkatimizi önemli hedeflere odaklayarak performansımıza zarar vermek yerine yardımcı olduğunu kabul ettiğimizde – başarı şansımızı artırırız. Biraz psikolojik baskı, hayatımızdaki kritik olaylara gereken duygusal ağırlığı verebilir; ancak fazlası bizi güçten düşürebilir. İşte bu ikinci durumda duyusal geri bildirim cankurtaran görevi görecektir.
Çeviri: Zeynep Sude Öztekin