“Vah zavallı… Allah kimsenin başına vermesin!”
Bu söz, çarşıda pazarda sokakta engelli bireylere söylenen sözlerden… Ancak şöyle bir düşündüğümüzde engelli dediğimiz kişi, aslında sadece yaşam şartları farklı olan kişidir. Ona engel olan, engel çıkaran, onu engelli durumuna getiren bizleriz.
Engelliler bizden çok şey istemiyorlar. Kaldırımdaki rampanın önüne araç park etmesek, görme engelli yolunun sonuna bir engel bırakmasak yeter. Arnavut kaldırımlar, taş yollar turistlerin ilgisini çekiyor olabilir ancak tekerlekli sandalyenin ömrünü ve o araçtaki kişinin yüreğini tüketiyor.
Engellilere yardımcı olurken de son derece nezaketli olmak gerekiyor. Zira bazı insanlar merhametten bile incinir.
Onlara yardım etmek istediğimizde öncelikle “Size nasıl yardımcı olabilirim?” diye soralım. Şahsı kolundan yahut tekerlekli sandalyesinden tutup paldır küldür kafamıza göre bir yere götürmeyelim. Tekerlekli sandalyedeki bir kişiyi de kaldırımdan indirirken oldukça dikkatli olalım ki iyilik yapayım derken bir kazaya sebep olmayalım.
Zaman zaman çarşıda, gözleri görmeyen, tekerlekli sandalyede yahut dilsiz seyyar satıcılar görürüz. Engelli olduğu için ondan mal aldığımızı belli ede ede, verdiğimiz parayı gözüne soka soka alışveriş yapmayalım. Kimi esnafın dükkânı var, kiminin tablası, kiminin de işte böyle tekerlekli sandalyesi yahut boynuna astığı tezgâhı…
Paralimpik Milli Okçumuz Naci Yenier, çıktığı bir TV programında şöyle diyordu:
“Bizler engelli değiliz. Ben işime tekerlekli sandalye ile gidiyorum, siz arabayla. Arabanızı kullanacak yolunuz olmasa siz engelli mi olacaksınız? Bizi engelli hale, kaldırımdaki rampanın önüne park edenler ve bize engel olan mimari getiriyor.”
Şu söylem de çok yıpratıcı: “Hepimiz engelli adayıyız.” Sahi, engelli bireylere yardımcı olmak için ‘hepimizin birer engelli adayı olduğunu’ düşünmemize gerek var mı? Engelli olmayacağımızı bilsek onlara yardım etmeyecek miyiz?
“Yaramazlığın adını otizm koymuşsunuz.”
Çocuk üç-beş yaşlarındayken söylenen bu sözün yerini zamanla otizmli birey ve ailesine mesafeli davranmak alır. Bizden farklı olanları kabullenmek bu kadar zor olmasa gerek.
Otizmli çocukların bazı yetenekleri diğer çocuklardan zayıfken, diğer bazı alanlarda çok daha başarılı oldukları kanıtlanmış bir gerçektir. Ancak maalesef bu yeteneklerine uygun eğitim programları verilmemektedir.
Ülkemizdeki otizmli bireylerin 550 bin civarı olduğunu düşünürsek, meselenin önemi daha iyi kavranır. Her alanda çalışmaların olduğu, gerek ticaret gerek siyaset, gerek sanat yahut bilim ve sayamayacağımız birçok alanda çok geniş yelpazeye sahip gelişmekte olan ülkemizde, her birey birer cevher gibidir. Zayıfının, güçlüsünün, beceriklisinin, yavaşının, hızlısının, ‘engelsiz’inin, ‘özel’inin hepsinin ayrı yeri ve önemi vardır. Ancak ilkokuldan itibaren ötekileştirilen özel çocuklar, gerek bu durumdan gerekse eğitim imkânlarının kısıtlı olmasından dolayı layık oldukları yere gelememektedirler.
“Bu görünüşteki çocukların aklı eksik oluyor!”
Bu söz de gerek yüzüne karşı gerek ailesine duyura duyura down sendromlu çocuklar için söylenen talihsiz bir söz.
Genel olarak otizmli bireyler için geçerli olan birçok durum down sendromlular için de geçerlidir. Her Down Sendromu Farkındalık Gününde hep bir ağızdan “Dostluk kromozom hesabı yapmaz.” deriz ancak yıl boyunca -tabiri caizse- damdan düşenin halinden yine damdan düşen anlar.
Farkındalık gününde ayaklarımıza farklı renklerde çorap giymekle, bu özel çocuklarla fotoğraf çektirip sosyal medya hesabımızdan paylaşmakla olmuyor bu işler. Peki ne yapalım?
Zaten okullarda gerektiği gibi ilgilenilmeyen bu özel çocuklar, hayatı bizim çocuklarımızdan öğrensinler, kaynaştırma sınıflarında itilip kakılmalarının yerini bizim çocuklarımızla oynadıkları sevgi ve neşe dolu oyunlar alsın. Zaten çabuk sıkılan bir yapıya sahip olan bu özel çocuklar, öyle beton yığınları arasında nasıl ve kiminle kaynaşsınlar?
Her iki tür özel çocuklara yapılacak şeylerin çoğu, halktan ziyade devletin elindedir. Bu bireylerin ailelerine eğitim desteği sağlanmalı, hatta otizmli ve down sendromlulara özel devletin eğitim kurumları olmalıdır. Bu eğitim kurumlarında da birçok devlet okulundaki hâlihazırdaki özel sınıfların aksine, sınıf öğretmenleri değil özel eğitim öğretmenleri çalışmalıdır.
Çocukları bir yük olarak gören, ailelerine ‘sizin çocuklar/bizimkiler’ şeklinde cümleler kuran, onlara tepeden bakan, kolaylaştırmayan ama zorlaştıran, sevdirmeyen ama nefret ettiren, ülfet değil de korku uyandıran öğretmenler ve müdürler de, özel eğitim öğretmeni dahi olsalar bu kurumda iş başına geçirilmemelidir.
Yazmış bölümü, kazanmış, gitmiş okumuş, özel eğitim öğretmeni de olmuş ama insan olamamışsa, “Bunun adı kare diyorum, delirtme adamı!” diye bağırıyorsa, nasıl olsa ailesine anlatamaz diye çocuğa hor davranıyorsa, bu kişi özel eğitim öğretmeni değil özel eğitime muhtaç öğretmendir.
Özel çocuklar her şeye meraklı, çok uyumayan, sürekli ilgi isteyen çocuklardır. Hal böyle olunca onlarla çok uzun vakit geçirmek gerekir. Öyle ki, gündüz akşama kadar anne ilgilenir, akşam baba işten gelir ve nöbeti devralır. Sabah erkenden işe gidecek olan baba, gece yarısına kadar çocuğuyla beraberdir. Elbette insana canı ciğeri ağır gelmez. Ancak insanın fizyolojik yapısı da bir yere kadar bu tempoya ayak uydurur.
Özel çocukların birlikte oynayacakları, gün içerisinde vakit geçirebilecekleri oyun alanları yahut hobi kursları olmalı. Yaşı büyük olan özel bireyler ve gençler de belirli işlerde istihdam edilerek, onlara günde birkaç saat çalışma imkânı sunulmalı. Bu da yine devlet kontrolünde yahut belediye bünyesinde mümkündür.
Yapabilen sivil toplum kuruluşları da her yaş grubuna yaptığı gibi bu özel yavrularımıza özel çeşitli kurslar açsalar harika olur.
Başka bir husus da şu: Bugün, aldığı diplomayı bile ülkesini zora sokmak, devletini eleştirmek için kullanan sözüm ona ‘sağlam’ bireylerin diplomaları özel çocukların yahut engelsizlerin elinde olsaydı, şikâyet etmeden işlerini yaparlardı. Ancak ne yazık ki üniversite okuyup meslek sahibi olacak kadar becerisi olan bu bireyler için üniversite yollarının çoğu kapalıdır. Engelsizler için bu yol tamamen kapalı değil ancak maalesef özel çocuklarımız liseden ötesine geçememektedir.
İnsanı, insanın kurdu değil yurdu bilen irfanımızın farkına varırsak; özel çocuklar, engelsiz bireylerimiz ve aileleri daha müreffeh bir hayata kavuşacak inşâallah. Farkında olmak duasıyla…
Sezgin Özbay / Nisanur Dergisi, Ağustos 2022