Son yıllarda, özellikle dijital platformlarda yayınlanan dizilerle birlikte artış gösteren, insanı küçümseyen “doğayı kutsama” ayinleri başladı. HBO platformunda yayınlanan ve benim de defalarca seyrettiğim True Detective dizisinin ilk sezonunda Rust Cohle karakteri tam da bu “tarikatın” bir üyesiydi. İnsanı küçümsüyor, koca evrende bir hiç olduğumuzu söylüyor ve “Time is a flat circle” diyordu. Alkolikti, yapayalnızdı ve majör depresyonun dibindeydi. Problemlerinin yansıtmasını insana zerre değer vermeyerek yapıyordu.
Ama Rust Cohle’un haklı gerekçeleri vardı. Küçük kızını trafik kazasında kaybetmiş, bunun üstesinden gelemeyince de evliliği yıkılmıştı. Polisti ve cinayetler dünyasının piyonlarından biriydi. Onun nihilist olmak için haklı gerekçeleri vardı. Peki doğalgazlı evinden, oturduğu koltuktan insanı küçümseyen, Carl Sagan’ın “ Soluk Mavi Nokta ” doktrinini tersinden anlayan insanları ne yapacağız?
İnsanın hilkat gereği konumundan bahsetmeyeceğim. Ben bir vaiz ya da dini otorite değilim. “Biz dünyadan yok olsak, kalan canlılara bir şey olur muydu? ” sorusu kadim ve kendi içinde paradoksal çelişkiler barındıran bir sorudur. Her şeyden önce şu an yeryüzünde en gelişmiş beyne sahip olan varlığın Homo Sapiens olduğunu biliyoruz. O biziz. Yaklaşık 50 bin yıldır bu böyle. Bizden daha büyük beyne sahip olsalar da şu an yeryüzüne hakim olabilmiş bir balina yok. İnsanı hor görmek, insanın yapabileceklerini sınırlandırmaya çalışmak, basitleştirmek, tabiat tapınıcılığı yapmak, börtü böcek üzerinden felsefe yapmak akılcılık değil de hayalperestlik olabilir mi?
Bugüne kadar insanı haddinden fazla yücelten teoriler ne kadar safsata ise, insanı olduğundan daha küçük, aciz, işe yaramaz göstermeye çalışan teoriler de o kadar safsata olma ihtimali taşır aslında. Bilimsel bir ispatı mümkün mü? Hem zaten her şey bilimle oluyor mu? Geçtiğimiz günlerde Sinan Canan “Bilim tek başına size ariflik vermez. Bilimsel ve kadim olan birleşmeli” demişti. Meselenin bam teli tam olarak budur.
Çok uluslu şirketler, hırslı süper-zenginler, dünyanın “ übermensch “ güçleri bir takım amaçları uğruna gezegenin canına okuduysa; bunun sorumlusu şu an bu satırları yazan ben, yahut okuyan sen değilsin! Sen küçük bir kıvılcımsın. Parlayacak ve atılacaksın. Olduğundan daha azına razı geldiğinde küçülebileceğin gibi, taşıyamayacağın bir yükü sırtlanmaya çalıştığında da ezileceksin. O halde, yaratılış gayesine muvafık bir donanımla yaratılan insan, yeri geldiğinde zerreye dönüşebileceği gibi, yeri geldiğinde küçük bir kainat da oluverir.
Bazı küresel faaliyet gösteren kuruluşların yalnızca gelişmekte olan ülkelerde eylem yapıp, büyük petrol şirketlerine gıkını çıkarmaması, bir takım aktivistlerin son derece öfkeli, mizantrop ve hakikatten bigane suratlarıyla biçare insan topluluklarını suçlamasında hayra alamet bir belirti göremiyorum. Görebilen varsa bana da anlatsın, memnun olurum.
Kadim öjenik tarikatların “İnsan nüfusunu azaltmalıyız” gibi son derece kibirli ve Tanrıcılık iddiası güden görüşlerini geniş, yayvan koltuklarımıza yayılarak kabul edersek, sıranın bir gün bize de geleceğini unutmamalıyız.
İnsan, salt bedeninden ibaret bir varlık değildir. Hem bedeni hem ruhsal evrimiyle dünyaları aşabileceği gibi, 20 metrekarelik odada fıtratına aykırı kalarak kendini heba da edebilir.
Ahmet Kaya bir biliminsanı değildi. Ama bir biliminsanının sorması gereken bir soruyu sormuştu bundan 30 küsur yıl önce. Üstelik sadece basit bir şarkısında dile getirmişti bu gerçeği:
” Neden daracık yaparlar bu evleri?
Pencereden görünen gökyüzüne inat… ”
Sen insanı bodrum katında küçücük pencerenden seyrediyorsan, haliyle hor ve hakir görürsün. Ama kafanı gökyüzüne çevirip hayretle baktığında, aslında o kadar da küçük olmadığını fark edersin. Büyüklük algınız “Jüpiter çok büyük, biz ufağız” mantığıyla çalışıyorsa bu dersten çaktınız demektir. Seneye bir daha alın.
İnsanın sınırları, içinde yaşadığı küçücük odayla, ya da zihnindeki kısıtlı düşüncelerle ölçülemez. Nihayetinde 2,5 metrekarelik bir alana gömülecek insan bedeni, evrene sığmayacak kadar da büyüktür.
Freudyen manada bakarsanız, elbette insanı belli hasletlerle değerlendirirsiniz. Ben Carl Gustav Jung’un tarafındayım. İnsanı, olduğundan daha fazla görüyorum ve böyle gördüğüm için de kibirlenmek yerine, derin bir saygıyla, kainatı ihata eden azim varlığa şükran duyuyorum.
“Biz yok olsak, dünyadaki diğer canlılara ne olurdu?” Bilemem. Sen de bilmiyorsun. Dünya geçmişte defalarca yok olmanın eşiğine gelip yeniden filizlendi. Buz devirlerini, 65 milyon yıl önce Meksika Körfezi’ne düşen göktaşını (Maalesef dinozor arkadaşlarımız, uzaydan gelen bu vahşi saldırı neticesinde aramızdan ayrıldılar) ve nice badireleri atlattı. Homo Sapiens Sapiens varlık sahasında 100 bin yıldır var olsa da, kişisel devrimimiz 10 bin sene önce, Neolitik devirde başladı.
Tarih buna defalarca şahit olmuştur. Birçok şehir defalarca yıkılmış ama insan bir şekilde yine kendini göstermeyi ve “Ben buradayım” demeyi başarmıştır.
“Ben buradayım” demek, insanı varoluş amacına götürür. “Ben zerreyim, hiçbir şey değilim, varsın Dünya dönsün” (Kulakların çınlasın Cem Yılmaz) derseniz, varacağınız yer Nietzsche’nin yan tarafındaki “hiçlik” koltuğu olacaktır.
Bu yazı ilginizi çektiyse, bir de buna göz atmak isteyebilirsiniz: Sen Hariç Hiç Kimse Yalnız Değil!