FETÖ hakkında Erken Uyarılar ve Kötü Sonuçları-1

Türkiye’deki Nurcuların aslında iki önderi var: Birisi Mehmet Kutluar öteki de Fetullah Gülrn.

Said-i Nursi Atatürk’ü “deccal” ilan etmiş. Cumhuriyete karşı savaş vermiş.

Ama ilkin Demokrat Parti’yi yönetenlerden, arkasından da Sayın Demirel’den büyük saygı görmüş. “İade-i itibar”ı sağlamış. Derken sahneye Prof. Şerif Mardin gibi özellikle Amerikanlar nezdinde büyük saygınlığı olan bilim insanları çıkmışlar. Said-i Nursi’yi peygamberlik düzeyine çıkaran, mucizeler yarattığını öne süren, “Anadolu aydınlanmasının öncüsü” gibi gösteren, övücü kaynakları alıp karşıt kaynaklara sırt çeviren çok “bilimsel” (!) incelemeler döktürmüşler.

Ardından Sayın Mardin’in Türkiye Bilimler Akademisi’ne üye yapılması için baskılar başlamış. İç ve dış  baskılar… Özellikle de basındaki bazı numaracı cumhuriyetçiler tarafından desteklenen ve körüklenen baskılar…

Işık evleri… Öğrenci yurtları… Özel okullar… Devletin köşe başlarına kadar uzanan bir imparatorluk… Devletin okullarına devletçe “tavsiye edilen” cumhuriyet ve çağ karşıtı kitaplar…

Papa ile sağlanan görüşme… Devletin dış temsilcilerince havaalanlarında karşılanmalar… Elçiliklerde konuk edilmeler…

Niçin?

“Ilımlı İslam” olduğu için. Müslümanları “cumhuriyet ile barıştıracağı” için!

Bir yanda Mehmet Kutlular.

17 yaşındaki kızı dört yıl önce eroinden ölmüş. Depremi “türban”ı vesile edip Tanrı’yı en ilkel şekilde kullanmaya çalışıyor.

Öte yandan Fetullah Gülen son yıllarda kamu önünde ağzından tek bir cumhuriyet karşıtı söz çıkmamış. Devlet büyükleriyle iyi ilişkiler kurmuş. Ordu dışında hemen tüm önemli kurumlarda önemli “mevziler” elde etmiş. ABD’nin etkin desteğini sağlamış.

Görünüşte Atatürk’e ve cumhuriyete saygılı ama tüm eğitim ağı ile cumhuriyetin temellerini ağır ağır kemiriyor. Amacına ürkütmeden, acıtmadan ulaşma yöntemini seçmiş.

Kutlular ve Gülen. İkisi de Nurcu… İnançları ve amaçları aynı, yöntemleri farklı.

Hangisini seçersiniz?.. Kırk katırı mı kırk satırı mı?

Hakkındaki bilgilerimiz arttıkça Sayın Gülen beni korkutuyor. Bay Kutlular’a ise gönülden teşekkür etmek istiyorum.

En körlerin bile gözünü açmak konusundaki katkıları için!

Tanrı’nın kullandıkları ile Tanrı’yı kullananları daha iyi ayırmamızı kolaylaştırdığı için!

17.10.1999

Bu yazıyı yazdıktan 4 gün sonra suikaste kurban gidiyor.

Gelin bu konuyu hanımı Nilüfer Kışlalı’dan dinleyelim:

Ankara Üniversitesi’nde siyaset bilimi üzerine ders veriyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nde haftada 3 gün yazıları çıkıyordu ve yurt içinde ve yurt dışında sürekli en az ayda iki kez konferanslar veriyor. Atatürkçülük ve Kemalizm üzerine. Daha çok Atatürkçü, Kemalist bir insandı diyebilirim ve de ülkesini çok seven bir insan… Bu ülke üzerinde yaşayan insanları çok seven çok hoşgörülü bir insan, çok sevgi dolu bir insan… Asla insanlara kızmayan, tek kızdıran Fenerbahçe’nin mağlubiyeti olan bir insandı Ahmet. ’’Yaptığın şeyin arkasında duracaksın eğer zaten hedef de seçilirsen bundan kaçış yoktu’’  derdi Onun için herhangi bir tehditten ya da başka bir şeyden bahsetmedi. En azından o biliyorsa bile benim haberim yok bundan. Galatasaray’ın milli maçı vardı. Abisi ile beraber maç seyrettiler fakat Ahmet çok enteresandı dün akşam. Maç seyrederken yani önünden biri geçerse çok sinirlenir.  O gün maçtan çok işte bebek kanepede uyuyordu, bebeği seyretti. Maç bitti, abisi gittikten sonra dedi ki geldi bebeğin başına. Dedi ki: ’’Nilüfer çok heyecanlanıyorum bir an önce büyüsün, istiyorum. Bir an önce beni tanısın bir an önce bana baba versin Bir an önce onla Fransızca şarkılar dinleyelim, kızımla yürüyüş yapmak istiyorum Bunun için çok sabırsızlanıyorum sen o kadar heyecanlı değilsin ama ben çok heyecanlıyım’’ dedi. 21 Ekim sabahı beni işe bırakacaktı bebekle. Kendisi de üniversiteye gidecekti ders vermeye o gün dersi vardı. Bir gün önce beraber çıkmıştık. Bebeği o taşımıştı. Ben işte arabaya binmiştim. O gün sabah dedi ki: ’’Canım hava bugün biraz rüzgarlı, bebek üşümesin. Ben arabayı dedi kapının önüne getireyim.  3 dakikaya kadar inin aşağıya’’ Peki dedim ben bir gün önce olsa biz beraber biniyorduk aslında arabaya ama o gün o gitti, biz kaldık.     Ben o an daha yukarıda bebekleydim. 3 dakika olmamıştı aşağı inmem için. Çok da dakikti. Nur içinde yatsın kendisi. Sadece patlama sesini duydum. Ben bir yerde tüp patladı zannettim çünkü korkunç bir patlamaydı. Ev sallandı. Nilhan kucağımda… İç tarafa baktım yani komşuların evinde bir patlama mı oldu diye. Baktım herhangi bir şey yok. Daha önce de ben hiç bomba sesi duymammıştım zaten. Bilmiyordum nasıl bir ses olduğunu. Sonra yola baktım. Bizim arabadan ateş çıkıyor, yanıyor.Ahmet, yolun ortasında yatıyor. Nilhan’ı bıraktığım gibi yanına gittim. Daha kedindeydi yani gözleri açıktı. Şok geçirmişti. Dedim ki ne yaptılar sana ? Ne oldu ? Bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor. Kolu kopmuştu. şte kolundan kanlar akıyordu.  O arada insanlar çıkmaya başladı. Yanımızdaki site de doktorlar sitesi. O arada insanlardan biri aciil servisi aramış ve ambulans istemişler fakat bana sonra dediklerinde  ambulans tesadüf eseri Konutkent’de imiş. On dakika içinde gelmiş 12 – 13 dakika içerisinde ama bana yani yarım saat falan geldi. O sürede dakikalar geçmiyor zaten. Bir an önce yapılabiliyorsa hemen alınsın, hastaneye götürülsün ki ilk yardım yapılabilsin. Yardım edin ölüyor dedim. Herkes böyle seyrettiler. Ahmet ile beraber ambulansa bindim. Yanımızda bir komşumuzda bizimle beraber geldi. Yolda giderken hemşire hanım cama vurdu. ’’Çabuk ! En yakın hastaneye.’’ diye .Ben anladım o  zaman kötü bir şey oluyor diye. Dua ediyorsun. Allah’ım ne olur yaşasın, diye. Kolu kopsa da yaşasın diyorsun. Yani tek istediğiniz o an yani o kadar hızlı ki her şey. Ben hep sürekli hastaneye gidene kadar da yalvardım: Allah’ım ne olur yaşasın. Kolu kopsun, yaşasın diye. O an sadece yaşaması için dua ediyorsunuz, hiçbir şey düşünmüyorsunuz. Tek istediğiniz yaşaması çünkü yakıştıramıyorsunuz ölümü. İstemiyorsunuz ölmesini. Bir gün önce evde maç seyrederken sokağın sakin olduğu bir saatte arabasının üzerine harekete dair bir bomba koymuşlar. Anlatılanlardan önce Ahmet’i takip etmişler,denemişler yani o pakete uzanıyor ve alıp koyuyor çünkü Ahmet titiz bir insandı. Yürürken önüne bir paket varsa onu alır kenara koyar, üstünden atlayıp geçmezdi veya arabasının üstünde herhangi bir şey varsa onu alır yerine koyardı.Sanırım Ahmet’in o yönünü öğrenmişler: Titizliğini. Arabasının üzerinde zaten arabaya girdiğinde fark etmiş. Sol kolu  kopmuştu. Sol kolu ile paket bırakmışlar almak istediğinde bomba patlamış. Şimdi sordum doktorara çünkü ben o gün sabah yan sitemiz doktorlar sitesi olduğu için çok istedi yardım etmelerini. Kimse gelip yardım etmedi. Ambulans gelene kadar Ahmet yerde yattı ve kolundan sürekli kan akıyordu. Sordum Ahmet kan kaybından mı öldü yoksa başka bir şeyden mi ? İçimde kaldı çünkü çok içim acıdı. İnanamadım insanların öyle seyretmesine. Doktor da bana bombanın şiddetinden iç kanama geçirip hayatını kaybettiğini bunun kan kaybından olmadığını. Bana Ahmet’i kaybettiğimizi söylediğinde dünyam başına yıkıldı zannettim çünkü kocamı kaybettim. 29 günlük bebeğim babasız kaldı, yuvam yıkıldı dedim. Yani bu çok kötü bir duygu. Ya 5 dakika önce konuştuğunuz bir insan 5 dakika sonra yok. Ve öldü diyorlar size. Hani bazı duygular vardır annlatamazsınız kelimeler yetmez. Benim de hslerim öyle bi şeydi. İnanamıyordum halen. Bu bir rüya, ben de herhalde kabus görüyorum, uyanacağım ve geçecek dedim kendi kendime. Nasıl olur ? Cenaze törni çok kalabalıktı. Ben bile bilmiyordum Ahmet’in bu kadar sevildiğini yani bu kadar insana ulaştığını. Yazılarıyla işte öğrencilerine, halka  bu kadar indiğiini bilmiyordum. Aslında hani teselli olur mu insan ? Hani onlarda insanı, sizi teselli ediyor. Benim kendi adıma söyleyeyim. Tek tesellim onun inandığı bir yolda ölmüş olması ve ölümsüzleşmesi.. Ben hep kendi kendime dedim bn ölümlüyüm, öleceğim ama o ölümsüzleşti, o hep yaşayacak. (2)

Kaynakça:

Tanrı’yı Kim Kullanır?, Ahmet Taner Kışlalı, Tanrı’yı Kim Kullanır, Sayfa 111 – 112 – 113.

Ulusal Kanal – Ahmet Taner Kışlalı’nın 20. yıl dönümü