Her insanın bir hayali vardır. Bunların kimi büyük, kimi küçüktür. Kimi ise kolaylıkla ulaşılabilir, kimi ise kurulan hayal kadar, bu hayale ulaşılması da güçtür.
Benim hayalim büyüklüğünü ya da küçüklüğünü bilemem ama, Budizm’i yerinde tanımak ve kitaplardan öğrendiklerimi yerinde görmekti. Bir de yoğun iş temposundan kaçmanın verdiği haz buna eklenince, kültür gezisinin tadı bir kat daha arttı.
Yoğun bir yolculuktan sonra Nepal ‘in başkenti Katmandu ‘ya ulaştığımız gün bir bayram günüydü. İnsanlar tanrılarına adak adamak için kilometrelerce kurdukta beklemekteydiler. Kuyruk hiç ilerlemiyordu. Ama insanların elinde keçi, horoz, tavuk ve çiçeklerle kilometrelerce uzaktaki adak yerine gelebilmek için bekliyorlardı.
Bizim kültürümüzde beklemek zor ve sıkıcı bir olgudur.
Oysa onların yüzlerinde büyük bir mutluluk vardı.
Bizden farklı olarak işlerini (vazifelerini) bir an önce bitirip gitmek yerine, görevlerini yerine getirme sürecinin her aşamasında büyük keyif aldıkları belli oluyordu. Yerel rehbere bekleme sürecinin ne kadar olduğunu sorduğumuzda aldığım cevap beni daha da şaşırtmıştı. Belki 5 belki de 10 saat. Ortalama 7.5 saat bekleyen birinin yüzündeki gülümseme ve mutluluk beni ilk olarak etkileyen en önemli olmuştu.
Kısacası yaşadıkları andan mutlu olmayı bilen bir kültürün ürünleriydiler.
Bu mutluluğu ise ailece yaşamaları bir başka dikkat çekici noktaydı. Aile sohbetlerinde ne dediklerini anlama imkânına sahip değildim. Ama bildiğim ve gözlediğim bir şey var ki, hepsi bu keyif aldıkları yüzlerinden okunuyordu.
İnanç sistemleri içinde, ruh, sürekli yeniden doğuş çevriminin dayattığı sınırlılığı ancak manevi yöntemlerle kendisini gerçekleştirerek aşabilir ve moksha ‘ya (dünyevi varoluştan kurtulma) kavuşabilir.
Kurtuluşa götüren 3 yol var:
1- Ayin kurallarına uymak ve çıkar gözetmeden davranmak (Karma-marga)
2- İyi işlerle gerçek bilgiye ulaşmak (Cnana-Marga)
3- Kendini tanrıya adamak (Bakti)
İkinci şoku Butan’da katıldığım bir ayinde yaşadım. Dini içerikli ayinlerin hepsinde bir ritüel söz konusudur. Dini törenleri izleyenler genellikle ayinin yapısı gereği saygı göstermeye çalışırlar. Bu gösterilen saygının bir nedeni de herhalde aksi yöndeki bir davranış karşısında alacakları tepkinin ölçüsü veya belirsizliği olsa gerek. Ayine katılanları ise aksi yönde davranma şanslarının olduğu aklımıza bile gelmez.
Taşiço Manastırı’nda ayini izlerken ayinin büyülü dünyasına dışarıdan bakıyorduk. Ayinin katılanlar yaş sırasına göre içeriden dışarıya doğru U şeklinde dizilmişlerdi. “U”nun iç kısmınlarında yaş itibarıyla büyük olanlar dışında ise genç ve çocuk yaştaki Budistler oluşturmaktaydı.
Yaşta büyük olanlar işi son derece ritüeline uygun yaparken arka sıradaki Budist çocuklar giydikleri kırmızı elbisenin içinde birbirleriyle şakalaşıyorlar, gülüyorlar hatta bizle kendilerince ilişkiyi bile kuruyorlardı. Aralarında ne konuşup da bu kadar güldüklerini öğrenmek çok isterdim. Hiçbir zaman öğrenemeyeceğimi biliyorum.
Ayini yöneten Baş Budist’in çocuklara ne sözlü ne de beden dili ile herhangi bir uyarı göndermemesi ve çocuklarının kahkahalarına engel olmaması ise bana çok şey öğretmişti.
Birde ayin yerinde hayvanların da yer alması ve onların kovulmaması, bu dünyanın yalnızca insanlara ait olmadığını da çok güzel gösteriyordu.
Butan’dan Hindistan ‘a arabalarla geçerken oldukça kötü yollardan geçtik. Yollar kötüydü ama manzaralar bir harikaydı. Fakat yoldan dolayı manzarayı görecek halimiz yoktu. Düşünsenize, bir şey oldu, olacak kaygısıyla yaşanan zamanlarda insan yaşadığı andan ne gibi bir keyif alabilir ki. Hele bizim gibi “ kaygı ” kültürü ile büyümüş toplumlardaki insanlar.
Yol boyunca manzara aşağıdaki fotoğraftaki gibi. Hepimiz yolun bir an önce bitmesini ve gideceğimiz yere bir an önce ulaşmak istiyoruz. Yanımda Bibhu adında son derece entelektüel yerel rehber bulunmaktaydı. Onunla sohbet ediyordum, korkumu yenebilmek için. O ise alabildiğine rahat ve manzaradan keyif alıyordu. Sürekli olarak bana bir şeyler gösteriyor, anlatıyor ve gülüyordu.
Bense önümdeki koltuğa gergin bir şekilde tutunmuş oturmaktaydım. Artık dayanamadım ve sordum:
“Bibhu, nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun. Şu yola baksana Allah aşkına, seni anlayamıyorum.” Bibhu’nun verdiği cevap son derece ilginçti:
“Ben rahatım, sen gerginsin, acaba hangimiz daha şanslı, gerginlik ve kaygılar sana ne kazandırıyor , ben de onu anlamıyorum.”
Cevap oldukça kısaydı ama içeriği çok yoğundu. O dakikadan sonra önümdeki koltuğu sıkıca tutmayı bıraktım ve yolculuğun keyfini çıkartmaya kendince çalıştım.
Aslında aradığım şeyin cevabını bulmuştum. Bizi sürekli bunaltan, kaygılarımızdan nasıl arınacağımızı…
Umarım, bu sorunun cevabının oralara gitmeden de bulacak bir toplum yakın gelecekte olabiliriz.