GIDADA NEREYE GİDIYORUZ?

Çoluk çocuk, torun tombalak yakın-uzak gelecekte nasıl beslenecek? Nasıl büyüdü şu gıda krizi? İddia edilen o ki, iklim krizi, girdi fiyatları, çevresel etkenler bu sorunun sorumluları. Mı acaba?

Türkiye bir tarım ülkesi idi. Tabii bir zamanlar köylerde yaşam vardı, nüfus vardı. Okullar vardı okullar. Tarım hayvancılık mı azaldı da o okullar kapandı, yoksa okullar kapandığı için mi kentlere göç artarak tarım hayvancılık azaldı? Her iki durum da birbirini tetikliyor olsa gerek. Hâlbuki köy okulu ve öğretmeni yalnızca çocuklardan sorumlu olmayıp köylünün sorunları ile de ilgilenirdi. Yalnızca tarım hayvancılık teşviklerinin düzenlemeleri ile yetinilip, genç nüfusun köylerde yaşama kararlılığını devam ettirecek birtakım sosyal sunuların oluşturulmamasında ısrar edilirse göçün önüne geçileceğini sanmıyorum.  Buna karşın 2020′ de MEB tarafından yönetmelikte yapılan değişiklikteki ‘birleştirilmiş sınıf’ açıklaması ile köy okullarının açılması için bir adımın atılmış olduğu görülüyor. Dilerim sonuçlarını görürüz

Köylerde nüfusun azalmasına karşılık kentlerde nüfus durmadan artıyor. Kent nüfusunun artması demek market zincirlerinin halkalarının artması demek. e-ticaret şirketlerinin ve hacmin daha daha büyümesi demek.

*Perakende sektöründeki gıda payı tüm kategorilerden ayrışarak %33’lük büyüme göstermiş ve bu büyümede başrolü e-ticaret almış. Ticaret Bakanlığı verilerine bakıldığında gıda süpermarket kategorisinin e-ticaretteki yeri 2020’de % 420 büyümüş.

Gıda krizinin,  gıda arzının talebi karşılayamaması ve fiyat artışlarından ibaretmiş gibi konuşuluyor medyada. Oysa yıllardır dilimizden düşmeyen, ” yediğimiz içtiğimizin tadı kalmadı, her şey hormonlu oldu” yakınmalarını pas mı geçelim? Bu hormonlar gökten zembille mi düştü toprağa? Çiftçi mi icat etti bu hormonu?

Çiftçi icat etmedi tabii ki. Devlet tarım sektöründen uzaklaştıkça özel sektör devletin yerini aldı. Tarımda gıdada şirketlerin hâkimiyeti yerleşti. Bunun en bariz örneğini sözleşmeli üretim modelinde görürüz. Beykoz’dan çıkıp dantel gibi köylerine uzandığınızda zincir marketlerden bir ya da birkaçını aynı köyde bile görmeniz mümkündür. Ve ne satıldığına dikkat ederseniz,  sözleşmeli tarım ibareli,  çeşitli illerden gelen sebze meyve kasalarını da görebilirsiniz.

Sözleşmeli tarımı özendirici nitelikte, şirket yetkilisi, çiftçi, resmi temsilci toplantılarının da pıtırak gibi pek çok bölgede gerçekleştiğini izlemekteyiz.

Sözleşmeler,  yapan tarafları bağlar fakat yaşamımızın olmazsa olmazı gıda konusunda bizler yani tüketiciler neyi ne kadar biliyoruz? Sormak, sorgulamak,  sağlıklı beslenmek ve sonuçta gıda güvenliğimiz için bilgilenmek, bizim en doğal hakkımızdır.

Anadolu’nun bir köyünde konuştuğum çiftçi,  önceki yıl kendisine verilen girdilerle ekim yapan komşusunun toprağının yandığını ve bir sonraki yıl mahsul alamadığını dile getirmişti.

Nedir bu sözleşmeli tarım?

18/4/2006 tarihli ve 5488 sayılı tarım kanununda tarımsal üretim;  toprak su ve biyolojik kaynaklar ile birlikte tarımsal girdiler kullanılarak yapılan bitkisel, hayvansal, su ürünleri, mikroorganizma ve enerji üretimini,

Sözleşmeli üretim ise üretici ve yetiştiriciler ile diğer gerçek ve tüzel kişilerin karşılıklı menfaat esaslarına dayalı yazılı akitlerle yürütülen tarımsal üretim şeklini ifade eder.

Çiftçi kayıt sistemi (ÇKS) ise, bakanlık tarafından oluşturulan çiftçilerin kayıt altına alındığı tarımsal veri tabanını ifade eder.

Demek ki tarımsal üretim şekli konusundaki akitle şirketler üretim aşamalarında söz sahibi olabiliyor. Bunu zaten,  ‘tarladan sofranıza’ sloganıyla dönen market zincirleri reklam filmlerinden de anlıyoruz.

Çiftçi için teknolojik yardım ve ihtiyacın karşılanması,  alım garantisi, girdilerin temini, avans sistemi avantajlı olabilir ama neyi ekeceği konusunda vardığı anlaşma ile ekim zamanına kadar bekleyip ekim zamanı gelince fiyat konusunda bilgilendirilen çiftçinin,  tarih itibarıyla başka kalemlerin ekim fırsatını kaybederek teklif verilen fiyat onu zor duruma düşürse bile ekim yapmak zorunda kaldığı mağduriyet örneklerini okuyoruz.

Çok uluslu ve yerli market zincirleri sözleşmeli üretim ile gübre, tohum, fide, zirai ilaç gibi girdileri çiftçilere sağlarken üretimin başından market rafına kadar olan süreçte inisiyatifi elinde bulunduruyor. Öte yandan alıcılar risklerini en aza indirmek için şartları kendileri belirlerken, kuraklık, iklimsel olumsuzluklardan doğacak riskleri de çiftçi göğüslemek zorunda kalıyor.

Şirketler bu kadar yoğunlaşan kent nüfuslarına arzı sağlamak adına da endüstriyel üretim koşullarını çiftçiden beklemekteler. Bunu sağlayan çiftçilerle yola devam. Sağlayamayanlar? Piyasa bu şekilde örülürken, rekabette bulunamayan çiftçilerin üretimden uzaklaşıyor olması çok üzücü.

‌Perakende gıda sektöründeki dev payı göz önüne aldığımızda,  market zincirlerinin daha haris davranma eğiliminde olmalarından endişe etmemek elde değil. Büyük tarım alanlarının bu yöntemle market zincirlerinin kontrolüne geçmesi ve bu kadar büyük bir payın olduğu sektörde geniş yetkiler tanınması, gıda güvenliği konusunda endişe yaratırken salgın sonrası gibi kriz dönemlerinde, üretimin başından rafa kadar söz sahibi olmalarının bir sonucu olduğu düşüncesinden yola çıkarak,  fiyatların belirlenmesinde de esnetme, sündürme, indirim, çıktırım ifa mı etmekteler dedirtiyor!

‌Çiftçi Kayıt Sistemi belgesini artırma ‌konusunda gösterilen çaba ise, sözleşmeli üretimde aranan koşullardan olması nedeni ile ayrıca düşündürüyor. Oysa buradaki hukuki boyutun çelişkili olduğunu öğreniyoruz. Buna göre

**’Herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Genel olarak akit yapıp yapmama,  dilediği kişiyle akit yapma ve akdin içeriğini ve şeklini belirleyebilme konusundaki serbestiyi içeren bu ilkenin sözü edilen yönetmelikle aşılmak istendiğini söyleyebiliriz. ÇKS sistemine kayıtlı olmayan işletme sahipleri ile sözleşmenin yapılamayacağına ilişkin hükmün akit yapma serbestisine bir müdahale olduğu açıktır.’

Ezcümle, geleneksel üretimden endüstriyel üretime yöneliş nedeni ile uzaklaştırılan ya da piyasada ağır şartlar nedeniyle tutunamayan çiftçilerin çekilmesi üzücü ve kötü bir gidiş.  Ticarileşen rekabetçi üretim modeli masaya yatırılsın, korumacı tedbirler alınarak gerekli düzenlemeler yapılsın talebinde bulunmak elzemdir.

Çocuklarımızı, sağlığımızı ve cebimizi ilgilendiren bu konunun devlet yetkilileri, ziraat ve gıda bilimcileri ve çiftçilerle bir araya gelinerek çözüme kavuşturulması ve olumlu yöne everilmesini bekliyoruz.

*Ekonomist/ Ayşegül Sakarya Pehlivan

**Sözleşmeli Tarım / Devlet ve Hukuk/ Hakemli Makaleler/TBB Dergisi Sayı 86/ İlker Kılıç- Özgür Bor