Göbekli Tepe’yi ilk kez 1995 yılının Kasım ayında gördüm. Klaus ile birlikte gitmiştim. Urfa’dan geldiğimiz aracı bazalt taşlarıyla dolu ve kapkara, gevrek bir toprağın başladığı alanda bırakıp Göbekli Tepe’ye ulaşmak için yürümeye başlamıştık. Hafif bir eğimle tırmanarak ilerliyorduk. Bazalt taşlarından sonra kireçtaşından oluşan kayalık ve basamaklı bir alan başladı. Kireçtaşı olan bölümde anakaya işlenerek basamak benzeri alanlar yapılmıştı; bazı bölümlerde de insan eliyle yapılmış birçok küçük oyuk vardı.
Göbekli Tepe’ye binlerce yıldır insanların ulaştığı güzergâh bu idi. 1995 yılında ise biz arkeologlar ve tepede bir bölümü tarla olarak kullanan Örencik köyünden Yıldız ailesi halen yürüyerek bu yolu aşıyorduk, çünkü bir motorlu aracın ilerlemesi mümkün değildi. Sadece bekçimiz ve tarla sahiplerinden Şavak Amca’nın at arabası yavaş yavaş çıkabiliyordu. Aşağı inerken de atın bacaklarına araba çarpmasın, hayvan zorlanmasın diye arabanın yanında iki üç kişi yürür ata yardım ederdi.
İşte yaklaşık 1 km’lik bu yolu katettiğinizde ve ilk düzlüğe ulaştığınızda anakaya üzerinde halı gibi yayılmış yoğun, çakmaktaşı parçalarından oluşan bir alana gelirdiniz. Ben ilk kez bu alana geldiğimde Klaus kaya üzerinde dik duran 1 metre boyunda bir heykel parçasını çizmeye başlamıştı. Bu eserin belgeleme işlemleri tamamlandığında yine at arabasıyla aşağıya indirilmiş, sonra müzeye götürülmüştü. Daha o zaman Klaus ile çalışmaya başlayan ve 20 yıl boyunca onun değişmez ekibi olan Örencikliler, eseri incitmemek için nasıl battaniyelere sardıklarını, at arabasının tahta platformunda taşıdıklarını anlatıyorlar.
Klaus’un 1995 yılında karşısında durup çizdiği Göbekli Tepe’de bulunan ilk eserlerden olan bu parçanın bulunduğu yerde şimdi ahşap kalıplar içine dökülen harçlar, parke taşlarından bir platform ve evet, beton var. Betonun altına da nerdeyse 30 cm kalınlığında kum, ya da mıcır, tam olarak adını bilmediğim ama modern yol inşaasında kullanılan bir malzeme ve bunu eze eze, sıyıra sıyıra yayan iş makineleri var.
Bu anakaya üzerindeki alanın biraz batısında ise kazı sisteminde heykel atölyesi adını verdiğimiz buluntu noktası bulunur. Adı heykel atölyesi çünkü başaşağı duran henüz çalışma aşamasında olan bir neolitik dönem heykel parçası halen orijinal durumunda orada. Ama 2014 yılından beri bu alana bir hediyelik eşya satış mekânı ve bir bekçi kulübesi yapıldı. Heykel atölyesini görmek isteyen bu kulübelerin arkasına doğru bakıp aramak zorunda.
Bu bahsettiğim alan ve Göbekli Tepe’ye ulaşan kaya platosundaki güzergâh acele ve ısrarlı planların daha önce de ilk hedefi olmuştu.
1997 yılında kazı çalışmaları için Eylül ayında ekip Urfa’ya geldiğinde kaya platosu üzerindeki o güzelim orjinal anakaya güzergâh iş makineleri ile parçalanmış ve araç çıkabilecek bir yol yapılmıştı. Neolitik döneme ait izlerin olduğu dev kireçtaşı bloklar kırılarak açılan yolun yan taraflarına istiflenmişti. O zamanlar kazı çalışmalarında daha iki yıl tamamlanmıştı ve kazıyı Klaus Schmidt yapsa da, tüm ekibi, ödeneği getirse de bu tür kararları müze alıyordu ve bu güzergâhın neolitik döneme ait olduğunu düşünemeyerek hazır yakına bir dozer gelmişken yolu da açalım diye bunu yapmışlardı.
Aynı alan çevre düzenlemesinden önce ve sonra…
Her yıl bir kriz
2006 yılında ise Göbekli Tepe’de ikinci kez bir yol krizi yaşandı. Kazı ekibi Urfa’ya geldiğinde, bu sefer Göbekli Tepe’ye yeni bir yol hedefiyle güneydoğu yönünden yepyeni bir güzergâh, birinci derece SİT alanı içersinde ve gerçekten çok büyük kütleler hareket ettirilerek açılmıştı. Bu yol Göbekli Tepe’ye geliş istikametini tamamen değiştiriyor, Göbekli Tepe ile bağlantısı olan Örencik köyünü tamamen koparıyor ve şehirden direk neolitik dönem yapılarının yanı başına asfalt yolla gelinebilecek çok hızlı bir yol yapımını kapsıyordu. Ek olarak da bir kıl çadır kurulması ve ayran-gözleme satışı planlanmıştı zamanın valisi tarafından.
Kazı ekibi olarak bu yolun yapımının karşısında durduk, hem SİT alanı içersindeki tahribatı hem Örencik köyü ile Göbekli Tepe’nin bağlantısının kesilmesini önlemek adına. Zamanın il kültür müdürü ve valisi ne kurul iznine ne bir görüşe ihtiyaç duymadan bu yolu açmaya başlamış ve yukarıda bahsettiğim şimdi yeni parke taşlı, betonlu alanın yapıldığı yere bir de ayaklarına yine beton dökerek sağlamlaştırdıkları bir ışıklı tabela yerleştirmişlerdi. Ama Göbekli Tepe’de ne elektrik ne de su kaynağı vardı. Onları da getireceklerdi tabii. Sonra ahşap elektrik direkleri geldi, SİT alanı içine 30’dan fazla direk dikip elektrik getirilecekti.
Kültür Bakanlığı’ndan Koruma Kurulu’ndan yardım istedik, bu kadar hızlı ve plansız yapılan bu tür müdahalelerin Göbekli Tepe’ye vereceği zararı anlattık. Henüz kontrollü bir girişi, alan yönetimi, master planları yapılmadan bunların yapılmaması gerektiğini konu ile ilgili herkese defalarca anlattık. Bu uğraşlarımız kazı ekibine karşı karalama ve kötüleme, ithamlarda bulunma, kazı izninin verilmemesine uğraşma gibi tepkilere neden oldu. Zamanın valisi kazı ekibinin burada bir şey sakladığını, ziyaretçi istemediğini iddia etti, hatta kazı için Avrupa’dan çok büyük paralar alındığına dair çirkin ithamlarda bulundu. İl kültür müdürü ise sürekli kazı ekibi hakkında şikâyetlerde bulunuyor, çok yavaş çalıştığımızı, böyle giderse bin yılda kazının bitmeyeceğini söylüyor ve kazı izninin başka ekibe verilmesi için canla başla çalışıyordu. Çünkü yanlışa yanlış demiştik.
1995 yılındaki görüntüsü
Göbekli Tepe panayır yeri olmasın
Uğraşlarımıza destek de geldi biraz, yerel gazetelerden birinin yazı işleri müdürü aracılığıyla kazı alanında bir toplantı düzenlendi. Vali, il kültür müdürleri ve bir CHP milletvekili katıldı. Buluşmanın sonunda nihayet ikna olundu, tamam yolun yapımını durduralım, ışıklı tabelayı da ordan kaldıralım denildi.
Ama ille yeni bir yol yapılacaktı, onun güzergâhı için yeni bir yıpratıcı dönem başladı. Koruma Kurulu görüşlerini sormak için Klaus’u Mardin’de yapılacak bir toplantıya davet etti, ama kurul üyelerinden biri Klaus’un toplantıya katılmasını istemediği ve itiraz ettiği için, Urfa’dan kazıyı bırakıp gelen Klaus’u kapıda beklettiler, içeriye almadılar.
Bu arada valilik tarafından birkaç yol açma denemesi daha yapıldı. Klaus artık gözlerine inanamıyor ve bu kadar yola gerek var mı diye soruyordu. Kazı ekibinin yıllardır kullandığı Örencik köyü içinden geçen yolun iyileştirilmesi ve yeni bir yol açılmaması için çok uğraştık, dönemin Belediye Başkanı A.E. Fakıbaba da bu uğraşları destekledi ama valilik ısrarla bugünkü yeni yolu açtı, şimdilerde Örencik’ten gelen yolun önüne bir barikat bile yapıyorlar.
2006 yılından itibaren kazı ekibi olarak, Göbekli Tepe’nin topografik konumunun özelliklerine dikkat çekerek bize bulunmaz korunma yöntemleri sunduğunu açıklayan raporları yazdık, yayımladık. Göbekli Tepe binlerce yıl modern yapılaşmadan uzak kalabilmiş, kendi doğal ve sakin ortamını koruyabilmiş bir alandı. Bu arkeolojik araştırmaların yapıldığı alanlarda hemen hemen hiç rastlayamayacağınız bir durumdu. Bu yüzden ziyaretçinin yönlendirileceği güzergahların iyi seçilmesinin önemi gelecek için büyüktü. SİT alanı sınırında bir ziyaretçi merkezi yapılıp, ziyaretçinin önce burada bilgilendirilip sonra kazı alanına getirilmesini öngören taslaklar geliştirdik hep. SİT alanı içersinde büyük araçların park etmemesi için ziyaret merkezinden itibaren karşılıklı çalışacak servis araçları olsun diye önerdik, hatta bunlar elektrikli olsun çevreyi kirletmesin diye umduk, Klaus bu tür araçlar için kendisi araştırma yaptı hatta.
Alanda ziyaretçi gezisini tamamladıktan sonra atık üretmesin, ihtiyaçlarını karşılamak için tekrar ziyaretçi merkezinin bulunduğu alana ulaşsın, kahvesini orada içsin, alışverişini orada yapsın, Göbekli Tepe’de panayır alanı olmasın, ziyaretlere dingin, sessiz bir ortam oluşturulsun diye uğraştık.
Önce turnike
Ama daha Klaus hayattayken, 2012’de, önceden ışıklı tabelanın konduğu yere, heykel atölyesinin, kaya tapınağının yakınına turnike koymak isteyen bir genel müdür yardımcısı karşımızdaydı. Aynı alana turnikelerin yanına WC, kafeterya gibi üniteler de hemen yapılmalıydı bu kişiye göre.
Bu arada SİT alanı dışında bir ziyaretçi merkezi inşaası başlamış ama bir iki yıl bitirilememişti. Bittiğinde ise döşemeleri çoktan kırılmıştı ve atık su kanalları bina bittikten sonra yapılmaya başlanmıştı. Bu yapı kullanılmadan yıkıldı, yerine 2014 yılından sonra başka bir inşaat başladı.
2013 yılında Kültür Bakanlığı Göbekli Tepe için çevre düzenlemesi planlarını hazırlamıştı. Klaus’un da görüş verme şansı oldu. O da yürüme yolları istiyordu. Ziyaretçiler orijinal yüzeyden çakmaktaşı parçalarını topluyorlardı, bunu engellemek için ve kontrollü bir güzergâh olması için kazmadan, beton dökmeden bir yol yapılmasını diledi, örnekleri vardı birçok yerde. Ahşap yürüme yollarıydı çözüm. Bunların da direkt yüzeye yerleştirilmemesini, çok alçak bir köprü gibi ilerlemesini tavsiye etmişti. Bu kısmı olmadı, ama en azından ahşap yürme yolları yapıldı. Seçilen ahşap eski demiryolu malzemesiydi, sıcakta birtakım zehirli maddeler yayabileceği söyleniyordu ve ayrıca yapımını üstlenen firma çok özensiz çalışmış ve başımızı çevirdiğimiz anda kazı da yapmış, duvar taşlarını da etrafa atmıştı. Ayrıca planın dışında keyfi eklemeler, çıkarmalar da yapılıyordu. Mesela seyir terasları. Mesela kazı ekibinin çalışma alanına giden güzergâh. Mesela 200 metrelik yürüme yoluna 29 tane kamera yerleştirme planları.
Göbekli Tepe kazı alanından ibaret değil
Sormamız gereken sorular:
2014 yılında koruma çatısı inşaatı başlayacağı ve alanın ziyaretçiye kapatılacağı bilinmesine rağmen 2013 yılında neden yürüme yolları yapıldı, koruma çatısının kapatacağı bilinen alanları görmek üzere seyir terasları niye yapıldı?
Koruma çatısı inşaası bitti, şimdi bu ahşap yollar kaldırılıp yerine beton harçlı, parke taşlı yollar niye yapılıyor?
Ziyaretçi merkezinden kazı alanına kadar olan yolda sadece karşılıklı servis araçları çalışacak olmasına rağmen bu yol neden 8 metre genişliğe ulaştırılmaya çalışılıyor ve çalışma sırasında neolitik dönemden beri el değmemiş bir topografyaya müdahale ediliyor?
SİT alanı dışında geniş alan kapsayan ve birkaç binadan oluşan yeni ziyaretçi merkezi yapılmasına rağmen neden tepede kaya tapınağının hemen yanında bir park yeri, bir kafeterya ve satış mağazası daha yapılıyor?
Neden tüm binalardan, koruma çatısından, yürüyüş yollarından önce, ilk iş metal turnikeler yapılır? En son aşamada kullanılacak şey neden en başta yapılır?
Göbekli Tepe sadece kazı yapılan alanlardan ibaret değil, tüm üretim zincirini gösteren taş ocakları, işlikler SİT alanı içersinde çeşitli noktalarda kaya platosu üzerine dağılmıştır. Buna rağman bu bütünlük anlaşılmaz ve kazı yapılan alana yaklaşıldığında Göbekli Tepe başlıyor sanılır. O alanda bulunan “taş bahçesi” bizim kazı alanında bulduğumuz büyük boyutlu kırık eser parçalarından bir kısmını numaralı ve sıralı şekilde dizdiğimiz bir alandır. Etrafı yine kazı dolgusundan çıkan işlenmemiş kırık taş parçalarıyla çevrelenmiştir. Bu geçici bir çözümdü; büyük bir etüdlük eser deposunun da olacağı bir kazı evi yapıldığında bu eserler oraya taşınacaktı. Nasıl tesadüfi bir algıyla çevre planında ilerlendiğinin bir göstergesi de bu alanın bir kapı, giriş gibi görünmesi, biz “taş bahçesini” oraya kurmasaydık, park yeri olacaktı herhalde.
Ben bir arkeolog olarak ve Göbekli Tepe kazı çalışmalarına 20 yıl katılmış biri olarak gördüklerimi, gözlemlerimi ortaya koyduğumda bunu yalanlamak için neden bu kadar çaba sarf edilir?
UNESCO yolu!
“Yolu UNESCO için yapıyoruz” demek nasıl bir bilgisizliğin göstergesidir? 2011 yılında ilk UNESCO adaylık başvurusunu hazırladığımızda Göbekli Tepe için ortaya koyduğumuz en değerli unsurlardan birisi modern yapılaşmadan uzak kalmışlığı, neolitik dönem unsurları ile hem koruma, hem araştırma, hem araştırmanın yerinde gösterilebilmesi için emsalsiz bir örnek olduğu idi. Göbekli Tepe UNESCO dünya kültür mirası listesinde olsaydı bu yolları, betonları, parke taşlarını, kafeterya ve satış mağazasını yapmak için listeden çıkarmaya uğraşacaklardı herhalde.
Ürdün’ün ünlü Petra vadisinde ziyaretçiler kumda değil parke taşta yürüsün diye bir çalışma neden yapılmıyor? Amerika’da Yellow Stone doğal parkında araçla giriş neden sınırlı, neden geniş bir otoban yapıp daha çok araç almıyorlar da sayıyı azaltmaya çalışıyorlar? Neden Fransa’da Lascaux mağarasında orijinal prehistorik kaya resimleri ziyaretçilerin nefesinden etkilenmesin, zarar görmesin diye 800 metre uzakta birebir kopyasını yapıp ziyaretçiye sadece bunu gösteriyorlar ve buna rağmen yılda 400 bin kişi buraya geliyor? Neden Malta’da Hypogäum en çok ziyaretçi çeken yer olmasına rağmen sadece ön randevuyla ve günde sınırlı sayıda insan tarafından gezilebiliyor?
Çünkü doğal ve kültürel mirası koruyarak paylaşmanın da yolları var.