Hamd âlemlerin Rabbine, salat ve selam da O’nun pak Rasulüne olsun.
“En hayırlınız, aileniz için hayırlı olandır. Bana gelince ben, aileme karşı sizden en hayırlı olanınızım.” (Heysemi, IV/302)
Biz Rasûlullah(asv)’ın sözlerinin doğruluğuna bütün kalbimizle inanıyoruz. O halde ailevi problemlerimizi gidermede, ailemizle olan ilişkilerimizi en iyi seviyeye getirmede alacağımız en güzel örnek de O’ndadır(asv).
Aileleri günümüz buhranlarından kurtarmak, yıkılması muhtemel yuvaları kurtarmak ve aile saadetini yeniden tesis etmek istiyorsak, Rasûlullah(asv) Efendimiz’den öğreneceğimiz ve uygulayacağımız çok şey var.
Efendimiz(sav)’in ailesine karşı gösterdiği en önemli iki davranış, onlara ilgi ve sevgi göstermesidir. Şefkat ve merhameti neden ilk sıraya almadığımız sorulabilir ancak O’nun(asv) hayatına baktığımızda eşleri ve çocukları merhamete muhtaç olmadıklarında da Efendimiz(asv) onlarla ilgilenmiştir. İnsan şefkat ve merhamete her zaman ihtiyaç duymaz. Ancak ilgi ve sevgi her zaman ihtiyaç duyulan şeylerdir.
Şimdi bizler, aile fertlerimiz sağlıklı olduğunda onlarla ilgilenmeyebiliyoruz. “Nasıl olsa iyi… Karnı tok, sırtı pek.” tarzı düşünüp onlara ilgi göstermek yerine işimize bakabiliyoruz. Ancak Rasulullah(asv) öyle miydi?
Efendimiz(asv) eşleri arasında adaletli davranırdı. Hem ferdi hem toplu olarak onlarla özel ilgilenirdi. Yürünmeyen yollara şeytan diken koyar. Bu akrabalar, arkadaşlar arasında da böyledir. Efendimiz de eşlerinin arasına ayrılık girmesin, birbirleri hakkında kötü düşünmesinler diye onları hemen her akşam bir araya toplar, onlarla muhabbet ederdi. Her gece bir eşinin yanında kalırdı. Eşleri arasında ayrımcılık yapmazdı.
Bazen günümüz şartlarında ailemize ilgi ve sevgi göstermenin zor olduğunu düşünürüz. Eskiyi düşünürüz. Telefon, televizyon, bilgisayar ve diğer oyalayıcı aletler yoktu. O devrin insanlarının bizden şanslı olduğuna kanaat getiririz sonra. Ancak o zamanlar şimdiki gibi hayatı kolaylaştırıcı imkânlar da yoktu. Evlerde çeşme bile yoktu. Un elde öğütülürdü. Ayakkabı bile elde dikilirdi. Örnekleri çoğaltabiliriz.
Bütün imkânsızlıklar içinde ailesiyle ilgilenmeye imkân bulurdu Efendimiz(asv). Her sabah namaza giderken kızı Fatıma’nın(r.a) kapısını çalar, onu namaza kaldırırdı. Fatıması gelince ayağa kalkar, onu ayakta karşılar, komşu olmalarına ve her gün görüşmelerine rağmen onu öperdi.
Eşlerine gelince… Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, geçmişten günümüze kadar evinin içine kadar girebildiğimiz, ailesiyle hemen her türlü münasebetini konuşup örnek alabildiğimiz ve bunun caiz olduğu tek kişidir
Rasûlullah(asv). İnsanların en hayırlısının, her şeyi en iyi bileninin, yokluk ve ailevi sorunlar içinde dahi en mutlu hayatı yaşayanın evine giremesek, hayatını öğrenemesek ne kötü olurdu değil mi?
En mutlu hayat dedik de, aslında o mutlu ortamı oluşturmaya da çaba gerekiyor. Kendisi ve davası için canlar feda edilenin paylaşılabilmesi mümkün değildi. Eşlerin birbirini kıskanması, yoksulluk, savaşlar, münafıkların hileleri, müşriklerin baskıları, hak davayı uzaklara ulaştırma derdi, sahabeler arasındaki meseleler, halkın sorunları… Ne çok sorun var, değil mi? Bazen birkaç iş bir arada olunca “Kaç parçaya ayrılacağımı şaşırdım.” diyoruz. Halbuki her parçanın yeri ve zamanı ayrı…
Gece namazı kılmak için Hz. Aişe annemizden izin alırdı Rasulullah(asv). Babası savaşta ölen Hz. Safiye annemizle sabaha kadar dertleşmişti. Hudeybiye barışı sırasında içinden çıkamadığı ve kendisini hüzne gark eden bir meseleyi Ümmü Seleme validemizle yaptığı istişare sonunda çözmüştü. Bir devlet başkanı düşünün ki, en kritik zamanda eşiyle istişare etsin. Gafiller bunu anlayamaz.
Gelelim hane-i saadete… Hepimizin evi gibi Rasulullah(asv)’ın evi de hemen her türlü duyguya ve soruna şahitlik ederdi. Örneğin eşlerin birbirini kıskanması ciddi bir mesele idi. Bu kıskançlık, Efendimiz(sav)’in bir eşi tarafından gönderilen bir yemeği, diğer eşinin yere fırlatması ve tabağı kırması kadar büyüktü. Bir eşin diğerinin boyuyla ve yaşıyla alay etmesine kadar varıyordu. Ancak Efendimiz(asv) engin hoşgörüsü, şefkati ve sakinliği ile meseleler alevlenmeden söndürmesini biliyordu.
Her hanımın ayrı odası vardı ve bu odaların her birinden ayrı bir hissin, ayrı bir olgunun kokusu yayılırdı. Kiminden ilim, kiminden el becerisi yahut yemek, kiminden nezaket, kiminden diğerkâmlık, kiminden saflık ve berraklık, kiminden itaat, huşu, yardımseverlik…
Aişe annemizin odası mescidin hemen yanındaydı ve odanın mescide açılan bir penceresi vardı. Bu vesile ile Efendimiz(asv)’ın ashabına ettiği bütün nasihatleri dinler, öğrenir, ilmini artırırdı. Efendimiz(asv) itikâfta iken Âişe annemiz o pencereden elini uzatır, Sevgilisinin başını okşar saçlarını tarardı.
Safiye annemiz güzel yemekleri, Hafsa annemiz ilmi ve cesareti, Sevde annemiz saf temiz yüreği, Zeyneb validemiz de yardımseverliği ile meşhurdu. Ümmü Seleme annemiz, hanımlar arasındaki sorunları çözmede ustaydı. Hz. Meymune ilk hemşirelik teşkilatını kurmuştu ve yaralılarla ilgilenmek için savaşa gidiyorlardı. Hepsi birbirinden kıymetli ve yetenekli bu insanları dağılmadan bir arada tutan bir şey vardı: Rasulullah(asv) sevgisi.
Dışarının onca yükünü çektikten sonra eve gelip eşlerine yardım eden, onların sorunlarını dinleyen, sıkıntılarıyla ilgilenen Efendimiz(sav)’e bakıyoruz. Bir de dışarının onca yükünü çektikten sonra eve gelip evin işleriyle de tek başına baş etmeye çalışan günümüz kadınlarına. Zalimsin dünya! Kadına kadınlığını ve anneliğini; kocaya kayyumluğunu, ev babalığını ve merhametini unutturacak kadar zalim… Aile içinde ilgi ve sevgiye sıra bile gelmiyor zaten, kendisini sürekli parmağımızla okşamamızı isteyen telefonlarımız dururken…
O’nu okumak, O’nu yaşamak, en önemlisi de O’nun hayatının yaşanılır olduğunu insanlığa göstermek zorundayız. Gösterelim ki çürümesin aile binası, huzura ersin toplum. Vesselam…
Sezgin Özbay / Nisanur Dergisi, Mayıs 2021