6102 sayılı TTK m. 4 hükmünde, bir davanın ticarî dava niteliğinde olup olmadığının tespiti bakımından üç ayrı kıstas kabul edilmiştir:
(i) Bunlardan ilki, tarafların sıfatına ve işin ticarî işletme ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın ve başka hiçbir şart aranmaksızın TTK veya diğer kanunlarda ticarî sayılan davalardır
(mutlak ticarî davalar).
Mutlak ticarî davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticarî niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalardan olup; TTK m. 4(1) hükmünde (a) ilâ (f) bentlerinde sayılmıştır.
(
ii) İkincisi ise,
yalnızca bir ticarî işletmeyle ilgili olmasına rağmen ticarî nitelikte kabul edilen davalardır. TTK m. 4(1)-son cümle hükmü uyarınca ikinci grup ticarî davalar, yalnızca bir tarafın ticarî işletmesini ilgilendiren havale, vedia (saklama) sözleşmesi ile fikir ve sanat eserlerine ilişkin haklardan doğan davalardır. Bu nevi davaların ticarî nitelikte sayılması için yalnızca bir tarafın ticarî işletmesiyle ilgili olması TTK’da gerekli ve yeterli görülmüştür.
(iii) Üçüncü grup ise
, n
ispî ticarî davalar olup, TTK m. 4(1) hükmü uyarınca her iki tarafın ticarî işletmesiyle ilgili hususlardan doğan ve iki tarafı da tacir olan hukuk davaları ticarî dava sayılır.
Bu hükme göre bir davanın ticarî dava sayılabilmesi için, hem iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirmesi, hem de iki tarafın tacir olması gereklidir. Bu şartlar birlikte bulunmadıkça, uyuşmazlık konusunun ticarî iş niteliğinde olması veya ticarî iş karinesi sebebiyle diğer taraf için de ticarî sayılması davanın ticarî dava olması için yeterli değildir.
TTK m. 19/2 hükmü uyarınca, taraflardan biri için ticarî iş niteliğindeki bir sözleşmenin diğer taraf için de ticarî sayılması, davanın niteliğini ticarî hale getirmeyecektir. Zira TTK, kanun gereği ticarî dava sayılan davalar haricinde, ticarî davayı “ticarî iş” esasına göre değil, “ticarî işletme” esasına göre belirlemiştir. Hâl böyle olunca, işin ticarî nitelikte olması tek başına davayı ticarî dava haline getirmez.
Yukarıda anılan ilke ve esaslar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu uyuşmazlık, 6102 sayılı TTK’nın 4. maddesinde tahdidi olarak sayılan mutlak ticarî davalardan değildir. Dolayısıyla, taraflar arasındaki uyuşmazlığın ticarî dava sayılabilmesi ve ticaret mahkemesinde görülebilmesi için tarafların her ikisinin de tacir ve dava konusunun tarafların ticarî işletmeleriyle ilgili olması gerekir.
Davacı tarafın sözleşme tarihi itibarıyla ….Ticaret Sicil Müdürlüğünün …. sırasına kayıtlı gerçek kişi tacir olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 6120 sayılı TTK m. 16(1) hükmüne göre, kendi kuruluş kanunları gereğince özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek veya ticarî şekilde işletilmek üzere Devlet, il özel idaresi, belediye ve köy ile diğer kamu tüzel kişileri tarafından kurulan kurum ve kuruluşlar da tacir sayılır. 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un (2560 sayılı Kanun) ek 5. maddesinde bu Kanun’un diğer büyükşehir belediyeleri hakkında da uygulanacağı düzenlendiğinden, diğer büyükşehir belediyelerinin bünyesinde kurulan su ve kanalizasyon idareleri de 2560 sayılı Kanun’a tabidir. Bu nedenle, belediyeler tarafından özel hukuk hükümlerine göre yönetilmek ve ticarî şekilde işletilmek amacıyla 2560 sayılı Kanun’da belirtilen görevleri yerine getirmek için kurulan kurum ve kuruluşlar (su ve kanalizasyon idareleri) 6102 sayılı TTK’nın 16. maddesi gereğince tacir sayılırlar (Bkz. Yargıtay HGK’nın, 21/09/1983, E. 1980/11-2721, K. 1983/323; 15. HD’nin 21/12/2017, E. 2016/3005, K. 2017/4527; 11. HD’nin 30/10/2013, E. 2013/1471, K. 2013/19127 tarih ve sayılı kararları).
Şu hale göre, dava konusu olayda her iki tarafın da tacir olduğu ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticarî işletmesini ilgilendirdiği anlaşıldığından, eldeki dava 6102 sayılı TTK m. 4(1) hükmü uyarınca “nispî ticarî dava” niteliğindedir. Eldeki dava ticarî dava niteliğini haiz olduğundan, uyuşmazlıkta asliye ticaret mahkemesi görevlidir.
Yukarıdan beri anlatılan hukuksal çerçevede; uyuşmazlığın adlî yargı yerinde çözümlenmesi gerekli olup, nispî ticarî dava niteliğinde olan eldeki davada asliye ticaret mahkemeleri görevlidir. Hâl böyle olunca, eldeki davada görevli olan mahkemece toplanan ve toplanacak deliller çerçevesinde işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yasal ve yerinde olmayan gerekçelerle idarî yargının görevli olduğundan bahisle yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz görüldüğünden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353(1)-a-3 maddesi gereğince kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın yeniden görülmesi için dosyanın yerel mahkemeye gönderilmesine karar vermek gerekmiştir.