Haşmet Babaoğlu – Gazeteci, yazar, sosyolog.

– Aşk yazarı değil; ilişkiler yazarı.
– Spor yorumcusu değil; futbol yorumcusu.
– Sosyal değil; asosyal.
– Komik değil; melankolik.
– Polyanacı değil, sosyolog.
– Kaplan değil; kedi.
– ‘Baba’ değil; mütevazi.
– Muhalif değil: yaşamdan taraf.
– Herşey hafif; sevmek ağır.
– Yanlışlarla kazanmak değil; doğrularla kaybetmek.
– Bir ses gelseydi değil; sese kulak verseydik.
– Dindar değil; şükür eden.
– Akıl birliği değil; akılların birliği.

İşte 20 Soruluk Söyleşiler ‘de dördüncü konuğumuz Haşmet Babaoğlu ‘nun bugüne kadar bende bıraktığı izler.

NTV’deki 90 Dakika ‘da parmaklarını yukarı kaldırmış “Bir dakika! Buraya dikkat!” derken; TV8’deki Yaşamdan Dakikalar ‘da Hıncal Uluç, Sunay Akın ve Nebil Özgentürk ile birlikte samimi muhabetlerin arasında ve Vatan Gazetesi’ndeki köşe yazılarında görüyoruz bolca Haşmet’i.

Medyada şımarık zenginlerin ‘açlara’ bu kadar çok ‘gıda’ malzemesi olmasına takık bu aralar. Zenginliği paranın aldığı bir rahatlık olarak görüyor ve “Babası Hilton olmayan ‘arıza’ kadınlardan ne haber?” diye soruyor :

“Başkalarının gözünde bütün ‘arızaları’nı meşru gösterecek kadar güçlü, üstün ve ‘yabancı’ olabilmeyi, o rahatlığı elde etme imkânını verir zenginlik. Yoksullar hayatlarında bir kez dağıtsa, hemen bir kenara yazılır, mimlenir. Bedelini ödemek bazen bir ömür sürer. Zengineyse eğlencedir bu! Hele güçlü zenginlerin oğullarında, kızlarında ‘arıza’lı davranışlar süs gibi görünür, öyle algılanır. Toplumsal kanatların bu kadar hesapçı, içtenliksiz ve alçak bir özelliği vardır. Ve zenginlik, gerektiğinde o kanaatleri satın alabilmektir…” ve soruyor Paris Hilton ve bezerlerini hayallerinde yaşatan delikanlılara “Siz, babası otel zincirinin varisi, kendisi rantiye olmayan ‘arıza’ kadınları sevip beğenmeye cesaretiniz var mı, onu söyleyin .”

1955 doğumlu Haşmet Babaoğlu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji mezunu. Aynı okulun İktisat Fakültesi Siyaset Sosyoloji’de yüksek lisans yapmış. Ancak gerçek lisansı okul sonrası işsiz güçsüz geçirdiği 9 yıllık “serserilik” döneminde yapmış. Hayatı ve insanları işte bu dönemde tanımış doyasıya. Seksenli yıllardaki bu serserilik döneminde cebine giren üç beş kuruş da ansiklopedilerine yazdığı teliflerden gelmiş.

Sonra bir tesadüf sonucu ve süpriz bir kararla gazeteciliğe başlamış Nokta Dergisi’nde. İlk futbol yazılarını yazdığı Yeni Yüzyıl Gazetesi’nin kuruluşundan kapanışına kadar içinde olmuş. Yeni Binyıl’daki yayın koordinatörlüğü ve köşe yazarlığını Sabah takip etmiş. Şimdi Vatan’da; 8 yıldır da NTV’nin 90 Dakika’sı devam ediyor.

Sevginin ağırlığını ölçmeye yönelik teşebbüsleri de var Haşmet’in:

“Nasıl oluyor da, seni seviyorumlar bir süre sonra ve iç burkucu biçimde beni boğuyorsuna dönüşüveriyor? Uzun ve acıklı bir hikaye.. Ama şurasını olsun söylemeliyim; Sevmek ağırdır. Uykuları kaçırır, uyanıklığı sarhoşluğa çevirir… Oysa modern insan her şey hafif olsun istiyor, sevmek bile !… Mümkünse sadece sevilmek istiyor. Ancak ayrılık acısı çökünce, terk edilince, özlem ateşiyle yanınca farkediyor ki, seviyormuş… Ancak o zaman farkediyor ki, vakit hiç de iyi geçmiyor!”

Haşmet’in sihirli kelimesi “özlem” . Aşk’ın tarifini de yine onunla yapıyor; “aşk özlemektir, hep bir aradayken bile garip biçimde özlem duygusunun sürmesidir.”

Yazdığı “Herkes Birbirine Sevgi Herkese Karşı”, “Bekle Beni Gelmeyeceğim”, “Rüyalarını Ver Bana” ve “Haydi Kıralım Hayallerimizi” kitaplarında açıyor bizlere yüreğinin ve beyninin derinliklerini.

İnsanın duruşunun nasıl olduğundan ziyade diğer insanlara karşı duruşun nasıl olduğu; ‘Gerçekte başka insanlar var mı, yok mu?’ sorusu çok önemli. Düşmanının da insan olduğunu bildiğin zaman iş değişiyor. “Başka bayraklar olmasa bayrağımızın değeri; başka duruşlar olmasa duruşumun anlamı olur mu?” diyor Aksiyon Dergisi ile yaptığı röportajda :

Konu spora gelince “Spordan verebileceğinden fazla şey istiyoruz. Problemler de sporun bir oyun olduğunu reddettiğimiz anlarda başlıyor” diyor ve dergiye başından geçen bir hikayeyi anlatıyor:

“Geçen gün bir mağazayı dolaşıyoruz. Bir güvenlik görevlisi, beni durdurarak, ‘Abi Fatih Altaylı’yı dövenlerden birisi benim abimdi. Çok iyi Fenerbahçeliyim.’ dedi. ‘Öteki dünya var mı senin inancında?’ dedim. ‘Tabii abi.’ dedi. ‘Orada sana, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Galatasaraylı olup olmadığını mı soracaklar, buna mı inanıyorsun?’ dedim. ‘Haşa abi ne alakası var.’ dedi. ‘O zaman bu ne?’ dedim. Ben de sağlam bir Beşiktaşlıyım. Ama bir dakika. Memleketi, bütün bir dünya arıyoruz sporda. Hatta sözünü ettiğim gibi neredeyse öteki dünyayı da arayacaklar. Spor bir oyun. Güzelliği de orada. Oyun içinde taraftar olunur, hayatta değil.

Sadece Türkiye’de değil, heryerde modern sporun hücrelerine kadar sızmış bir virüs olduğuna inanıyor Haşmet; adına da Mutlak ve kalıcı başarı virüsü diyor. “Spor buysa, sevmek zorunda mıyız?” diye sorup hırsın yarattığı acımasızlığa çok çarpıcı bir örnek veriyor:

2 çocuğunun aynı zamanda antrenörü olan Fransız Fauviau 2000-2003 yılları arasında çocuklarının karşılaştığı 27 rakibin içeceklerine maçtan önce gizlice yatıştırıcı ve antidepresan türü ilaçlar katmış. Bu rakiplerden biri olan Lagardere kaybettiği maçtan sonra aşırı bitkinlikten arabasıyla evine dönerken ilacın etkisiyle trafik kazası yapıp hayatını kaybetmiş. Fauviau’nun mahkemedeki savunması herşeyi gözler önüne koyuyor: “Yalnızca çocuklarımın kazanmasını istediğim için yapmadım bunu. Aynı zamanda çok başarılı bir ‘coach’ olarak tanınmak istiyordum.”

“En çok okunan” köşe yazarı olmak veya bir “gazeteyi yönetmek” gibi hevesleri olmamış hiç Haşmet’in. microsoft.life’da “normal karakterler, internette çırılçıplak” söyleşisinde söylediğini bana da aynen tekrarladı:

“İnsanın genç yaşta mutasavvıf bir çizgiden geçmesi öyle farklılaştırır ki… ‘Sevilmek ve okunmak’ yazan bir adam için çok güzeldir. ‘Medya dünyasındaki en birincilerden biri olmalıyım’, demek benim insani terbiyeme ters. Hiçbir etkili yazı, güzel bir insanla birlikte olmaktan daha hoş olamaz.

İşte 20 Soruluk Söyleşiler’de Haşmet Babaoğlu’nun verdiği cevaplar:

1. Herhangi bir kişinin en favori insanı mısın? Neden?

Şimdi kendi kendime gelin güvey olmayayım. Bunu bana sık sık hissettirenler oldu hayatımda, hala da öyle. İyi bir şeydir, hoş bir şeydir. Ama insan gönlü bu, bakarken ve hissederken çok yanılır.

2. Şu anda yaptığın işin dışında (hayattaki tüm işler kanuni olsaydı) ne iş yapmak isterdin?

Ben yine bu işi yapmak isterdim diyenleri nedense pek samimi bulmam. Ayrıca neden yine bu işi yapmak isteyeyim. Bir başka fırsat varsa, başka bir şey yapmak isterdim. Haftanın belli geceleri bir barda rock yapan bir topluluğun gitaristi olmak isterdim. Ama daha çok hiç doğmamış olmayı isterdim. Doğruya doğru.

3. Yalan söylemenin sence uygun olduğu durumlar nelerdir? Beyaz yalan söyler misin, ne söylersin?

Bir adama gerçek öyle olsa bile kapısını açtığı anda “sevgilin biraz önce öldü” der misin? Demezsin. Beyaz yalanı bu tür gecikmeler, laf çevirmeler anlamında kabul ederim. Onun dışında yalanla işim olmasın isterim. Tabii yalan dediğiniz şey tek taraflı bir şey mi acaba? Bir de insanı yalan söylemeye mecbur bırakanlar var.

4. En son “… özelliğinden dolayı senle gurur duyuyorum” lafını kime söyledin? Hangi özellikti o?

Spor servisimiz müdürü İbrahim Seten ve yardımcısı Gökmen Özdemir’e benzerini medyamızda pek görmediğim türden bir cesaretleri olduğu için sizinle gurur duyuyorum dedim geçenlerde.

5. Aynı lafı en son sen ne zaman duydun? Hangi özelliğindi göklere çıkartılan?

Kimin söylediğini söylemeyeyim, hem ne gerek var yahu bu muhabbete, bunlar ayıp şeyler. Ama sebep şeffaf davranışımdı.

6. Yaşayamadığın için pişmanlık duyduğun ne var?

Gitar çalan biri olmak yerine gazeteci olmaktan pişmanım.

7. Lisedeki takma adın neydi? Adını sevmiş miydin?

İlkokuldan beri soyadım yüzünden hep “baba” oldum.

8. Bir okul yaptırsan adını ne koyarsın? Neden?

Şeyh Galip.

9. Ulaşamadığın biri ile tanışıp sohbet etme olanağın olsaydı bu kim olurdu? Ondan neler öğrenmek isterdin?

Hiç kimseyle tanışmak istemiyorum artık. Ben bu tanışmalardan mustaribim. Sevdiğim insanlar da düşünürler, yazarlar falan, eh onların da kitapları yeter bana.

10. Yaptığı işte mutlu ve aynı zamanda başarılı olan birisini tanıyor musun? Onu örnek olarak alıyor musun?

Çok şükür ben öyleyim.

11. Hiçkimsenin göremediği bir özelliğin var mı? Varsa neden bugüne kadar gizli kaldı?

Kimse asosyal biri olduğuma inanmıyor, oysa öyleyim.

12. Seni en çok ne kızdırıyor? Bu kızgınlıkla baş edebiliyor musun? Edemiyorsan, neden?

Özgürlüğümü kısıtlayan veya sevdiğim insanlara yanlış yapanlara fena kızıyorum. Dum, demek daha doğru. Yaşlandıkça yumuşuyorum.

13. Bugüne kadar yaşadığın en büyük hayal kırıklığın ne? Tekrar yaşama ihtimalin var mı?

Kadınlar hep hayal kırıklığıdır. Ama kırılıncaya kadar kurduğum hayalleri de kimseye değişmem, o hayaller için hayatıma giren bütün kadınlara müteşekkirim.

14. Hangi markalar sinirlerini bozuyor? Neden?

Markalar sinirimi bozmaz, eğlenirim onlarla?

15. Hangi markalara tutkunsun?

Coca-Cola dışında tutkunu olduğum marka kalmadı.

16. On sene sonraki hayatında bugünden farklı neler olacak?

Çok şey farklı olsun isterim ama hayat hep dalgasını geçer bu tür hesaplarla. Yine aynı yerde otluyor olabilirim.

17. Seni benzer yaştaki, benzer işi yapan, benzer konumdaki kişilerden farklı kılan ne var?

Ben çok telden çalıyorum, bu meslekte, bana benzer konumda olup da bu kadar farklı tellerden çalan birine rastlamadım.

18. Yakın bir arkadaşın kanunsuz bir iş yapsa polisi arar mısın?

Bırak yakın arkadaşı, tanımadıklarım için bile polisi aramakta zorlanırım. Türk insanı öyledir.

19. Hangi filmdeki hangi karakterin hayatının senin hayatın olmasını isterdin?

Vampirle Görüşme’de Louis.

20. Bir film yapmaya karar versen adı ve konusu ne olurdu?

Mazzantini’nin romanı “Sakın Kımıldama”yı filme çekmek isterdim.