Hayallerin Peşinde, Umutsuz Bir Boşluk!

Revolutionary Road Geçen sene “ Hayallerin Peşinde ” ismiyle vizyona giren, 2008 yapımı bir film vardı: “ Revolutionary Road. ” Hani şu Richard Yates’in aynı isimdeki romanından uyarlanan, Sam Mendes’in yönetip, Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’in başrollerini oynadığı, 1950’lerde geçen film.

Fikir Atölyesi’nde sizlerle bir şey yapmak geçiyor içimden. Ufak bir oyun gibi.

Ancak öncesinde, “ Revolutionary Road ” filminin bende bıraktıkları var:

İstenmeden yaşanan, sıradan bir hayat… Umutsuz bir boşluk! Sonrasında ömür boyu bu yalanı sürdürmemek için denemeye değer bir çıkış yolu bulmak… Ancak bu sefer de gerekli o cesareti bulamamak.

Atalım suçu vazgeçemediğimiz o konforlu uyuşukluğa . Veya zorunlu sorumluluklara… [Hele bir de evlenip çoluk çoçuğa karışmışsak!]

‘Mutluymuş gibi görünme’ tuzağından kurtulmanın yolu; elimdekinin değerini bildiğimi sanıp hayattan emekliye ayrılmak mı, yoksa cesaret ve tutkuyla hayallerimin peşinden gitmek mi?

Başından kalkar kalkmaz işte bunları düşündürttü film bana. Henüz izlemeyenler için daha fazla detay vermesem iyi olur, ancak yine de Frank ve April arasında geçen şu konuşmayı yazmam gerek!

April : Görmüyor musun? İşte bütün fikir bu! Yedi yıl önce yapman gereken şeyi artık yapabileceksin. Hayatında ilk kez, gerçekten yapmak istediğin şeyi bulmak için zamanın olacak. Ve bulduğunda da, yapmaya başlamak için zamanın ve özgürlüğün…

Frank : Bu çok gerçekçi görünmüyor.

April : Hayır, Frank. Gerçekçi olmayan bugün. Zihni özgür bir adamın her sene katlanamadığı bir işte çalışması asıl gerçekçi olmayan. Veya her gün katlanamadığı bir yerdeki eve ve eşit şartlarda aynı şeylere katlanamayan karısına gelmek. Ve en kötü şey de ne biliyor musun? Bizim buradaki bütün varlığımızın asıl nedeni, özel olduğumuz önermesi, herkesten daha üstün bir konumda olduğumuzu sanmamız. Ama değiliz. Biz herkes gibiyiz! Biz de aynı gülünç yanılsama içine düştük; çoçuk sahibi olduğumuz andan itibaren de durulmak ve hayattan istifa etmek zorunda kaldık. Ve bunun için şimdi birbirlerimizi cezalandırıyoruz.

Şimdi dilerseniz oyunumuza dönelim.

Öncelikli isteğim, henüz fırsatınız olmadıysa, filmi edinip izlemeniz. Oyuna katılmasanız da sorun yok, inanın izleyerek zaman kaybetmiş olmayacaksınız.

>> Filmden kendinize bir karakter seçmenizi rica ediyorum.

Kate Winslet’in canlandırdığı April veya Leonardo’nun oynadığı Frank Wheeler’siniz. Esasında fark etmez. Komşuları Shep veya karısı Milly Campbell, Frank’in iş arkadaşlarından biri veya emlakçı bayan Givings da olabilirsiniz. Kimi kendinize en yakın bulduysanız, o’sunuz.

>> Şimdi isteğim, kendinizi gerçekten o karakterin yerine koyup; önce ne hissettiğinizi, sonra da benzer bir hayatta nasıl davranacağınızı yazmanız . Hikayenin neresinden tutmak isterseniz de orası sizin.

Bir de Givings’in oğlu John var. Hani şu deli olan, içinden geldiği gibi korkusuzca konuşan adam!

>> Bazı okurlarımız da John olsun; gelen yorumlara cesaretle yazsın en yalın düşüncesini. [Sanırım ben de dayanamayıp ‘John’ olurum arada!]

Siz de, “başkalarının bende görmek istediği değil, kendi hayal ettiğim hayatı yaşamak ” adına birbirimizden öğreneceğimiz çok şey var diyorsanız, o zaman buyrun, oyun alanı sizin!

Güncelleme [25.05.2010]

“Hayallerin Peşinde” filmini izledikten sonra, size bir önerim daha var: “ Billy Elliot .”

Stephen Daldry’nin yönettiği 2000 yılı filmde, Billy Elliot’u Jamie Bell oynuyor. Ancak ne oynama! Esasında filmde yer alan herkesin oyunculuğu müthiş, senaryo güzel, çekim ve görseller harika. Kızgınlık, hüzün ve mutluluk duygularını uç noktalarda yaşatıyor!

Fakat beni asıl vuran, Billy’nin adeta “Revolutionary Road” filmindeki Frank ve April’e nispet yapması! Henüz 11 yaşında ‘tutku’nun peşinden nasıl gidilir? Çok etkileyici!