Şu tünelin ucundaki ışık metaforu, hiç bir zaman bu krizdeki kadar kullanılmamıştır. Bütün bu kriz boyunca sayısız zirve yapıldı. Bu zirvelere G-20 zirveleri de dâhildir. Hiçbirinde tünelin ucundaki ışığın günışığı olacağına dair bir ipucu yakalayamadık.
Ancak, geçen gün küresel ekonomiyi belirleyen altı merkez bankasının dolar likidite swap hatlarında uygulanan faiz oranlarını düşürmesi, Çin Merkez Bankası’nın munzam karşılıkları paralel olarak indirmesi ve AB’de ortak tahvile giden yolun açılmakta oluşu bence tünelin ucundaki ışığın gün ışığı olabileceği işaretini verdi. Eğer bu süreç devam ederse ve buradan bizim tahmin ettiğimiz bir bütünleşme iradesi çıkarsa, hiç şüphesiz, yeni bir dünyaya adım atıyor olacağız.
Küresel para piyasalarını düzenlemeye dönük olan bu gelişmelerin çok ciddi siyasi sonuçları olacağına da söyleyelim. Çünkü bu süreç bizi, AB, ABD ve Çin’in birlikte hareket etmeye başlayacağı bir döneme taşıyabilir.
Nasıl taşımasın ki; ilk önce AB’nin krizinin sadece Yunanistan’ın krizi olduğu yalanı ortada dolaştı; bunun böyle olmadığı ortaya çıkınca, kriz AB’nin hatta Euro’nun krizi gibi anlatıldı ama bu işin, böyle giderse, Çin’i de saracak büyük bir küresel çöküntü olacağı ve bu çöküntünün de sonunun bir nükleer dünya savaşı cehennemine varacağı nihayet anlaşıldı. İran’ın, batı ile tüm köprüleri atacak kadar diklenmesi, küresel krizin aslında batının bir siyasi krizi olduğunun farkına varmasındandır. Ve İran’ın bu farkındalığı ya da buraya giden kısa süreç önemli bir milattır.
Şu oluyor: Merkel ve Sarkozy Avrupası’ndan vazgeçiliyor. Çin, sürece katılıyor ve dünya hızla yeni bir para sistemine doğru gidiyor.
Zaten başka çareleri de yoktu. Gerçekten bu yol dışında tek bir yol kalmıştı; bir nükleer savaş. Şimdi İngiltere, İran’ın elçiliğine yaptıkları için yutkunuyor ama zaten İngiltere ve ABD’nin İran’a gelene kadar o kadar yutkunacakları ‘şey’ var ki.
Örneğin Çin. Siz bakmayın şu günlerde Çin’den gelen ‘veriler kötü, büyüme düşüyor’ haberlerine; tam aksine Çin, batı dünyasından daha hızlı bir şekilde, çok önemli bir değişime hazırlanıyor. Çin, artık yüz dolara çalışıp karşılıksız dolar biriktirmenin sonuna gelindiğini anladı ve bu çıkmazdan hızla geri dönüyor. Ancak burada hızlı adımlar atabilmesi için ilkönce ABD ile kurduğu dengenin bitmesi lazım. Çin-ABD ittifakı aslında, dolara bağlı para sistemi üzerine kurulu bir kriz dengesidir.
Aşağıdaki grafik, Çin’in Euro çıktığından beri dolar rezervi artışlarını ve euro-dolar paritesini gösteriyor. ABD açık verdikçe Çin burayı finanse etmiş. Bu, bir yandan Euro hatta Japon Yeni’ni ve İsviçre Frangı’nı destekleyen bir sürece de yol açmış. Çünkü ABD, Çin’den gelen bu güçlü finansman desteği ile daha fazla karşılıksız harcama yapmaya devam ederek, karşılığı olan diğer paralar karşısında doların güçsüzleşmesine yol açtı. Ama bu durum aynı zamanda, dünyanın tüm ticari dengelerini bozarak emtia ve varlık fiyatlarına da şişirdi.
Yine bu durum, AB ve Japonya’nın rekabet gücünü eritmiştir. Çünkü Çin, fazla verdiği halde, aynı zamanda, yuanı düşük değerli tutarak ihracat fazlası elde ediyor bunu da dolara yatırıyordu.
Dolayısıyla Çin büyümesinin, şimdiye değin, kendi karnını ancak doyurduğunu ama ABD’nin trilyonlarca dolarlık silah ve finans genişlemesine kaldıraç olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi bu denge kırıldı. Dolayısıyla Çin, gerçek anlamda bir piyasa oyuncusu olmaya doğru giderken, aynı oranda, ABD’nin ve doların piyasa bozucu etkisi ortadan kalkıyor.
Mundell’in ‘tek’ dünya parası
Bu, çok önemli siyasi sonuçlara yol açacak bir gelişmedir. Şimdi düşünün eğer ki, biz eski dengede olsaydık-ki bu dengenin ABD’de siyasi temsilcisi neoconlardır- bugün İran’a saldırı hazırlıkları yapılıyordu. Peki, o zaman süreç nereye gidiyor; ekonomik olarak tek bir para sistemine doğru gidiyoruz. Nobelli iktisatçı Robert Mundell, 2001’de IMF’de verdiği seminerde ‘tek paranın’ kaçınılmaz olduğunu söyleyerek, euronun doğduğu o yıllarda, IMF denetiminde yeni bir para birimi öneriyordu. Bu para birimi, üç temel gelişmiş bölgeyi temsil eden para birimlerine tam konvertibl olacaktı. Mundell, üç temel bölgeyi ABD, Japonya ve AB’yi merkez alarak tanımlıyordu. Şimdi Mundell’in bu üç temel bölgesine, içine Çin’i alan gelişmekte olan Asya’yı ve Türkiye ile birlikte, Hazar’a kadar, Ortadoğu’yu ekleyelim.