Kimsiniz necisiniz diye sorulduğunda ne diyorsunuz? Şurada işçiyim, şurada öğretmenim, şurada yöneticiyim, şurada öğrenciyim, serbest meslek sahibiyim, ev hanımıyım, emekliyim… Böyle şeylerle tanımlıyoruz kendimizi çoğunlukla. Böyle şeylerle yaftalıyoruz.
Bizim işimiz çalışmak mıdır? İnsanın işi çalışmak mıdır? Nedir insanın mesleği? Öyle bir hale gelmiş ki durum, kimliğimizi çalışmayla ilişkimize ya da çalışma şeklimize göre tanımlar olmuşuz.
Normal midir bu acaba? Ya da ne zamandır böyle?
Sizce bir aslanın, bir filin, bir şempanzenin, bir timsahın, bir yılan balığının çalışmak diye tanımladığı ve yaşamının normal rutininden hayli farklı, böyle yapay bir unsur var mıdır hayatında? Olsa olsa hayatta kalmaya çalışır, eş bulmaya çalışır, yavrusunu sağlıkla büyütmeye çalışır, toplumu içinde pozisyonunu korumaya çalışır. Ve bunlar için yaptıkları da hayatın içinden, doğal şeylerdir.
Biz de öyleydik. Neolitik devrime kadar yaşamımız büyük ölçüde böyle sürdü. Binlerce yıl geriye gitmeye ya da eski yerleşim kalıntılarından fal okumaya gerek yok. Daha yüz yıl önce bile gelişmiş medeniyetlerin henüz ulaşmadığı, eski çağlardaki gibi yaşayan insan toplulukları vardı. Belki tek tük hala varlar.
Neolitik devrimde ne oldu peki? Dünya Holosen dediğimiz bir çağa girdi, iklimler daha düzenli hale geldi, tahmin edilebilir mevsimsel döngüler ortaya çıktı. İnsanlar da becerilerini ve deneyimlerini bu fırsattan yararlanabilecek kadar geliştirmiş durumdaydılar. Uygun bileşenlerin bir araya gelmesiyle neolitik devrim gerçekleşti, insanlar tarımı ve hayvancılığı icat ettiler. Biyoteknoloji alanındaki devrimsel yeniliklerle kendi yaşam biçimimizi küresel ölçekte değiştirdik. Tarıma ağırlık veren toplumlar yerleşik hayata geçtiler ve kendilerini bitkilerine bağlı bir yaşama mahkum ettiler. Hayvancılığa ağırlık veren toplumlar ise yarı yerleşik hayata geçtiler ve kendilerini sürülerine mahkum ettiler.
Toplum yapısında hiyerarşi belirmeye başladı, bürokrasi biraz arttı, angarya kavramı ortaya çıktı. Ama hala insanların ‘iş’leri yoktu. Bugünkü anlamda çalışma hayatındaki işlere en benzer şeyler kölelerin yaşam şekliydi. Onların çoğu zaman ağır angarya altında geçen yaşamlarında bile ‘çalışmak’ diye ayrı bir şey yoktu aslında. Çünkü angarya, ağır iş, haftalarının içinde süresi belirli bir zamana sıkışmış ayrıksı bir şey değildi; ne yazık ki yaşamlarının bütünü bu ağır iş ile hemhal biçimde geçiyordu.
Sonra yazıyı icat ettik ve yaygınlaştırdık. Yazının yaygınlaştığı yerlerde hiyerarşik yapılar daha da büyüdü, bürokratik mekanizmalar ortaya çıktı. Kanunların, borçların, sözleşmelerin, bilgi birikiminin yazılı hale gelmesiyle birlikte insanlar çok daha büyük topluluklar halinde organize edilebildiler. İmparatorluklar ortaya çıktı. Kölelerin çalıştırılması artık yetmiyordu. Angaryanın nüfusun geneline yayılmasıyla ilgili mekanizmalar oluştu. Tebaanın yaşam tarzı daha fazla biçimlendiriliyordu artık. Mesela bir kısmı ‘çiftçi’ olarak sınıflandırıldı: Bir çift öküzün sürebileceği kadar bir tarım alanında üretim yapmakla ilgili sorumlulukları vardı onların. Bazı toplumlarda bu kavram daha yumuşak uygulandı, bazılarında çok daha sert. Kimi toplumlarda bu çiftçiler tebaa falan değil serftiler. Toprağa bağlı, yer değiştiremeyen, yaşam tarzı sabitlenmiş bir çeşit köleydiler. Bazı toplumlarda zaman zaman tebaanın tamamına yönelik belirli angarya kuralları uygulandı. Mesela yol inşaatı için belli yaş aralığındaki her erkek senede şu kadar gün karşılıksız çalışmak zorunda dendi.
İmparatorluk çağında en azından çoğu durumda verdiğiniz emeğin çıktısıyla yakından bağlantı halindeydiniz. Mesela çiftçi olarak üretiminizle birebir bağlantıdaydınız. Yarıcıysanız, toprak sahibiyle üretimi yarı yarıya paylaşıyordunuz. Bir zanaatınız varsa mesela kılıç yapan bir demirciyseniz, ürettiğiniz ürünler size aitti ve satıyordunuz.
Durmadık orada. Bir yandan bilimdeki ilerlemelerimizle bir yandan da ticari sınıfın kar peşindeki iştahlı koşularının körüklenmesiyle yeni gelişmeler oldu. Bilimsel gelişmelerin para getirecek uygulamalarına yoğun bir şekilde kafa yorduk ve enerji tipinin dönüşümlerini keşfettik. O zamana kadar büyük ölçüde kendisinin ve evcilleştirdiği hayvanlarının kas gücüyle kısıtlıydı insanlar. Bazı toplumlar yel değirmenleriyle, nehir akıntılarıyla, okyanus rüzgarlarıyla doğanın güçlerinden aşırma becerileri ediniyor ve ilginç avantajlara sahip olabiliyordu. Ama bunlar istisnaydı. (Yazıdan sapmak gibi olmasın ama bu istisnaların çok önemli bir örneği akıntılardan ve rüzgarlardan yararlanmayı iyi başaran Vikinglerdir. Öyle hızlı akınlar yapıp geri kaçıyorlardı ki, herhangi bir atlı birliğin onları iş üzerinde yakalaması imkansızdı.) Buhar enerjisini hareket enerjisine dönüştürebilen, elektrik enerjisini enerjiler arası dönüştürme yöntemi olarak kullanmayı öğrenen insanlar, eski mitolojilerdeki yarı tanrılar gibi güçlere sahip oldular.
Sanırım burada bir yerde yoğun bir saçmalıklar zincirine kendimizi kaptırdık. Sanayi toplumunu ortaya çıkardık ve önceden belirli ölçeklerde yaptığımız bazı şeyleri iyiden iyiye abarttık.
Neler mi yaptık?
Bu ve buna benzer yaptığımız şeylerle, maaşlı ve mesaili işi insanların temel geçim mekanizması haline getirdik. Dünya toplumlarının önemli bir kısmında insanlar ya maaşlı ve mesaili bir işte çalışarak ya da maaşlı ve mesaili çalışan birine bağımlı olarak geçimlerini sağlıyorlar.
Acaba nereye kadar böyle sürecek?
Baştaki soru baki: İşimiz çalışmak mıdır?
Eğer bu yazı ilginizi çektiyse sıradaki yazımız sizin için geliyor: Yaşam Planı 160