Arapça kökenli bir kelime olan ıslah Medeni Usul Hukukumuz açısından büyük önem taşımaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca taraflar iddia ve savunmalarını belirli bir zaman diliminde ileri sürmelidir. Örneğin yazılı yargılama usulünde davacı dava ve cevaba cevap dilekçesi vermektedir. Bu usulde cevaba cevap dilekçesinin verilmesi ile birlikte davacı açısından iddianın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı başlamaktadır. Yine bu usulde davalı tarafından ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı başlamaktadır.
Yargılamada taraflar bazen unutkanlıkla, sehven ya da bilinçli olarak bazı vakıa ve taleplerini ileri sürmemiş olabilir. Ya da taraflar dava, cevap ya da diğer dilekçelerde hata yapmış olabilir. İşte ıslah kurumu bu noktada taraflara bir çare sunmaktadır. Taraflar ıslah işlemi ile birlikte kural olarak unuttukları vakıa, talep ve delilleri yargılamaya dâhil edebilmekte ve hataları düzeltebilmektedir. Islah bu yönüyle adil yargılanma hakkının usul hukuku alanındaki bir yansımasıdır.
“ Bilindiği üzere, ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltilmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Bir başka anlatımla, ıslah, iyi niyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak tanıyan bir kurumdur.” Y.11.H.D. 31.10.2012 T. 2012/14013E.-2012/17049K
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile iki türlü ıslah işlemi düzenleme altına alınmıştır. Tamamen ıslah yalnızca davacı tarafından başvurulabilen ve tabiri caiz ise davanın değiştirildiği ve aynı dosya esası içerisinde yeni bir davanın açıldığı ıslah türüdür. Aşağıda tamamen ıslah olay bazında ve içtihatlar ışığında açıklanacaktır.
Kısmen ıslah ise davacı veya davalı tarafından başvurulabilen dilekçelerin düzeltilmesi, delil eklenmesi gibi yargılamanın özünü değiştirmeyen tabiri caiz ise yargılamaya eklemeler yapan bir ıslah çeşididir.
Islahın Şartları ve Özellikleri
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 177 düzenlemesi uyarınca “Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.”
Kanunumuz uyarınca ıslaha ancak tahkikatın sona ermesi aşamasına kadar başvurulabilir. Tahkikatın sona erme anı ise 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 184 düzenlemesi uyarınca tahkikatın bittiğinin taraflara tefhim edilmesidir. Tahkikatın bittiği tefhim edilip bir ara kararla sözlü yargılama aşamasına geçildikten sonra artık taraflar o davada ıslaha başvuramazlar.
Tahkikatın sona ermesi ıslahın yapılabileceği azami zamanı belirtir. Dilekçelerin verilmesi aşamasında ise ıslah işin niteliği gereği yapılamaz. Çünkü taraflar dilekçeler aşamasında zaten ıslaha gerek olmaksızın iddia ve savunmalarını genişletebilir veya değiştirebilirler. Örneğin dava dilekçesinde faiz türünü yanlış belirten bir davacı cevaba cevap dilekçesi ile bu hatasını düzeltebilir. Bu sebeple bu durumda cevaba cevap dilekçesi beklenmeli ve bu dilekçe ile eksiklik ya da hata giderilmelidir.
Kanunun açık ifadesi uyarınca sözlü yargılama aşamasına geçildiği an itibariyle ıslah işlemine başvurulamaz.
Islah yazılı veya sözlü olarak yapılabilir. Islah hakkını kullanan taraf Mahkemeye hitaben vereceği dilekçede “ıslah hakkımızı kullanıyoruz” “davamızı ıslah ediyoruz” şeklinde ifadeler kullandıktan sonra 1 haftalık kesin süre içerisinde ıslah dilekçesini Mahkemeye sunmalıdır. Taraflar ıslah dilekçesini 1 haftalık kesin süre içerisinde Mahkemeye sunmaz ise kişinin o dava özelindeki ıslah hakkı ortadan kalkar ve kişi hiç ıslah yapılmamış kabul edilir. Duruşmada hâkime yöneltilecek bir beyanla da ıslah hakkı kullanılabilir. Yine bu durumda da hâkime ıslah hakkını kullandığını beyan eden taraf 1 haftalık süre içerisinde ıslah dilekçesini Mahkemeye sunmak zorundadır.
Yukarıda tamamen ıslahtan bahsederken, tamamen ıslahın yapılması durumunda davanın değiştirildiğini ve artık ortada eski tarihli ancak yeni bir dava olduğundan bahsetmiş idik. Bu tür durumlarda özellikle davalı ıslah ile hükümsüz kılınan yargılama sebebiyle emek, mesai ve para harcamaktadır. İşte bu durumu göz önüne alan kanun koyucu tamamen ıslaha başvurarak davasını tamamen değiştiren ve adeta diğer davaya son veren bireyler için hâkimin takdir edeceği teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırmak zorunluluğu getirmektedir.
Kanunda açık bir ifade yer almasa da istikrar arz eden Yargıtay kararları uyarınca tamamen ıslah sebebiyle hakimin bir zarara hükmedebilmesi için karşı tarafın talebinin şart olduğu kabul edilmektedir. Akademik çalışmalarda vekalet ücretinin de bir yargılama gideri olduğu ve hesap edilecek bu zarara eklenmesi gerektiği belirtilmiş ise de Yargıtay çoğunluklu kararlarında vekalet ücretinin bu giderlere dahil etmemektedir.
“6100 sayılı HMK’nın 178. maddesinde “Islah eden taraf, ıslah sebebiyle geçersiz hâle gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri ile karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin takdir edeceği teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Aksi hâlde, ıslah yapılmamış sayılır.” hükmü yer almaktadır. Her ne kadar davalı vekili cevap dilekçesini ıslah suretiyle değiştirerek zamanaşımı itirazında bulunmuş ise de, o zamana kadar yapılan yargılama gider ve harçlarını yatırmadığından ıslah yapılmamış sayılır. Mahkemece bu konuda davalıya 1 haftalık süre verilmeden cevap dilekçesinin ıslahı geçerli kabul edilerek sonuca gidilmesi hatalıdır.” T.C YARGITAY 9.Hukuk Dairesi Esas: 2015/ 2665 Karar: 2016 / 12648 Karar Tarihi: 30.05.2016
“ H.U.M.K‟nun 86. maddesi hükmüne göre ıslah talebinde bulunan taraf o tarihe kadar
olan yargılama giderleriyle karşı taraf için mahkemece takdir olunacak zarar ve ziyanı
davada mahkûm olmuş gibi derhal mahkeme veznesine ödemeye mecburdur . Ancak
vekâlet ücreti ıslah talebine kadar olan yargılama giderlerinden değildir. Bu itibarla;mahkemece davanın kabulüne karar verildiği halde davacı lehine vekâlet ücreti takdiredilmemesi ve yukarıda belirtilen hususlara riayet edilmeksizin davacının yargılama giderlerinden de sorumlu tutulması doğru görülmediğinden hükmün belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.” Y.14.H.D. 07.03.2002 T. 2002/869E.-2002/1599K.
Medeni Usul Hukukumuzda ana kural teksif ilkesinin uygulanmasıdır. Ancak bazı davalar kişi hak ve özgürlükleri ile kamu düzenini yakından ilgilendirdiğinden bu hakim davalarda teksif ilkesinden ayrılmakta, re’sen delil toplamakta ve delilleri herhangi kısıtlamaya tabi olmaksızın serbestçe takdir etmektedir.
Hukukumuzda soybağının reddi davası, babalık davası, velayet davası, evliliğin mutlak butlanı davası, Kadastro Kanunu 10. maddesi gereğince kadastro komisyonlarınca gönderilen tutanaklara ilişkin davalar ile Kadastro Kanunu 27. maddesi gereği mahalli hukuk mahkemelerinden kadastro mahkemelerine aktarılan davalar, hizmet tespit davası, yersiz ödemelerin iadesine ilişkin dava, vesayete ilişkin işlemlerde re’sen araştırma ilkesi geçerlidir.
Re’sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalarda taraflar dosyaya her aşamada yeni vakıa ekleyebilir ve yeni delil sunabilir. Hakim de bu tür davalarda bizzat delil toplayabilir. Bu sebeple ıslah müessesesi re’sen araştırma ilkesine tabi davalarda uygulama alanı bulmamaktadır. Çünkü bu tür davalarda bir delili ya da vakıayı eksik ya da yanlış göstermiş taraf her aşamada bu hususları Mahkemeye iletebilmektedir. Bu tür davalarda bir delilin sırf geç bildirilmesi de red sebebi değildir.
Boşanma davalarının re’sen araştırma ilkesine tabi olup olmadığı ile ilgili pek çok tartışma yaşanmıştır. Burada ikili bir ayrım yapmak gerekir, eğer ki dosyaya sunulacak yeni delil, vakıa ya da sair düzeltme eşlerin kusuruna yönelik ise iddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı gündeme gelecek ve taraflar ıslah yoluna başvurabilecektir. Ancak eğer dosyaya eklenecek veri çocuklara ilişkin yani velayetin tevdine yönelikse bu tür bir vakıa ve delil hiçbir kısıtlama ile karşılaşmaksızın her aşamada dosyaya sunulabilir.
Islah müessesesinin taraflar için bir çare olduğundan ve tarafların unutmuş olduğu ya da sonradan ortaya çıkan vakıa, delil ve sair şeyleri ıslah aracılığı ile dosyaya suna bahsetmiş idik. Ancak bazı işlemlerin ıslah ile dahi geçersiz kılınma ve yapılmamış sayılma imkânı bulunmamaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 117 düzenlemesi uyarınca İlk itirazların hepsi cevap dilekçesinde ileri sürülmek zorundadır; aksi halde dinlenemez. İlk itirazlar Kesin yetki kuralının bulunmadığı hallerde yetki itirazı ve Uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi gerektiği itirazıdır. Cevap dilekçesi ile ilk itirazların ileri sürülmemesi durumunda daha sonra ıslah yoluyla ilk itirazlar ileri sürülemez.
Dava açan kişiler dilekçelerini 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 119 ve 194 düzenlemelerine uygun olarak hazırlamalıdır. Eğer Mahkemeye sunulan dilekçe anlaşılamıyorsa, vakıalar belirgin değilse Hakim Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 31 düzenlemesi uyarınca taraflara dilekçesini açıklamak için süre verecektir. Bu sürede dava dilekçesini açıklamak için verilen dilekçe ıslah dilekçesi değildir. Bu dilekçede ıslah tabirinin kullanılması dahi dilekçeyi ıslah işlemi haline getirmez.
“ Davacı tarafın, yargılama sırasında verile dilekçelerinde ve duruşmalarda alınan beyanlarında ıslah ibaresine yer vermesi bir usul işlemi olan ıslah anlamında olmayıp müphem olan dava dilekçesinin açıklanması niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. Hal böyle olunca, işin esasının incelenmesi gerekirken, keyfiyetin ıslah olarak değerlendirilip HUMY‟nın 88. maddesinden söz edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacının temyiz itirazları yerindedir .” Y.1. H.D. 27.03.2012 T. 2012/817E.-2012/3442K.
Bilindiği üzere zamanaşımı bir borcu sona erdirmemekte yalnızca ileri sürülmesi durumunda bu borcun tahsilini yargı yolu aracılığıyla temin etmeyi engellemektedir. Uygulamada genellikle icra takibine itiraz dilekçesi ve cevap dilekçesi ile zamanaşımı ileri sürülmektedir.
Yazılı yargılama usulünde davalının verebileceği kural olarak iki dilekçe vardır. Davalı cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile zamanaşımını ileri sürebilir. Davalının dilekçelerinde zamanaşımını ileri sürmemesi durumunda ıslah müessesesine başvurması gerekir. Bu yönüyle dilekçelerinde zamanaşımına dayanmamış olan davalı tahkikatın bitimine kadar vereceği bir ıslah dilekçesi ile zamanaşımı savunmasını davaya ekleyebilir.
Basit yargılama usulüne tabi davalarda davalının yalnızca cevap dilekçesi verme hakkı olduğundan davalı cevap dilekçesinde zamanaşımını ileri sürmemişse yine tahkikatın bitimine kadar vereceği bir ıslah dilekçesi ile zamanaşımı savunmasını davaya ekleyebilir
“Islah yolu ile davanın geciktirilmesi ve sürüncemede bırakılması mümkün olduğundan, ikinci fıkra ile tarafların ıslah yoluna bir defa başvurabileceklerine ilişkin sınırlama bu Tasarıda da kabul edilmiştir. Uygulamada, zamanaşımının ıslah yolu ile ileri sürülüp sürülemeyeceğine dair bazı tereddütler var ise de zamanaşımı ilk itiraz olmayıp, ıslah yolu ile de ileri sürülebileceğinde tereddüt etmemek gerekir.” 16.04.2008, Dönem 23, Yasama Yılı:3, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve Adalet Komisyonu Raporu, 1/574/393, www.tbmm.gov.tr .”
“Yargılama sırasında davalı vekili 10.05.2006 tarihli dilekçesi ile savunmasını ıslah ederek dava konusu alacakların bir kısmının zamanaşımına uğradığını belirterek zamanaşımı def’inin dikkate alınmasını istemiştir. Mahkemece, usulüne uygun olmadığı ve süresi içerisinde yapılmadığı gerekçesi ile davalının zamanaşımı def’i nazara alınmamıştır. Islah, taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işleminin karşı tarafın oluruna bağlı olmaksızın tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 83 ve devamı maddelerinde düzenlenen ıslah müessesesi sadece davacıya hak tanımaz. Usulünce yapılmış davalı ıslahı da geçerlidir. Esasa cevap süresi içinde ileri sürülmediğinden davacı tarafın savunmanın genişletilmesi yönündeki itirazı ile karşılaşması mümkün olan zamanaşımı def’inin ıslah yoluyla yapılmasında usule aykırı bir yön bulunmamaktadır. Bu nedenle, davalının ıslah yoluyla zamanaşımı def’inin kabulü gerekirken bu husus gözetilmeden hüküm kurulmuş olması hatalıdır” Y 9. HD, 2.4.2007, E. 2006/23813, K. 2007/8905
Taraflar davalarını açarken ya da açılmış bir davaya karşı savunma yaparken bazı ifade ve rakamları yanlış yazabilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 183 düzenlemesi uyarınca “Tarafların veya mahkemenin dava dosyasında bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap hataları, karar verilinceye kadar düzeltilebilir. Taraflardan birinin yazı veya hesap hatasını düzeltmesi sonucu yargılama uzamışsa, yargılama giderlerinin belirlenmesinde bu durum da dikkate alınır.”
Dosyadaki maddi hatayı düzeltmek isteyen taraf ıslah hakkını kullanmadan Mahkemeye bir dilekçe vererek açık yazı ve hesap hatasının düzeltilmesini isteyebilir. Bu durumda ıslah hakkının kullanılması söz konusu olmadığı gibi buna gerek de bulunmamaktadır.
Açık bir şekilde talep sonucu özel hukuk yargılamaları açısından en önemli hususu teşkil etmektedir. Gerçekten de Mahkemenin doğru ve infazı kabil bir karar verebilmesi, davalının usulüne uygun savunma yapabilmesi, zamanaşımı ve sair hususların sağlıklı değerlendirilebilmesi için talep sonucunun açık bir biçimde dilekçeye geçmesi gerekir.
Taraflar dava açarken bazı talep sonuçlarını dilekçeye eklememiş, eklemeyi unutmuş olabilir. Islah müessesesi ile kural olarak talep sonucu değiştirilebilir. Ancak talep sonucu genişletilirken ya da değiştirilirken bazı hususlara dikkat edilmelidir. Talep sonucunun değiştirilmesi ıslah konusunda en çok başvurulan ve tartışılan konu olduğundan aşağıda kısımlara ayrılarak incelenmiştir.
Bilindiği üzere faiz asıl alacağa bağlı olarak tahakkuk eden bir semeredir. Faiz asıl alacağın ferisidir. Bugün hukukumuzda pek çok faiz türü bulunmakta ve dava türü ya da uyuşmazlığa göre farklı faiz türlerinin talep edilmesi gerekmektedir.
Taraflar dilekçelerinde ticari faiz talep etmesi gerekirken adi yasal faiz talep etmiş ise daha sonra verilecek bir dilekçe ile bu durum düzeltilebilir. Örneğin 50.000 liralık bir alacağa dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesinin istendiği yargılamada tahkikat bitmeden verilecek bir ıslah dilekçesi ile dava tarihinden itibaren avans faizinin işletilmesi istenebilir. Davacı dava dilekçesinde faiz talebine yer vermemiş ise tahkikat bitmeden verilecek bir ıslah dilekçesi ile dava tarihinden itibaren faiz istenebilir.
Bu durumda ıslah ile değiştirilen veya eklenen faiz kaydı dava tarihinden itibaren hüküm ifade eder.
“ Davacı vekili 15.05.2006 tarihinden itibaren faiz talebinde bulunmuş olup birleştirilen davalarda istenilen miktarlar için de faiz hakkını saklı tuttuğu halin icabından anlaşıldığından, hükmedilen tüm bedellere, değerlendirme ilk dava tarihi esas alınarak yapıldığından, ilk dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerektiğinin düşünülmemesi, doğru değildir.” Y.5.H.D. 17.05.2012 T. 2012/1600E.-2012/10107K.
“ Mahkemece davanın ıslah edilen değer üzerinden kabulüne ancak dava dilekçesinde faiz talep edilmediği, bunun ıslah ile ileri sürülemeyeceği zira karşı tarafın muvafakat vermediği, ayrı bir dava ile ancak ileri sürülebileceği gerekçesi ile de faizin başlangıç tarihine ilişkin ıslah talebinin reddine karar verilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, ıslah kurumu HMK‟nın 179. maddesinde düzenlenmiş olup madde metnine göre; ıslahın, bunu yapan tarafın teşmil edeceği noktadan itibaren, bütün işlemlerin yapılmamış sayılması sonucunu doğuracağı belirtilmiştir. Eş söyleyişle ıslah taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen ya da kısmen düzeltmesi olarak da tanımlanabilmektedir. Gerek öğreti, gerekse de yargısal kararlarda ıslahla yeni bir dava açılmış sayılamayacağı, ıslah edilen davanın ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, öteden beri de yerleşik görüştür. (YHGK 30.01.2002 gün 2002/2-63 E. ve 23K. benzer nitelikteki bir başka karar; YHGK 03.07.2002 gün ve 2002/9-564E.572K. sayılı ilamları) Hal böyle olunca mahkemece davacının usulüne uygun ıslah talebi doğrultusunda hükmedilen tazminat alacağına dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir .” Y.13.H.D. 02.04.2012 T. 2012/3697E.-2012/8883K
Taraflar dava ve cevap dilekçelerine ve yerine göre diğer dilekçelerine ıslah müessesesinden yararlanarak vakıa ve delil ekleyebilirler. Örneğin bir boşanma davasında dava ve cevaba cevap dilekçesi ile eşinin kendisine hakaret ettiği vakıasına dayanmayan bir kişi ıslah yoluna başvurarak bu vakıayı davaya ithal edebilir.
Yine önemli bir savunma sebebini cevap ya da ikinci cevap dilekçesi ile ileri sürmemiş bir davalı ıslah müessesesi ile savunma sebeplerine bu vakıa ve delilleri ekleyebilir.
Uygulamada bir takım kararlarda dava sonrasında ortaya çıkan vakıaların ıslahla dahi yargılamaya eklenemeyeceği yönünde hüküm kurulmaktadır. Ancak bu hükmün hukuki bir dayanağı bulunmamaktadır. Taraflar nasıl ki tamamen ıslah hakkına başvurup adeta yeni bir davaya vücut verebiliyorsa yeni bir vakıanın ıslah ile yargılamaya dahil edilmesinin önünde bir engel de bulunmamaktadır.
Doktrinde Eroğlu dava sonrasında ortaya çıkan vakıaların ıslah ile yargılamaya dahil edilebileceğini beyan etmektedir [1]
Ancak şu hususa dikkat etmek gerekir eğer sonradan ortaya çıkan vakıalar zaten dilekçelerde dayanılan vakıaları destekliyorsa, bu vakıaları aydınlatıyorsa ve adeta bu vakıaların eki niteliğinde ise bu tür vakıalar ıslaha gerek olmaksızın ve iddianın ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına takılmaksızın davaya dahil edilebilir.
“İddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının başlamasından sonra ortaya çıkan vakıaların, taraflarca yargılamaya dâhil edilmesi mümkündür . Bu yasak yalnızca dilekçelerin verilmesi anında mevcut olan ve fakat o anda ileri sürülmeyen vakıalar hakkında uygulanır . Zira yasağın hüküm ve sonuçlarını doğurmasından sonra ortaya çıkan vakıaların, dilekçeler aşamasında taraflarca öngörülerek ileri sürülmesine imkân yoktur. Bu nedenle sonradan ortaya çıkan vakıalar herhangi bir yasakla karşılaşmadan ileri sürülebilir . Örneğin dava sırasında dava konusu edilen mal yanarak tahrip olmuş ve artık yargılamaya mal üzerinden devam edilmesi söz konusu değilse, malın yanarak tahrip olduğu vakıasının yargılamaya dâhil edilerek talep sonucunun tazminata dönüştürülmesi; davalının yasağın başlamasından sonra dava konusu borcu ödemesi ve ödeme vakıasını ileri sürmesi iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağını ihlâl etmez [2] ”. Böylelikle ıslah işlemine de gerek kalmaksızın bu yeni vakıalar yargılamada kullanılabilir.
Dava sebebi kavramı talep sonucu kavramı ile yakın ilişkilidir. Örneğin bir kişi boşanma davasını evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebine dayalı olarak açmış olabilir. Bu noktada davacı ıslah yoluna başvurarak dava sebebini zina sebebiyle boşanma olarak değiştirebilir. Yine bir kişi muris muvazaası, tapu iptal ve tescil davası açtıktan sonra ıslah yoluna başvurarak dava sebebini tenkis davası olarak değiştirebilir.
“ Tahliye nedeniyle açılan davanın duruşma sırasında ıslah yoluyla fuzuli işgal sebebine isnat ettirilmesine engel bir durum yoktur. Islah ile davanın hukuki sebebi değiştirilebili r. Y.1.H.D. 18.12.1973 T. 1973/11740E.-1973/9488K.
“ Davacı taraf celse arası verdiği 8.10.2001 havale tarihli dilekçe ile davada dayanılan ehliyetsizlik nedenini muris muvazaası nedeniyle iptal, tescil olmadığı takdirde tenkis olarak ıslah ettiğini açıklamış, duruşmada dilekçesini tekrarladığını belirtmiştir. Davalı aynı oturumda ıslaha karşı çıkmamıştır. Bu durumda, ıslah ile davanın konusu değil davada dayanılan hukuki sebep değiştirilmiştir. Böylece davaya ölünceye kadar bakma aktinde muvazaa nedeniyle iptal, tescil ve tenkis isteği olarak bakılmalıdır. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir .” Y.1.H.D. 16.01.2003 T. 2002/14269E.-2003/372K.
Islah müessesesi ile özellikle para alacaklarında başta belirlenen dava değeri artırılabilir. Örneğin davacı 20.000,00 TL üzerinden açtığı davasını ıslah ederek talep sonucunu 50.000,00 TL’ye çıkarabilir. Bu işlem niteliği itibariyle kısmi ıslahtır. Aşağıda da belirtileceği üzere belirsiz alacak davalarında talep artırım konusunda ayrı bir prosedür işlemektedir. Kısmi davada ise dava konusu edilmeyen alacak miktarı açısından faiz işlememekte ve zamanaşımı kesilmemektedir. Bu sebeple kısmi olarak açılan bir davada ıslah yapıldığında 1.000,00 TL olarak açılan bir davada ıslah ile dava değeri 50.000,00 TL’ye çıkarıldığında artırılan 49.000,00 TL’ye ıslah tarihinden itibaren faiz işletilecektir.
Islah işlemine genelde para alacaklarında talep sonucunun arttırılması amacıyla başvurulmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca bir dava açıldıktan sonra kişi karşı tarafın rızası olmaksızın davasını geri alamaz. Bu durumda kişi ya davasına devam etmeli ya da davadan feragat etmelidir.
Para alacağını içeren bir talep sonucunun azaltılması Yargıtay kararları uyarınca kısmi feragat olarak nitelendirilmektedir. Örneğin 100.000,00 TL üzerinden açılan bir davadaki talep sonucu daha sonra verilen bir dilekçe ile 50.000,00 TL’ye düşürülürse ve bu dilekçe ıslah dilekçesi olarak adlandırılırsa Mahkeme bu dilekçeyi feragat dilekçesi olarak kabul edecektir. Aşağıda konuya ilişkin Yargıtay yaklaşımı aktarılmaktadır.
“Somut olayda; bilirkişi kurulunun raporunu mahkemeye vermesinden ve tüm delillerin toplanmasından hemen sonra davacı vekili,13.04.2016 tarihinde mahkemeye verdiği dilekçe ile davasını ıslah ettiğini belirtip 3.000USD olarak kira bedelinin tespiti talebini, 8.850USD’ye indirdiğini belirtmiş, davacının bu istemi mahkemece de ıslah olarak değerlendirilip kabul edilmiştir. Davacı vekili, hak ettiğinden daha yüksek bir talepte bulunduğunu bilirkişilerin mahkemeye verdikleri raporla fark edip ret ve kabul oranına göre davalı lehine ödemesi gereken vekalet ücretini daha az bir seviyeye indirmek için bu yola başvurmuştur. Davacının buradaki talebi, bir usul işlemi olmayıp maddi hukuka taalluk eden kısmi feragattir. Doktrinde buna talep sonucunun daraltılması (azaltılması) da denilmektedir. Davacının talep sonucunu azaltması, davayı genişletme veya değiştirme sayılmaz. Tam veya kısmi feragat için karşı tarafın iznine ve ayrıca bunun için ıslah yoluna başvurulmasına gerek yoktur ( Baki Kuru- Hukuk Muhakemeleri Usulü- altıncı baskı cilt IV sayfa 4048-4049). Dolayısıyla davacı vekilinin bu isteminin, ıslah müessesinin mahiyetiyle bağdaşır bir yönü de bulunmamaktadır. Mahkeme, işlemin bu niteliğini belirlemede hataya düşmüştür. Kural olarak karşı tarafın iznine bağlı olmadan düzeltilecek işlemler ve yapılacak talepler için ıslah yoluna başvurulmaz.” T.C YARGITAY 3.Hukuk Dairesi Esas: 2017/ 6485 Karar: 2019 / 3437 Karar Tarihi: 16.04.2019
Bilindiği üzere manevi zarar diğer zarar çeşitlerinden farklı kendisine özgü bir zarar türüdür. Manevi tazminatın belirlenmesinde kesin kıstaslar bulunmamakta ve bu yargılamalarda hâkime geniş takdir yetkisi verilmektedir. Hukukumuzda manevi tazminatın bölünemezliği ilkesi geçerlidir. Bu sebeple başlangıçta dava edilen manevi tazminat miktarının ıslah ile artırılabilmesi mümkün değildir.
Boşanma sebepleri 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 161-166 maddeleri arasında sınırlı olarak sayılmıştır. Özel hayatı ilgilendiren ve yazılı yargılama usulüne tabi boşanma davaları her türlü delille ispatı mümkün olan davalardandır.
Boşanma davalarında taraflar pek çok vakıaya dayanmaktadır. İşte bu noktada bazı vakıaların dilekçelerde yer verilmesi ya unutulmakta ya da taraflar bir yargılama stratejisi olarak bu vakıalara o dönem dayanmamaktadır. Yazılı yargılama usulüne tabi olduğundan taraflar ikinci dilekçeleri ile de iddia ve savunmalarını genişletebilir. Ancak dilekçeler aşamasının ardından yargılamaya yeni bir talep, delil ve vakıa eklenmek istendiğinde ıslah yoluna başvurulmalıdır.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu döneminde verdiği istikrarlı kararlar uyarınca dilekçeler aşaması bittikten sonra ileri sürülen nafaka ve tazminat talepleri ancak ıslahla istenebilir. Yani dilekçeler aşamasında tazminat istememiş bir şahıs ancak ıslah yoluna başvurarak bu talebini yargılamaya ekleyebilir.
Boşanma davalarında en sık gündeme gelen ıslah sebebi dava sebebinin değiştirilmesidir. Uygulamada davalar genelde Medeni Kanunun madde 166/1 düzenlemesi üzerinden açılmaktadır. Ancak yargılamanın ilerlemesi ile birlikte taraflar yanlış hukuki sebebe dayandıklarını kendileri için daha avantajlı hukuki sebebe dayanmadıklarını fark edebilmektedir. Bu durumda örneğin evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebine dayalı olarak açılan bir dava ıslah ile birlikte zina sebebine dayalı bir davaya dönüştürülebilir. Yine akıl hastalığı hukuki sebebine dayanan bir dava evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebine dönüştürülebilir.
Boşanma davalarında ıslah konusunda belki de en önemli mesele özel sebebe dayalı açılan boşanma davasında tarafların anlaşmalı olarak boşanmak istemesidir. Örneğin taraflar davalarını zina hukuki sebebine dayalı olarak açmışsa bu davada anlaşmalı boşanma prosedürünün ilkeleri uygulanamaz. Böyle bir durumda taraflar davayı ıslah ederek yalnızca evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebine dayanmalıdır. Islah işleminden sonra dava anlaşmalı boşanmaya uygun bir hale gelecektir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile hukukumuza belirsiz alacak müessesesi girmiş bulunmaktadır. 6100 sayılı Kanunun madde 107 düzenlemesi uyarınca “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.”Belirsiz alacak davası adil yargılanma hakkının bir yansımasıdır. Gerçekten de alacağını ya da zararı tam olarak tespit edemeyen bir kişiden tam ve kesin bir talep belirtmesini istemek adaleti zedeleyici sonuçlar yaratabilir.
Uygulamada tarafların belirsiz alacak davalarında değer belirli hale geldikten sonra da ıslah dilekçesi sunduğunu ve ıslah tabirini kullandığına rastlamaktayız. Öncelikle ıslah bir kere kullanılabilecek en son hukuki çaredir. Oysa kanun koyucu belirsiz alacak davalarına özel bir düzenleme ihdas etmiş bulunmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 107(2) düzenlemesi uyarınca alacak belirgin hale geldiğinde hâkimce davacı tarafa 2 haftalık kesin süre verilerek talep artırımını yapması istenir. Talep artırım dilekçesi bir ıslah işlemi değildir. Talep artırım kanunun taraflara sağladığı bir imkân ve haktır. Bu sebeple belirsiz alacak davalarında talep artırım işlemi yapılırken ıslah tabirinin kullanılmaması hukuk tekniği açısından doğru olacaktır.
Ayrıca talep artırım ve ıslah işlemi arasında süre açısından da bir fark bulunmaktadır. Örneğin talep artırım dilekçesinin verilme süresi 2 hafta iken ıslah dilekçesinin verilme süresi 1 haftadır.
Davaların birleşmesi usul ekonomisi gereğince kabul edilen bir hukuki kurumdur. Davaların birleşmesi ile iddiaların karşılıklı incelenmesi ve çelişkili hükümlerin önüne geçilmesi amaçları güdülür. İki dava birleştiğinde her ne kadar aynı yargılama aynı Mahkemede görülecek olsa da her iki dava da bağımsızlığını korumaktadır. Bu sebeple ortada hala iki dava vardır. Bu sebeple taraflar birleşen davacı – birleşen davalı olarak adlandırılmaktadır.
Birleşme kararı verilen dosyalarda iki ayrı dosya bulunduğundan taraflar her dosya için ayrı ayrı ıslah hakkını kullanabilir. Ancak bu durumda ıslah dilekçesini kaleme alan tarafın ıslah hakkını hangi dava ve hangi usul işlemi için kullandığını açıkça belirtmesi gerekir. Aşağıda emsal karar aktarılmaktadır.
“ Sadece yargılama süreci birleştirildiğinden, asıl ve birleşen davaların birbirinden bağımsız,müstakil davalar olmaları nedeniyle, her dava için bir kez yapılması koşuluyla, davaların ayrı ayrı ıslahı mümkündür. Bu durumda HUMK’nın 83/son fıkrası gereğince geçerli olmayan “birden fazla ıslah”tan da söz edilemez. O halde eldeki davada da ikinci kez yapılmış bir ıslah söz konusu olmayıp, asıl ve birleşen davaların ayrı ayrı ıslahları söz konusu olduğundan, Dairemizin 28.02.2008 tarih ve 2007/13511 E. 2008/2708 K. sayılı bozma ilamının 3no1u bendinde belirtilen “davacının ikinci kez ıslah isteminde bulunamayacağına” ilişkin bozma nedeni, zuhule dayalı olup, davacının bu hususla ilgili karar düzeltme talebinin kabulüne, karar verilmiştir .” Y.13.H.D. 22.09.2008 T. 2008/8473E.-2008/10850K.
Aynı birleşen davalar konusunda yaptığımız açıklamalar gibi karşı dava durumunda da her ne kadar dosya tek bir esas üzerinden yürütülse de esasen iki farklı dava bulunmaktadır. Bu sebeple tarafların davacı oldukları dava için ve davalı oldukları dava için ayrı ayrı ıslah hakkı bulunmaktadır. Ancak bu durumda ıslah dilekçesini kaleme alan tarafın ıslah hakkını hangi dava ve hangi usul işlemi için kullandığını açıkça belirtmesi gerekir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 59 düzenlemesi uyarınca “Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hâllerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.”
Aralarında mecburi dava arkadaşlığı bulunanlar ihtar çekme dahil dava açma ve diğer işlemlerde ortak hareket etmek zorundadır. Mecburi dava arkadaşlığı mevcut olan hallerde tüm davacıların duruşmayı takip etmesi zorunludur. Bu sebeple davacı tarafta bulunan mecburi dava arkadaşlarının ayrı ayrı değil tek bir ıslah hakkı bulunmaktadır. Taraflar kendi başlarına ve ayrı ayrı ıslah kurumuna başvuramazlar.
Aralarında mecburi dava arkadaşlığı bulunan davalılarda ise davayı takip etmeyen taraflar davayı takip eden tarafların yaptığı ıslahla bağlı olacaktır.
Fer’i müdahillik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 66 ve devamı hükümlerinde düzenlenmiştir. Madde 66 hükmü uyarınca “Üçüncü kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’i müdahil olarak davada yer alabilir.”
Fer’i müdahil yargılamanın bir tarafı değildir. Sadece yargılamanın taraflarının bir yardımcısıdır. Müdahale talebinin kabulü halinde müdahil, davayı ancak bulunduğu noktadan itibaren takip edebilir. Müdahil, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilir; onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usul işlemlerini yapabilir.
Ancak fer’i müdahilin ıslah hakkı bulunmamaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 74 düzenlemesi uyarınca “ Açıkça yetki verilmemiş ise vekil; sulh olamaz, hakimi reddedemez, davanın tamamını ıslah edemez , yemin teklif edemez, yemini kabul, iade veya reddedemez, başkasını tevkil edemez, haczi kaldıramaz, müvekkilinin iflasını isteyemez, tahkim ve hakem sözleşmesi yapamaz, konkordato veya sermaye şirketleri ve kooperatiflerin uzlaşma yoluyla yeniden yapılandırılması teklifinde bulunamaz ve bunlara muvafakat veremez, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvuramaz, davadan veya kanun yollarından feragat edemez, karşı tarafı ibra ve davasını kabul edemez, yargılamanın iadesi yoluna gidemez, hakimlerin fiilleri sebebiyle Devlet aleyhine tazminat davası açamaz, hangileri hakkında yetki verildiği açıklanmadıkça kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili davaları açamaz ve takip edemez.”
Bu sebeple tamamen ıslah yoluna başvuracak vekilin vekâletnamesine tamamen ıslah yetkisini ekletmesi gerekmektedir.
Yukarıda da vurguladığımız üzere tamamen ıslah durumunda yeni bir dava dilekçesi verilmekte ve dava değişmektedir. Kısmen ıslah durumunda ise davanın değişmesi söz konusu değildir.
Tamamen ıslah kısmen ıslah ayrımında önemli olan talep sonucunun tamamen değişip değişmediğidir. Örneğin bir taraf talep sonucunu artırıyorsa burada talep sonucunun tamamen değiştirilmesinden bahsedilemez ve bu kısmen ıslah olarak kabul edilir. Ancak örneğin talep sonucunda tapu iptal ve tescil talep etmiş bir davacı ıslah ile talep sonucunu tazminata çeviriyorsa burada tamamen ıslah söz konusudur. Davacı davasında dayandığı vakıaların tümünü değiştirmesine rağmen talep sonucu aynı kalıyorsa burada yine kısmen ıslah söz konusudur.
Tamamen ıslah durumunda ıslah dilekçesi ile verilen dava dilekçesi her ne kadar sonraki bir tarihte verilmiş olsa da dava dava tarihinden itibaren açılmış sayılır. Somutlaştırmak gerekirse 1.1.2022 tarihinde tapu iptal ve tescil davası açmış bir kişi 1.7.2022 tarihinde davasını tamamen ıslah ederek talep sonucunu tazminat olarak değiştirirse burada tazminat davasının açılma tarihi dava tarihi olan 1.1.2022 olarak kabul edilecektir. Bu sebeple sonradan ileri sürülen tazminat talebi için hak düşürücü süre, zamanaşımının kesilmesi veya durması gibi durumlar ıslah tarihine göre değil, davanın açılma anına göre belirlenir
Kısmen ıslahta yargılamaya bazı eklemeler ve düzeltmeler yapılmaktadır ve bu sebeplerle herhangi usul işleminin yapılmamış sayılması söz konusu değildir. Ancak tamamen ıslah dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektirir.
Kısmen ıslah usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasına yol açmadığı için ıslahtan önce verilen ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları aynen devam eder ancak tamamen ıslahtan önce yapılan usul işlemleri yapılmamış sayılacağı için kural olarak ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararlarının da kalkması söz konusudur. Ancak bu tür bir durumda ıslah eden dilekçesine ihtirazi kayıt koyarak tedbir ve ihtiyati hacizlerin aynen devam etmesini istemelidir.
Esasen ıslah tek taraflı irade beyanı ile kullanılabilen bir haktır ve harca tabi değildir. Ancak para alacaklarına ilişkin davalarda artırılan kısım için aynen davanın açılışında olduğu gibi artırılan kısım üzerinden harç ikmal edilmelidir. Bunun dışında yargılamaya vakıa ve delil eklenmesi gibi durumlarda ıslah harcı söz konusu değildir.
Bu genel nitelikteki bilgilendirme yazısı Hatay Barosu levhasına yazılı İskenderun Avukat Hüseyin KÜSKÜ tarafından kaleme alınmıştır.
[1] EROĞLU, Orhan, Medeni Usul Hukukunda Islah, Seçkin Yayınevi, 2021, 4. Baskı
[2] ÖZÇELİK, Volkan, Türk Medeni Usul Hukukunda Taraflarca Getirilme İlkesi, Doktora Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri, Kasım 2019, Sayfa 136 (aynen alınmıştır)